Hz. Eyyûb Peygamber'in (a.s) Sabrı Ve Yemini
Eyyûb Sabrı
"Kulumuz Eyyûb'u de an; Rabbine: 'Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve azap verdi.' diye seslenmişti.
'Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su.' dedik.
Katımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere¸ ona tekrar aile ve geçmiş olanlarla bir mislini daha vermiştik."1
'Kulumuz Eyyûb'u de an.'
Demek ki peygamberleri anacağız¸ tanıyacağız¸ anlatacağız. Zaten biz Müslümanlar¸ bütün peygamberlere aralarında fark gözetmeden inanırız ve onları saygıyla anarız. Her Kur'ân okumamızın sonunda 'Veselâmün ale'l-mürselîn/Selâm olsun peygamberlere.' âyetini okuyarak onları selâmlarız.
Bütün peygamberler gibi Hz. Eyyûb de bir insan ve seçkin bir kuldu. Bir insan gibi hayatını devam ettirmekle birlikte Yüce Yaratıcı'ya kulluktan da hiç geri durmadı.
Onun sınav sorularından biri de hastalıkla sınanmasıydı. Kavminden bazılarının sandığı ve iddiâ ettiği gibi¸ onun bu belâlara uğraması işlediği bir günahından dolayı değil¸ sadece sınav içindi. Çünkü Cenâb-ı Hak¸ belâ ve musîbetleri bazen işlenen günahlar sebebiyle verir¸ bazen de kullarını sınamak ve onların derecesini yükseltmek için verir. Eyyûb kulunu da sınayıp derecesini yükseltmek için belâya mübtelâ kılmıştı.
Önce çoluk çocuğunu kaybetti¸ ardından hastalandı. O¸ ağır bir hastalığa tutulmuştu. O¸ hep sabretti ve halini Rabb'ine arz etti. Hastalığını aslâ Rabb'ine izâfe etmedi¸ çünkü hoş olmayan şeyler Yüce Allah'a izâfe edilemezdi. "Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve azap verdi."
Onun hastalığı ağırdı¸ ancak bazı rivâyetlerde anlatıldığı gibi¸ tiksindirici bir hastalık değildi. Ne yaralarına kurt düşmüştü¸ ne de yaralarından yere düşen kurtları tekrar yarasının üzerine koyuyordu. Zira Hz. Eyyûb¸ bir peygamberdi. Allah'ın peygamberleri ise¸ tiksindirici ayıp ve kusurlardan uzaktı. Hz. Eyyûb (a.s.) da öyleydi.
Rivâyete göre Hz. Eyyûb bolluk ve rahat içerisinde bir hayat sürüyor¸ kulluk vazîfesini hakkıyla yerine getiriyordu. Şeytan buna itiraz etti. Dedi ki: "Ya Rab¸ Eyyûb kulun bolluk ve rahat ortamında sana kulluk ediyor¸ onu bir de hastalık ve sıkıntıda dene bakalım sana ibadet ve kulluk yapacak mı?" Yüce Rabb'imiz¸ gerçek kullarının bollukta ve darlıkta kendisine kulluk yaptıklarını göstermeyi murat etti ve Eyyûb kuluna hastalık verdi. O¸ malını mülkünü kaybetti¸ Allah'a hamdetti. Çocuklarını¸ hizmetlilerini kaybetti hamdetti. Hastalandı yine hamdetmeye devam etti. Kulluktan geri durmadı.
"Eyyûb de¸ 'Başıma bir belâ geldi¸ (Sana sığındım)¸ Sen merhametlilerin merhametlisisin.' diye Rabb'ine nidâ etmişti. Biz de onun duâsını kabul etmiş ve başına gelenleri kaldırmıştık. Katımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir hatıra olmak üzere ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik."2
Nihâyet Yüce Rabb'imiz¸ onun duâsına icâbet etti ve hastalığına şifâ ihsan etti. Ancak şifâ bulmak için duânın yanında tedâvi yollarına da başvurmak gerekti. Hz. Eyyûb'dan da öyle yapması istendi. "Ayağını yere vur!" Ayağını vurduğu yerden iki kaynak suyu çıktı. Soğuk ve sıcak suyla tedâvi yöntemini denedi. Sıcak suyla yıkandı¸ soğuk suyu içti ve şifâyı buldu. Nitekim Peygamberimiz de öyle buyurmuştu: "Allah'ın kulları! Tedâvi olunuz. Zira Yüce Allah¸ her hastalığın şifâsını da yaratmıştır. Ancak haramla tedâvi olmayınız."
