ZÜHD VE TAKVA SAHİBİ BİR SAHABİ: EBU ZERR EL-GIFARÎ
Ebu Zerr (r.a.) Mekke'nin ticaret yolu üzerinde Gıfar denilen bir kabileye mensuptur. Bunlar genellikle cahiliye devrinde yol kesmek¸ kervanları soymak ve eşkıyalık yapmakla tanınırlardı.
Ebu Zerr (r.a.) Mekke'nin ticaret yolu üzerinde Gıfar denilen bir kabileye mensuptur. Bunlar genellikle cahiliye devrinde yol kesmek¸ kervanları soymak ve eşkıyalık yapmakla tanınırlardı. Ebu Zerr hazretleri o dönemde kavmi arasında atılganlığı ve cesareti ile şöhret bulmuş¸ gücü¸ kuvveti ve yiğitliği ile o çevrede pek meşhur olmuştu. Puta tapmayı reddeden¸ aklî ve ilmî davranan¸ şair ve edip bir Arap aydını olması nedeniyle¸ yapılan bu tür işlerden zevk almıyordu. Bir gün¸ birdenbire değişerek her şeyin tek bir yaratıcısı olduğuna inanmaya başladı. İslâm'ın henüz zuhur etmediği bir zamanda Allah yolunu tuttu. Öyle ki¸ etrafındaki insanlara¸ "Allah'tan başkasına ibadet edilmez. Putlara tapmayınız¸ onlardan hiçbir şey istemeyiniz!" demeye başladı. İslam'ın zuhuruna kadar ki; yaklaşık üç yıl kendine mahsus bir şekilde Allah'a ibadet ettiği ifade edilmiştir. Ebû Zerr (r.a.)¸ İslâm daha duyulmadan Hakkın davetine cevap veren ve ruhen iman eden büyük sahabelerden biridir.
Bir gün Ebu Zerr'e¸ Mekke'de bir zatın zuhur edip kendisinin peygamber olduğunu iddia ederek insanları yeni bir dine davet ettiği ve Allah'ın birliği hakkında halkı uyardığı haberi geldi. Ebu Zerr (r.a) bu haberi duyunca¸ işin mahiyetini öğrenmek üzere kardeşini Mekke'ye gönderdi. Kardeşi Mekke'ye gitti¸ orada öğreneceklerini öğrenip geri döndü ve abisine:
- Orada gördüm ki¸ Muhammed sadıktır¸ doğru söylüyor; ona karşı gelenler de yalancıdır dedi. Ebû Zerr kardeşinin anlattıklarından sonra Mekke'ye gitmeye ve Peygamberimizi görüp Müslüman olmaya karar verdi. Uzun bir yolculuktan sonra Mekke'ye vardı. Kimseyi tanımadığı için de zuhur eden peygamberi kimseye sormaya cesaret edemezdi. Bir iki gün Kâbe'nin yanında kadıktan sonra bir akşam vakti¸ yine Kâbe'nin bir köşesinde otururken¸ oradan geçen Hz. Ali¸ Ebû Zerr'i gördü. Garip olduğunu anlayarak alıp evine götürdü. Hâlinden bir şey sormadığı gibi¸ Ebû Zer'de ona sırrını açmadı.
Ertesi gün Hz. Ali aynı noktada yine Ebû Zerr ile karşılaşdı. Hz. Ali'nin evine gittiler. Evde Hz. Ali buralara niçin geldiğini sorunca Ebû Zerr'de kimseye söylemeyeceğine dair söz aldıktan sonra geliş sebebini açıkladı. Hz. Ali onu aldı ve doğruca Allah Rasulü'nün yanına götürdü. Ebû Zerr Rasulüllah'ı görünce:
"Selam sana olsun Ey Allah'ın Rasûlü!" dedi. Kâinatın Efendisi selâmını alarak ona İslâm'ı anlattı. Ebû Zerr de Kelime-i şahadeti söyleyerek İslâm ile şereflendi. Ebû Zer Müslüman olmanın verdiği büyük bir iştiyakla:
- Yâ Rasûlallah! Ben bu şahadeti Kâbe'de müşrikler arasında ilân etmedikçe gitmem! dedi. Sonra izin istedi ve kalkıp Kâbe'ye gitti. Orada toplanan müşriklere: "Ey Kureyş! Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasülühû." diye bağırdı. Orada bulunan müşrikler¸ Ebû Zerr'in üzerine saldırarak bayılıncaya kadar dövdüler. Onu müşriklerin elinden Hz. Abbas kurtardı.
