Nefse Muhalefet Edebilmek
Tasavvufta nefis denilince şer ve günahın kaynağı olan ve kötülüğü emreden nefis anlaşılır. İlk dönem zâhidleri zühd hayatı yaşamayı esas alırken önlerinde en büyük engel olarak şeytanı ve nefsi, yani nefsin aşağı arzularını, hevâ ve hevesini görmüşlerdir. Bu nedenle zühd hayatında sürekli olarak nefse muhalefet etmek ve hiçbir şekilde onunla barışık olmamak esas alınmış, hayra ve kurtuluşa ermek için onu alt etmenin ve aşmanın gereğine inanılmıştır.
Şu var ki nefis esas itibariyle kötü olmayıp, kendisiyle mücadele edilmesi gereken, insana kötülüğü emreden formu olarak görülen ”emmâre” tabiatlı nefstir. Cüneyd-i Bağdadî, nefsin bu tabiatıyla kulu kötülüğe davet ettiğini, her çeşit kötülüğü yapmaya hazır olduğunu ifade eder. İşte bu nefis henüz terbiye olmamış, behîmî (hayvanî) arzularının peşinde koşan, sadece dünya ve dünyalık için yaşayan nefistir.
Ancak bu nefis eğer terbiye edilebilirse o zaman kâmil bir nefis olur. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri nefsi terbiye hususunda şöyle buyurur:
"Bu yolun merdinden olup nefsini basdın ise
Merd-i meydân-ı cihânsın gel yokuş düz arama1
(Maneviyat yolunun mertlerinden olup nefsine muhalefet ederek onu terbiye ettiysen, artık bütün dünya üzerinde yokuş düz aramana gerek yok, bütün yollar sana kolaylık yolu olur.)
İbadetin esasının nefse muhalefet olduğunu ifade eden Kuşeyrî, bu manada Ebû Bekir et-Tamestânî’nin, “En büyük nimet nefisten kurtulmaktır. Çünkü Allah ile kul arasındaki en büyük perde nefstir.” sözünü nakleder.2
Nefis ile mücahede sürecinde Hâris el-Muhâsibî nefsin üç önemli tabiatı olduğunu ifade ederek bunları övülme sevgisi, dünyada yerilme korkusu ve insanların elinde olana aşırı ilgi şeklinde sıralamış ve nefsin kurtuluşa ermesi için nasıl davranılması lazım geldiğine dair şu tavsiyelerde bulunmuştur:
Nefis ile girişilen bu mücadele ile bir olgunlaşma süreci tecrübe edilmektedir ki buna etvâr-ı seb’a adı verilir. Burada nefsin emmâre, levvâme, mülhime, mutmainne, râzıyye, merzıyye ve kâmile şeklinde adlandırılan mertebelerinin her birinde uygulanan özel eğitim metodları söz konusudur.
Her ne kadar tasavvufî eğitimde aktif metot esas olsa da, bu eğitim sürecinde sâlike yol gösterecek bir mürebbiye, rehbere ihtiyaç vardır. Sâlik, nefsi ile mücadele esnasında yapmış olduğu fiillerinin neticesinde kendisinde meydana gelen değişiklikleri gözetlemek ve nefsini daima muhasebe etmek durumunda olmakla birlikte, onun eğitim sürecini yönlendirecek olan kendisi değil, bu sürecin bütün inceliklerini bilen ve sâliki yönlendiren şeyhidir.
Tasavvufî eğitimde şeyh, örnek alınan canlı bir modeldir. “Fena fi’ş-şeyh” tabiri, eğitimde özdeşleşmeyi ifade eder. Şeyh, kendisine bağlanan müridi tıpkı bir anne babanın çocuklarını, bir öğretmenin öğrencisini, bir ustanın çırağını yetiştirmesi gibi yetiştirir. Mürşidin buradaki rolü, müridi manevî kirlerden arındırmak üzere bu yola sevk etmektir.4
Manevî eğitimde kişinin kendi başına terbiye olmasını imkânsız gören Ebû Ali Dekkâk da bir ağacı diken ve bakımını yapan bir kişi olmayınca onun çiçek açabileceğini, ancak meyve veremeyeceğini; aynı şekilde müridin de kendisinden istifade edeceği bir rehberi yoksa onun sadece nefsinin arzularına kulluk edeceğini ifade etmiştir.