Hz. Eyyûb'ün duâsında çok ince duâ âdâbını görmekteyiz. O¸ doğrudan hastalığı için şifâ istemedi. Sadece şöyle dedi: "Başıma bir belâ geldi¸ (Sana sığındım)¸ Sen merhametlilerin merhametlisisin." Zaten her şeyi bizden çok daha iyi bilen Yüce Rabb'imize halimizi arz etmek yeterliydi. Şunu ver¸ bunu ver¸ şifâ ver¸ beni iyi et yerine hâlimizi arz etmek kâfiydi. Zira biz¸ hakkımızda hangisinin hayırlı olacağını bilemeyiz. O bilir bizim için neyin iyi ve yararlı olacağını. Eyyûb de öyle yaptı¸ yalnızca Yüce Rabb'in merhamet sıfatına sığındı. Çünkü O'nun merhameti sayesinde insan vardı ve varlığını sürdürebilirdi. Sıhhat de O'nun rahmetinin bir tecellîsi idi.
Elbette bizler hasta olmamak için tedbirimizi alacağız¸ sağlığımızın kıymetini bileceğiz. Hastalandığımız zaman da tedâvi yollarına başvurup Rabb'imize duâ edeceğiz. Her ikisini birlikte yapacağız. Şifâ bulmak geciktiğinde sabırsızlık göstermeyeceğiz ve sızlanıp durmayacağız. "İki nimet vardır ki¸ insanların çoğu bunlarda aldanmıştır. Sağlık ve boş vakit!" İnsanlar çoğu zaman sağlıklarının kıymetini bilmezler¸ sağlıklarına dikkat etmezler ve hasta olurlar. Vakti değerlendirme konusunda da öyledirler. Ellerine geçen vakti değerlendirmeyi bilmezler ve vakit elden çıkınca da panikleyip aceleyle yapacaklarını da şaşırırlar.
İnsan şöyle bir düşünse¸ genel olarak sağlıklı olduğumuz zamanlar hasta olduğumuz zamanlardan çok fazladır. Ne var ki insan¸ senelerce sıhhatli yaşadığını hatırlamaz da¸ hastalandığı zaman sızlanmaya ve şikâyete başlar. Nitekim Eyyûb'e yanındakiler¸ "Duâ etsen de Allah şifâ verse." dediklerinde o şöyle karşılık vermişti: "Rabb'im yetmiş sene bana sıhhat âfiyet¸ bolluk ve rahat verdi; şimdi yedi sene hastalık verdi diye¸ şikâyet mi edeyim!" Hz. Eyyûb (a.s.)¸ ne zaman ki hastalığı ibadetlerini aksatacak seviyeye ulaşınca halini Rabb'ine arz etmişti. Onunki aslâ şikâyet ve sızlanma değil¸ Rabb'ine duâ idi.
Hz. Eyyûb (a.s.)¸ bizlere en kalıcı sabır dersini verdi. Bolluk ve rahatta kulluk yaptığı gibi¸ darlık ve sıkıntıda da kulluk yapılması gerektiğini bilfiil gösterdi. "Doğrusu Biz onu sabırlı bulmuştuk." Sabır¸ başa gelen sıkıntı ve belâlara katlanmaktı. Başa gelenleri sınav sorusu olarak görmek ve onların ilk başa geldiği andan itibaren onlara dayanmak ve direnmekti. Yine sabır¸ ibadette daim olmaya¸ günahlardan geri durmaya sabretmekti. Sabır¸ belâ ve musîbetlerle bilenmek ve pişmekti. Sabır aslâ zillete boyun eğmek değildi. Sabır fiilî duâ idi ve sabrın sonu selâmetti.
