ÖĞRENCİME MEKTUP
Bereketli bir gün... Güya çalışacak, yapılacak işleri tamamlayacağım. Fakat evvela e-postalarıma ve mesajlarıma bakmam lazım. Beklediğim mektuplar var, geldi mi? Onları görmeliyim evvela... Bu niyetle bilgisayarımı açtığımda, karşıma daha evvel görev yaptığım bir fakülteden tanıdığım zekî ve fakat ilmî gayreti birazcık az olan bir öğrencimin mesajıyla karşılaştım. Öğrencimiz, okuma ve düşünme gayretiyle harekete geçen varoluş sorunuyla karşı karşıya. Haklı olarak, “Ben kimim?” sorusunu sormaya başlamış. Demek ki gayrete gelmiş ve okumaya başlamış. Bu güzel... Okumak, soruları çoğaltmak anlamına geliyor. Ama sorular, “Ben kendimi nasıl tanırım?” şekline dönüşünce... İşte o yaşta sorulması gereken ve hemen hepimizin bir şekilde sorduğu ve hâlâ sorduğumuz bu sorular, nasıl oluyorsa birdenbire insanı sanki içinden çıkılmaz bir kuyuya düştüğü zehabıyla baş başa bırakıyor. Hayır, telaşlanma... O soruyu hepimiz sorduk. Kimimiz cevaplar bulduk, yol aldık; kimimiz hâlâ bir cevabın peşindeyiz. Bu cümleyi kuruyorum; zira öğrencim samimiyetle şunu not etmiş mektubuna: “65 yaşına gelince kendimi tanıdım demek istemiyorum. 21 yaşındayım zararın neresinden dönersem kârdır diyorum. Cevabınızı sabırsızlıkla bekliyorum...” Şimdi ben ona, 51 yaşındayım ve hâlâ o sorularla boğuşuyorum, desem ne olacak? Bir hayal kırıklığı mı? Hayır, hayır... Okuyan, araştıran ve derdi olan her insanın varlık sorunu etrafında zaman zaman bu gibi soruları sorması, “havf” ve “recâ” arasında saatin sarkacı gibi gidip gelmesi lazım. Çünkü düşünce bu gidiş gelişlerde ortaya çıkıyor. Bu hale sufiler, telvin demişler. Telvin, renkten renge girmektir. Evet, sorularımız olacak, sorgulayacağız ve kendimizi bu sorularla tanımaya ve anlamaya çalışacağız. Telvinin bir üstü temkindir... Oraya gelinceye kadar çalışıp çabalamak, kendi hakikatimizi idrak yolunda gayret sarf edeceğiz. İlim, düşünce ve sanat bu gayretin meyvesidir. Aspirin tedavi bekliyordu “genç adam”, o yüzden ivedilikle mektubuna cevap yazmamı istemişti... Eskiden olsa, aspirin çözümler sunardım. Şimdi kaçınıyorum. Ama yine de ona değer verip bir mektup yazmalıydım. Oturdum ve bir mektup yazdım. Şimdi bu mektubu burada, başka öğrencilerimin de yaralarına merhem olabilir mi bilemem ama özel mektup hüviyetinden çıkararak ve ihtisar ederek paylaşıyorum. Buyurun: “Sevgili Ahmet, insanın kendini tanıması da biraz “öteki”ni tanımasından geçer... Ötekisi kimdir? Son dönemlerde yüklenilen anlamıyla farklı kültür veya dil değildir sadece. Ötekisi, bizim dışımızdaki herhangi birisi. Bu bazen kardeşim veya annem ve babam da olabilir. Ötekisi bir aynadır. Buna bakar, kendimi tanırım.
Bilal KEMİKLİ
YazarDaha evvel farklı veçheleriyle İstanbul duraklarımdan söz etmiştim. Bir “taşralı” yahut Divan şairinin ifadesiyle “kenar” yazarı olarak aynama yansıyan İstanbul siluetini tasvir etmiştim. O tasvirlerd...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Günümüz şehir yaşantısı içinde zaman hızlı bir şekilde akıp gidiyor. Her şey sayılara odaklanmış âdeta. Sabah şu saatte kalkacağız, şu saatte işte/okulda olacağız. Şu kadar iş yapacağız, şu kadar para...
Yazar: Erol AFŞİN
Dostlar soruyor: “ Âşığın gözünden dünyayı tarif eder misiniz?” Evet, âşığın gözü, âşığın gözüdür. Bu soruyu o gözün sahibini bulup, ona sormalı... Acaba aşk göz bırakır mı? Acaba âşığın gözü var mıdı...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Şehrin sokaklarına kar yağıyor… İnce ince. Sanki narin bir dokunuş. Sanki bir okşayış. Sanki bir buse. Şehri bunca kirliliğinden arındırıyor kar. Beyaz… Eskiler beyaz, şeriat rengidir derler. Şeriat, ...
Yazar: Bilal KEMİKLİ