Müridin şeyhinin gözetiminde sürdüreceği bu eğitim süreci her an muhasebe ve murakabeyi de gerektirmektedir. Böylece nefsini basabilir. Bir mürşid-i kâmilin gözetimindeki sâlik, başkalarından önce kendi nefsinin eksiklik ve kusurlarını görürse, nefsinin kibir ve gurura kapılarak bencilleşmesine engel olur.
Nefsin bencilleşmesini engellemenin bir başka yolu da nefsi daima kınamak ve onu küçük görmektir. Kişi, nefsini yerdiği zaman, nefsin kendini beğenme duygusu da engellenmiş olur. Nefis, tüm kötülüklerin kaynağı olarak kabul edildiğine göre nefsin isteklerine de boyun eğilmemelidir. Nefsin arzularının tam tersi yapılıp şehvetlerden uzak tutulmalıdır. İlim ve Allah korkusuyla kontrol edilmelidir.
Mürid, Allah’a ulaşmakla noktalanacak manevî yolculuğu esnasında kendisini tehlikeye atacak olan şu üç husustan uzak durmalıdır: “Kendisine uyulan şehvet, tâbi olunan heva ve kişinin, nefsinin çağrısına uymasıdır.”5
Tasavvuf büyüklerine İslâm’ın ne olduğu sorulduğunda cevap olarak nefsi, muhalefet kılıcı ile boğazlamaktır, diye cevap vermişlerdir. Hulûsi Efendi (k.s.) de şöyle diyor:
"Bu nefsi katledip ey can selamet ber-kenâra çık
Anın katline tevhid gibi bir keskin sinân olmaz6
Zünnûn el-Mısrî: “İbadetin anahtarı tefekkürdür, isabetli olmanın alâmeti, hevâ ve hevese, nefse muhalefettir. Nefse ve hevâya muhalefet, onun arzularını terk etmek demektir.” diyerek nefse muhalefeti, ibadette isabetli olmanın temeli olarak nitelendirir. İbni Atâ nefis konusunda; “Nefis, cibilliyeti icabı edepsizdir, hâlbuki kul sürekli olarak edebe riayet etmekle memurdur. Nefis, tabiatı icabı muhalefet meydanında at oynatır, kul harcadığı çaba ile nefsin fena arzularına ulaşmasını engeller. Nefsini doludizgin salıveren, ser ve kötü islerde onun ortağı olur.”7 der.
Nefse muhalefetin Allah katındaki değeri konusunda Sehl b. Abdullah: “Nefse ve nefsin hevâ ve hevesine muhalefet edilmek suretiyle Allah’a ibadet edildiği gibi başka bir şeyle ibadet edilmemiştir.” demiştir. Nefsanî arzuları terk etmek ve nefsi kırmak, isteklerinin zıddına hareket etmek suretiyle onu tedavi ve terbiye etmek; açlık, susuzluk ve uykusuzluk gibi güçsüz ve kuvvetsiz hale gelmeyi temin eden mücahede çeşitlerine göre daha mükemmel ve daha tesirli bir tedavi tarzıdır.
Her ne kadar açlık, susuzluk ve uykusuzluk gibi hususlar da nefsin arzularını terk kısmına girerse de durum böyledir. Sâlik, nefsin hevâ ve heveslerini terk etmek için bu şehvetleri, Allah korkusuyla ve büyük sevkle kalpten atmaya çalışmalı, sabır ile de nefsin hevâya gidişini durdurmalıdır. Muhammed b. Verrak: “Uzuvlarını nefsanî arzularla tatmin ederek razı kılan, kalbine pişmanlık ağacını dikmiş olur.” demiştir. Bu durumda pişman olmamak için, nefsin arzuları kontrol edilmeye çalışılmalı ve denetim altında tutulmalıdır.