"Ey Eyyûb! Eline bir demet sap alıp onunla vur¸ yeminini bozma.' demiştik. Doğrusu Biz onu sabırlı bulmuştuk. Ne iyi kuldu¸ dâimâ Allah'a yönelirdi."3
Hz. Eyyûb (a.s.)¸ hastalığı sırasında hanımına kızmış ve iyileştiğinde ona yüz sopa vuracağına dair yemin etmişti. Eyyûb Peygamber de her şeyden evvel bir insandı. Hastalığı esnasında zayıf noktaları olabilirdi. Zira hastaların bakımı kolay değildi. Hanımı da bakımı sırasında onu kızdırdı¸ Hz. Eyyûb (a.s.) de onu döveceğine dair yemin ediverdi. Ancak hastalığı sırasında karısının şeytanla işbirliği yaptığına dair söylenenlerin aslı astarı yoktu. Zira bir peygamber karısına bu yakışmazdı. Zaten Kur'ân'da da böyle bir bilgi yoktu.
Merhametlilerin en merhametlisi olan Yüce Allah ise¸ Eyyûb Peygamber gibi bir kulunun kadınları dövme konusunda insanlığa¸ kötü örnek olmasına izin vermedi. Ama ortada Allah adına atılmış bir yemin vardı ve yeminin gereği yapılmalıydı. Çözümü yine Rabb'imiz sundu kuluna: "Eline bir demet sap alıp onunla vur¸ yeminini bozma." Maksat kadın dövmek değildi¸ yeminin yerine gelmesiydi. Zira bir araya getirilmiş ekin sapının bir sefer vurulması¸ dayak atma/dövme değil¸ sembolik bir vurmaydı. Aslında bu formül¸ hanımlarını dayakla terbiye etmek zorunda kalan kocalara da açık bir dersti. Çünkü kadın¸ çok nârin ve nâzik bir varlıktı. Onun kırılması çok kolaydı. Kırıldıktan sonra tamiri de pek güçtü.
Nitekim Peygamberimiz hayatında aslâ bir kadına¸ bir çocuğa ve bir hizmetliye bir fiske bile vurmamıştı. Rahmet Peygamberi¸ bu konuda ümmetini şöyle uyarmıştı: "Sizin en kötünüz¸ kadınlarını döven ve onlara kötü davranandır." Bir yolculukta hanımların bindiği develeri hızlı süren hizmetlisini şöyle uyarmıştı: "Yavaş ol¸ develeri yavaş sür¸ yoksa üzerindeki billurları/camları kıracaksın!"
Bazı âlimler¸ "Bu çözüm uygulaması Hz. Eyyûb Peygamber'e has bir uygulamadır." deseler de çoğu ilim adamı bu uygulama bizim için de geçerlidir ve bu uygulama 'Eyyûb ruhsatı' olarak tarihe geçmiş ve bize de ışık tutmaya devam etmektedir.
"Eyyûb ne iyi kuldu¸ dâimâ Allah'a yönelirdi." Demek ki iyi kul olmak için Yüce Yaratıcı'ya yönelmek ve O'nunla her zaman irtibatlı olmak gerekir. Gerçekten Hz. Eyyûb (a.s.) hepimiz için¸ her zaman¸ her konuda örnek olacak güzel bir kuldu. O'na selâm olsun!
Dipnot
Ali AKPINAR
YazarHAPİSHÂNELERDE ESERLER YAZAN BİR ÂLİM: Âlimlerin Güneşi İmam SerahsîOnun unvanı, Şemsüleimme yani Âlimlerin Güneşi’dir. Bugün Türkmenistan-İran sınırında bir kasaba olan Serahs’ta doğmuştur. Vefât tar...
Yazar: Ali AKPINAR
Kur’ân-ı Kerim, bütün insanlığa hayat düsturu olarak gelmiş, Yüce Allah’ın son evrensel mesajıdır. O’nun Peygamberi de bütün insanlığa gelmiş son evrensel elçidir. Bu konu, âyetlerde şöyle ifade edili...
Yazar: Ali AKPINAR
Babası kerâmetleri ve menkıbeleri ile anılan Hz. Ali soyundan Şeyh İbrâhim, annesi Mûsa Şeyh’in kızı Ayşe Hatun’dur. Küçük yaşlarda anne ve babasını kaybeden Ahmed-i Yesevî, sahâbeden olduğu söylenen ...
Yazar: Ali AKPINAR
Mekke’de Kâbe’ye nâzır bir tepede bir adam çevresindekilere şöyle sesleniyor: “Ey Araplar, gelin dilinizi benden öğrenin!” Bu adam, 1074 tarihinde Türkmenistan’ın Zemahşer/Hârizm kentinde doğmuş Mahmû...
Yazar: Ali AKPINAR