YUSUF-I HAKİKİ'NİN MUHABBET-NAME'SİNDEN SEVGİ YOLU
“Somuncu Baba'nın oğlu Yûsuf-ı Hakîkî'nin doğum tarihi bilinmemektedir. Mahabbet-nâme müstensihi onun 1488'de vefat ettiğini söylemektedir.
Allah aşkını hayatının gayesi yapmaya çalışan¸ varlıklara bu gözle bakan ve her konuyu aşk ekseni çevresinde işleyen Yûsuf Hakîkî'nin bilinen eserlerinden olan Mahabbet-nâme'yi günümüz diline sadeleştirerek bu sayfalarda sizlerle paylaşacağız.”
“Somuncu Baba'nın oğlu Yûsuf-ı Hakîkî'nin doğum tarihi bilinmemektedir. Mahabbet-nâme müstensihi onun 1488'de vefat ettiğini söylemektedir.
Allah aşkını hayatının gayesi yapmaya çalışan¸ varlıklara bu gözle bakan ve her konuyu aşk ekseni çevresinde işleyen Yûsuf Hakîkî'nin bilinen eserlerinden olan Mahabbet-nâme'yi günümüz diline sadeleştirerek bu sayfalarda sizlerle paylaşacağız.”
Peşin olarak söyleyelim ki¸ bizim güzel söz söylemek; söylenmemiş sözleri bulup meydana çıkarmak gibi bir kaygımız yok; bütün çabamız¸ her gün sayısız aşk mektupları yazılan evrende birkaç satır yakalayabilmek; aşk esintilerini hissetmek.
Bizim sözlerimiz¸ Yunan felsefesiyle ilgisi olmayan bir hikmettir; tıpkı Yesevî'nin dediği; Yunus'un¸ Attar'ın dediği gibi bir hikmet. Yunan felsefecileri bu sırları bilemez; sırların ardındaki gerçekleri göremez¸ gerçekler ülkesine gidemezler. Onların gittikleri yollar dikenli¸ kaypak; rehberleri ise kördür. Oysa bizim yürüdüğümüz yolların kenarlarında bile gerçekler gül bahçesi vardır. Bu bahçelerin çalılıkla¸ yabanla¸ bağ ile bostan ile¸ sarhoşla¸ şarapla ilgisi olmayıp bahçıvanlarının sözleri bile ebedî hayat¸ dilsizler sözü¸ kendiliksizler özüdür. Bizim şarabımızın şiirlerde çok geçen ve ne idüği belli olmayan şarapla da bir ilgisi yoktur. Bizim şarabımız ağızla da içilmez; içen kimse aklını kaybetmez; bu şarap akla azık¸ içene ruh olur. Bizim şarabımız ezel ve ebet ülkesinden gelen bir esinti; ve O'nunla kuşatılmış olmayı bilmenin ta kendisidir.
Sözümüze kulak tutanlar¸ gerçekten O'nun aşkını duymak istiyorlarsa¸ dalmak üzere oldukları okyanustan bir damla içeren bu havuza dalabilsinler¸ gözlerini açık tutabilsinler yeter.
Burada aşktan¸ sevgiden ve sevgiye giden yolda engellerden başka¸ hiçbir şeyden söz edilmeyeceği için¸ başka muradı olanlar okumaktan vazgeçebilirler.
Can¸ hayat¸ her şey bize bir armağan. Sevmek¸ acımak¸ zevk almak¸ düşünmek gibi büyük nimetlerin yanında¸ bedenimizle birlikte bütün bunları bize vereni bilmek¸ hayatı anlamış olmak manasına gelmez mi? Bilmemek bir eksikliktir; yaratan¸ yaşatan ise bildirmemek gibi bir eksiklikten uzaktır. Eksikli olan nasıl yaratsın!
Yaratıcı; rızk verici¸ affedici¸ kusurları örtücü¸ kahredici¸ var edici¸ yok edici¸ hayat verici¸ suret verici; insanı¸ bitkileri¸ diğer hayat sahiplerini ve her şeyi yaratandır. Âlemi yıldızlarıyla¸ ağaçları ve çiçekleriyle donatan; bunları insanın hizmetine veren O'dur. Aşk ve sevgide bir kötülük olsaydı¸ yaratışına temel yapar mıydı? O'nun verdiği aşkla evren ayakta; âşıklar sarhoş; ve O'nun verdiği aşkla yuvalar şen. Ne yazık o aşksız adama!