Nefsi kötü huylardan uzaklaştırmak, güzel huylar kazandırmak lazımdır. Nefsi kötü şeylerle meşgul etmektense, Allahu Teâlâ’nın güzel bulduğu işlerle meşgul etmek daha uygundur. “Nefis, öyle bir şeydir ki; sen onu meşgul etmezsen, o seni meşgul eder.”8 sözü, buna işaret etmektedir. Nefse muhalefet için en etkili yolu, onun isteklerinin zıddını yapmak olarak niteleyen Serî Sekatî şöyle demiştir: “Otuz-kırk yıldır nefsim, havucu hurma pekmezine batırıp yemek istiyor; ama yine de ben onun isteğini yerine getirmiyorum.”
Sâliklerin seyr ü sülukteki seferlerinin nihai hedefi, nefislerine karşı zafer kazanmaktır. Nefislerini yenip muzaffer oldular mı vuslata erdiler, demektir. Nefis terbiyesinde; nefis ile isteklerinin arasına engel koymak, ona korku salmak, rahatlığını azaltıp önüne birtakım zorluklar koymak, gıdasını kısmak, lezzetlerden onu yoksun bırakmak ve Allah’ın emirlerine uyma isteği kibir duygusuna galip gelinceye kadar onu tehdit altında bırakmak da önemli terbiye metotlarındandır. Nefis terbiyesi ve nefisle mücadele, nefis muhasebesi, nefsi küçük görmek ve yermek, nefse muhalefet ve onu şehvetlerden uzak tutmak başlıklarının her biri en ince detayına kadar incelendiğinde birçok yol ortaya çıkar ki bunların her biri nefis eğitiminde ayrı bir metot olarak kullanılabilir.9
Müridin nefis eğitimini tek başına sürdürmesi çok zordur. Cemaatle namaz kılmak isteyen kişi, kendisine uyacağı bir imama nasıl muhtaç ise mürid de peşinden gideceği, kendisini doğru yola iletecek bir şeyhe ihtiyaç duyar. Çünkü din yolu, girift iken şeytanın yolları pek çok ve alenidir. Kendisini doğru yola iletecek şeyhi bulunmayan kişiyi şeytan, kendi yoluna iletir.
Nefis, terbiye edilerek kötü huy ve sıfatlarından arındırılabileceğini düşünenlerden İbn-i Kayyım, nefsin kötü huylarının nasıl giderilebileceğini şeyhin birine sorar ve şeyhten şu cevabı alır: “Nefsin afetleri, yolcunun yolundaki akreplerin ve yılanların belâlarına benzer. Eğer yolcu bunları öldürerek, yolu bunlardan temizlemeye koyulursa, yola devam edemez ve yol alması mümkün olamaz. Fakat senin himmetin; yoluna gitmek, onlara yönelmemek ve onlardan yüz çevirmek olsun. Bütün bunların neticesinde yolda ilerlemene bir engel çıkınca onu öldür, sonra yoluna devam et.”
Şeyhin vermiş olduğu cevap, müridin asli işini yapmaya öncelik vermesi; hedefine ulaşması için önündeki tüm engelleri ortadan kaldırması gerektiğini vurgulamaktadır. Malik b. Dînâr çarşıda dolaşır, canının çektiği şeyi gördüğünde nefsine: “Sabret, vallahi seni bundan benim yanımda değerli olduğun için men ediyorum.” dermiş. O halde ahiret mutluluğunu elde etmenin yolu nefsi heveslerden men etmek ve arzulara muhalefet etmektir.10
Serî Sakâtî, “Kırk yıl nefsim benden ekmeği pekmeze bandırıp yememi istedi ama ben bunu kendisine tattırmadım.” derken mübah olan maddelerle zevk almaktan nefsi uzaklaştırmadıkça ahiret yoluna girilmesinin kolay olmadığını bize gösteriyor. Göz, görmüş olduğu her güzel şeye bakmamalıdır. Bu bakmayı alışkanlık haline getirirse kendisini helal olmayan şeylere bakmaktan alıkoyamaz. Helali arzulayan nefis haramı da arzular. Her helal şey elde edilip kullanılırsa doyumsuz hale gelen nefis harama yönelir.