Müslüman olmakla şereflenmenin verdiği şevkle¸ öylesine seviniyor ve coşuyordu ki¸ ertesi gün yine Kâbe'nin yanında Kelime-i şahadeti yüksek sesle bağıra bağıra söyledi. Bu sefer de üzerine hücum eden müşrikler¸ yere yıkılıncaya kadar dövdüler. Hz. Abbas yine yetişip¸ onu müşriklerin elinden kurtardı.
Bu heyecanlı insanın¸ o devrede Mekke'de bulunması¸ hem kendi hem de diğerleri için zarar doğuracağından Allah Rasûlü onu¸ kabilesine geri gönderdi ve orada irşada memur etti. Ne zaman İslâm'ın açıkça ilan edildiğini duyarsa¸ yanına gelmesi tembihinde bulunur. Bu emir üzerine Ebû Zerr (r.a.) kendi kabilesine dönüp¸ onlara İslâmiyet'i anlatmaya başladı. Artık bu günden itibaren O bütün kuvvet ve kudretiyle¸ bütün aşk ve şevkiyle¸ bütün cesaret ve şecaatiyle İslâm'ı yaymaya ve öğretmeye çalışıyordu. Bu gayretli çalışmaları sonucunda da başta kabile reisi Haffâf ve kendi kardeşi Üneys olmak üzere kabilenin birçoğu onun eliyle Müslüman oldu. Diğerleri ise daha sonra Peygamberimizi görerek Müslümanlığı kabul ettiler.
Ebû Zerr-i Gıfârî hazretleri Hendek savaşından sonra Medine'ye geldi ve yerleşti. Bundan sonra Peygamber Efendimizin yanından hiç ayrılmadı. Bütün zamanını dini öğrenmeye ayırdı. İlim öğrenmek hususunda büyük gayret sahibi idi. Her şeyi Peygamberimize sorardı. İman¸ ihsan¸ emir ve yasaklar hususunda¸ kadir gecesi ve daha birçok hususların sırlarını¸ izahını¸ namaza dair ince hususları ve nice şeyleri Rasulüllah'a bizzat sorarak öğrenmiştir.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz Ebû Zerr'i çok sever¸ ona¸ hususî iltifat buyururdu. Çok zaman gece geç vakte kadar Rasûlüllah'ın huzurunda kalırdı. Peygamberimizin mahremi¸ sır dostu idi. Onunla mahrem meseleleri konuşurdu.
Ayrıca Ebû Zerr hazretleri¸ Peygamberimizin mübarek elini öpmek saadetine kavuşmuştur. Rasûlullah Efendimize biat ederken de¸ "Hak Teâlâ'nın yolunda hiçbir kötüleyicinin kötülemesine aldırmayacağına¸ ne kadar acı olursa olsun daima doğru sözlü olacağına" söz vermişti. Ömrünün sonuna kadar hep böyle kaldı. Bu hususta Rasûlüllah efendimiz:
-Dünyaya Ebû Zerr'den daha sadık kimse gelmedi¸ buyurdular.
Ebu Zerr ilimde¸ zühd ve takvada¸ doğru ve düzgün söz söylemede¸ ihlâs ve samimiyette başlı başına bir şahsiyetti. Sahabe tarafından "ilim deryası" sıfatıyla vasıflandırılmıştı.
Tebük seferinde Ebû Zerr (r.a.)'ın devesi pek zayıf ve dayanıksız olduğu için geride kalmıştı. Daha sonra orduya yetiştiğinde Rasulü Ekrem Efendimiz: "Allah Ebû Zerr'e rahmet etsin! O¸ yalnız gezer¸ yalnız ölür ve yalnız haşr olunur" buyurdular.