Bunun daha ileri boyutu nefis tam anlamıyla dünya zevkine yönelir, şımarıkça ve hor kullanılmış bir hayatı yaşar, kalpten korku, hüzün, ölümü hatırlama ve ahiret hallerini düşünme ortadan kalkar. Bunların her biri kalp için birer hastalıktır. İnsanlar farklı konumlarda olmalarından ötürü her insan için mücahede ve riyazet yöntemi de farklıdır. Burada temel ölçü, dünya coşkusuna sebebiyet veren her şeyden vazgeçmesidir. Nefis her hoşuna giden şeyi elde etmek için uğraşmamalıdır.
Bunu sağlamanın yolu kişi kalbinde var olan veya gelen hastalıklardan kurtulmak için kalp üzerinde hâkimiyet kuran, nefsin hoşuna giden şeylerden uzak durmalıdır. Kişi kalbini meşgul eden, etkileyen her türlü şeyden zaruret oranında yararlanarak kalbini onlara meyletmesinden muhafazaya çalışmalıdır. Kendisine yetecek oranda faydalanarak onlarla yetinmeyi öğrenmelidir.11
Cenab-ı Hak Hz. Davud (a.s.)’a şöyle vahyediyor: “Ey Davud! Ashabını nefsanî arzulara uymaktan sakındır, kaçındır. Zira nefsanî arzularına uyan kalplerin akılları bana perdelidir. Nefsanî arzularını, isteklerini yerine getirenlerle Zatımın arasında perdeler vardır, basireti açılmaz.”
Nefsin ilacı ona muhalefet etmektir. Cüneydi Bağdadî (k.s.) da şöyle buyurmuştur: “Bir gün, teheccüt namazına kalkmıştım. Namaz kılmaya başladım. Fakat kendimde ne herhangi bir hal ve ne de diğer gecelerde almış olduğum tadı buldum. Uyumak istedim ama uyuyamadım, oturamadım. İçimden bir ses, sanki bana dışarı çıkmamı söyledi. Kalktım kapıyı açtım.
Baktım ki yolun ortasında, elbisesine sarılı bir adam var. Adam kapının sesini duyunca, başını kaldırıp baktı ve beni görünce şöyle dedi:
– Ya Cüneyd! Bu saat dışarıya çıkma zamanı mıdır? Dedim ki:
– Evet, dışarıya çıkma zamanı değil ama çıktım. Bana şöyle cevap verdi:
– Ben kalpleri çeviren Allahu Zülcelal’e, senin kalbini bana çevirmesi için yalvardım. Sen bunu biliyor musun? Ona cevaben:
– Allahu Zülcelâl, bu isteğini yerine getirdi. Bana ihtiyacının ne olduğunu söyle, dedim. Dedi ki:
– Ya Cüneyd! Benim hacetim şudur; insanın kalbi ve ruhu için bir ilaç ne zaman bulunabilir? Dedim ki:
– Ne zaman ki nefis, kendi hevasına muhalif olursa bütün manevi hastalıklarına ilaç bulmuş olur. Ben bunları söyledikten sonra, yerinden kalkıp yürümeye başladı ve şöyle dedi:
“Ey Nefsim! Duyuyor musun? Ben sana yedi sefer bu şekilde cevap verdim, sen bunu kabul etmeyip ‘İllaki Cüneyd’den duyacağım.’ dedin. Duydun mu?” diye, kendi kendine konuşarak gitti.
Ebu Bekir Temestanî şöyle demiştir: “En büyük nimet, nefis diyarından çıkmaktır. Çünkü insan ile Allahu Zülcelal’in arasındaki en büyük perde nefistir.” Unutmamak lazımdır ki, nefse muhalefet ibadetin başıdır. Allahu Zülcelal’in rızasına giden yol üzerinde olmanın alameti, nefse muhalefettir. Nefse muhalefet etmekse, onun arzu ve isteklerini terk etmektir.
“Nefse muhalefet etmek suretiyle Allahu Zülcelal’e ibadet edildiği gibi başka bir şeyle ibadet edilmemiştir.” Nefse muhalefet etmek, Allahu Zülcelal katında çok makbuldür. Çünkü nefis, daima Allahu Zülcelal’in emir ve nehiylerinin tersine hareket eder. Ona muhalefet edip, Allahu Zülcelal’in emir ve nehiylerine sarıldığımız zaman bu hal, Allahu Zülcelal’in de çok hoşuna gider.
Dipnot
1. Ateş, Es-Seyyid Osman Hulûsi, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, (Haz. Prof. Dr. Mehmet Akkuş-Prof. Dr. Ali Yılmaz), Nasihat Yayınları, İstanbul, 2006, s. 9.
2. Ali, Bolat, “Değerler Eğitiminde Tasavvuf” Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016 Sayı: 40, ss.33-48, s. 42.
3. El-Muhâsibî, Haris b. Esed, Şerhu’l-Ma’rife ve Bezlü’n-Nasîha, Mısır, Dâru’s-Sahâbeli’t-Türâs, 1993, s. 43-49.
4. Ali, Bolat, “Değerler Eğitiminde Tasavvuf”, s. 42.
5. Mekkî, Ebû Tâlib, Kûtu’l-Kulûb, (çev. Yakup Çiçek-Dilaver Selvi), Semerkand Yay., İstanbul, 2004 Cilt: I, s.77.
6. Divan, s. 9.
7. Kuşeyri, Abdulkerim, Kuşeyri Risalesi, (Haz. Süleyman Uludağ), Dergah Yay., İstanbul,1999, ss. 151- 152.
8. Sühreverdî, Avârifü’l-Meârif, Avârifü’l-Meârif, Tasavvufun Esasları, (çev. H. Kamil Yılmaz-İrfan Gündüz), Vefa Yay. İstanbul, ts.,s. 213.
9. Âdem Yıldız, İmam Gazzâlî’ye Göre Nefis ve Nefis Eğitimi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Konya, 2007, s. 115
10. İmam Gazzâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, (Trc. Sıtkı Gülle), Huzur Yay., İstanbul, 1998, Cilt: III, s.65.
11. Âdem Yıldız, İmam Gazzâlî’ye Göre Nefis ve Nefis Eğitimi, s.149.
Musa TEKTAŞ
YazarTasavvufî sohbetler, bir edeb mektebi olarak gönülleri eğitir. Mürşid-i kâmil bu mektebin muallimidir, gönül yolunun sâlikleri olan ihvanlar ise bu mektebin talebeleridir. Sohbet ortamında, müritler m...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Dünya, “ev ednâ” sırrına erenler için Allah’a yakın olma yeri, yücelerin yücesi; “denî/alçak”, değersizliği seçenler için ise aşağıların aşağısıdır. Burada mahâret kulun dünyayı nasıl algılayıp, imkân...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Tasavvuf; İslâmî ilimlerin zirve noktası, zübdesi ve özü olarak ifade edilmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) insanda fıtrî olarak var olan dünya sevgisini gönülden atıp, ibâdeti önceleyerek kulluk ş...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Allah’ın sevgili kulları hep dert sahibi olmuştur. İyilik için dertlenmek, ideal olana kavuşmak için dert çekmek vuslatın vesilesi kabul edilmiştir.Derdi olan dermânın peşindedir, ama bulsa mı bulmasa...
Yazar: Musa TEKTAŞ