Ebû Zerr (r.a.) tabiaten fakir¸ zahit ve inzivayı seven bir sahabe idi. Dünyaya hiç değer vermezdi. Şöyle buyurmuştur: "İnsanların sevmediği iki şey ne kadar güzeldir. Onlar ölüm ve fakirliktir." Nitekim Rasûlullah'ın irtihalinden sonra dünya ile alâkasını tamamen keserek inzivaya çekildi. Hz. Ebu Bekir'in vefatından sonra da Medine'den ayrılıp Şam'a yerleşti.
Şüphelilerden ve haramlardan son derece sakınırdı. Evinde bir günlük nafakasından fazlasını bulundurmaz¸ hep fakirlere dağıtırdı. Bir defasında Şam valisi¸ tecrübe etmek için¸ hizmetçisi ile bir akşam on bin dirhem altın göndermişti. O gecenin sabahında köle tekrar gelerek:
- Size akşam getirdiğim parayı yanlış yere getirmişim. Başkasına vermem gerekmiş¸ parayı geri istiyorum¸ dedi. Ebu Zerr'in buna cevabı:
- Ben komşumun borç harç içinde kıvrandığı bir zamanda¸ evimde para biriktirip¸ zevk-u sefa içinde yaşamamın doğru olmayacağına inandığım için¸ sizin verdiğiniz parayı daha akşamdan fakir ve perişan kimselere dağıttım. Şu anda sana verecek hiç param yok! oldu.
Hz. Osman zamanında davetle Medine'ye geldiğinde evlerin Sel Dağına dayandığını ve refahın arttığını görünce; Rasûlullah bana "Binalar Sel dağına ulaştığı zaman¸ sen Medine'den ayrıl!" diye emretmişlerdi. İzin verirseniz¸ ben Medine'den gideyim diyerek ve Hz. Osman'ın izniyle Medine yakınlarındaki Rebeze köyüne yerleşti.
Ebû Zerr¸ Rebeze'de çok sıkıntılı günler geçirdi. Evi harab olmuş¸ sırtında elbise kalmamıştı. Ailesi elbiseden bahsettikçe¸ o "bana elbise değil¸ kefen lâzım" diyordu. Nihayet hastalandı. Öleceğini anlayan eşi¸ kefeni dahi olmadığını söyleyerek ne yapacağını ve kendisini nasıl defnedeceğini hem düşünüyor ve hem de Ebû Zerr'e düşüncesini açıklıyordu. O ise yattığı hasta yatağından biraz doğrularak eşine¸ üzülmemesini¸ Mekke tarafından bir kervan gelmedikçe ölmeyeceğini¸ söylüyordu. Nihayet H. 31 yılında bir gün ufukta bir kervan göründü. Kervan konakladıktan kısa bir süre sonra Hz. Ebû Zerr dâr-ı beka'ya göçtü. Bu kervan içinde Abdullah ibni Mes'ud (r.a.)'da vardı. Peygamber dostu büyük sahabenin vefatını öğrenince İbni Mes'ud hem hüngür hüngür ağlıyor hem de Rasulullah'ın: "Ebu Zerr yalnız gezer¸ yalnız ölür¸ yalnız haşr olunur" buyurduğunu rivayet ediyordu.
Muhammed HALICI
YazarŞerefimiz, şanımız var Biz ne büyük bir milletiz Al bayrakta kanımız var Biz ne büyük bir milletiz Üç kıtada at koşturduk Akarsuları coşturduk Dağlar, tepeler aştırdık B...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Hayatın ayrılmaz bir parçası olan ölüm, tarih boyunca düşünürler, din önderleri ve âlimlerin varlığı anlama ve anlamlandırmalarını sağlayan temel kavramlardan biri olmuştur. Bu anlamda ölüm, şairleri ...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Yavuz Sultan Selim’in kısa süren saltanatından sonra Osmanlı Devleti’nin başına geçen oğlu Kanûnî Sultan Süleyman da babası ve dedeleri gibi tasavvufa meyilli bir padişahtı. Hatta o tasavvufa meyli ba...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
“Ebû Ubeyde¸ kahramanlığıyla tanındığı kadar¸ "Emîn'ül-Ümme (ümmetin emini)" lâkabıyla meşhur olmuştur. Rasûlullah onun için: ''Her ümmetin bir emini vardır¸ bu ümm...
Yazar: Muhammed HALICI