Evrene şöyle bir göz gezdirdiğinde görürsün ki¸ şimşek O'nun verdiği aşkla güler yer yüzüne; gök gürültüsü¸ suyun toprağa olan aşkının sesidir. Bulutlar¸ göğün yere olan aşkının mektupları; yağmur¸ aşkın dile gelişi. Güneş¸ ay ve yıldızlar O'nun aşkıyla dönen semazenlerdir. Her şey O'nun aşkıyla döner birbiri çevresinde. O'nun aşkı olmasa ateş tutuşmaz; O'nun aşkı olmadan rüzgâr esmez¸ çölleri¸ dağları aşıp menzile ulaşmaz. Sular¸ seller¸ O'nun aşkıyla akıp durmakta; aşkını duyurmadığı tek bir tohum bırakmamaktadır.
İçinde aşk olmayan¸ aşkı göremez; âşığı tanıyamaz. Dili söyleten aşktır; güzel gördüren ve düşündüren aşktır.
Tabiata taze hayat veren¸ dağları çeşit çeşit çiçeklerle süsleyen¸ bülbülü inleten¸ ağaçlara yapraklarını döktüren¸ lâleyi sarhoş eden¸ bahar bulutlarına gülsuyu akıttıran¸ gülün örtüsünü yüzünden kaldıran hep bu aşktır. Bülbül bu sevgiyle coşmakta¸ herkes de bu sevgiyle coşkuya katılmaktayken senin buna katılma vaktin henüz gelmedi mi?
Sabah ezanı okunmuş¸ kuşlar ve böcekler de dahil olmak üzere zikir meclisi kurulmuş; bütün eşya hâl diliyle O'nun zikrine koyulmuşken sen ne zaman uyanacaksın?
Güneş yükseldi; her günkü işini yine eksiksiz yapmak üzere nasıl da parlamakta. Toprağın altındakiler bile bu ışıkla yer yüzüne çıkıp sanki bir zorlayan varmış gibi nasıl da çabalamaktalar. Tabiat da sanki onların çabasından zevk alıyor gibi nasıl da katılmakta bu coşkuya. Böcekler ve hayvanlar sana bir şey anlatmıyorsa¸ ağaçların ve bitkilerin dillerindeki tatlı¸ lezzetli sözler de mi bir şey anlatmıyor?
Güzelleri görerek¸ lezzetleri tadarak zevk alırsın; toprağın¸ malın mülkün sonsuza kadar sende kalmayacağını bilirsin de neden bunların bir manası olup olmayacağı üzerinde kafa yormazsın?
Can âlemi adam¸ aşk âlemi âşık aramakta. Senin işin topraklarda tepinmek; yiyip içip gerinmek; hayvan gibi semirmekten farklı bir şey olmalı!
Aşk¸ bir kez gönle girdi mi hiçbir engel tanımaz. Aşk¸ aklın aşamadıklarını aşar; ve akıl¸ aşkla birlikte ruhun aydınlanmasıyla önünü görmeye başlayınca şaşırır kalır. Bu sefer aşktan¸ daha fazla delil istemesine de şaşılmaz. Sonra bütünüyle aşk boyasıyla boyanınca bizzat aşk olma iddiasında bulunur. Çünkü aklın işi taklitti; taklitten vazgeçip "ilmi tahkik" kendisine yüz gösterince aşka ulaşmış¸ aşk âlemine ulaşınca da şaşkınlıkla kendisinin de bizzat aşk olduğunu düşünmüştür.
Akıl olmadan aşka gitmek mümkün değildir; aklın yolu ilim yolu; ilmin sonu ise aşktan başka bir şey değil. İlim¸ aklın canıdır; akılsız ilim ne kadar saçma olursa¸ ilimsiz dünya da¸ din de öyle saçma olur.
Dini de dünyayı da diri tutan ilimdir; cehaletten ne din olur ne de takva. Ancak insan¸ ister âlim olsun ister câhil¸ takvasız olursa yine bir faydası yoktur. Âlim de yumuşak huylu¸ sakin tabiatlı olmalıdır. İçinde ilim adamı olmayan topluluklar uyur gezer gibidirler. Dinin hayatı ilim ve amel iledir; Amelin güzeli ise aşkla yapılanıdır.
Kurtuluş yolu sevgi yoludur. Varoluş sevgidir. Var olacak olan da sevendir. Bu yol sevene¸ sana yaraşır; çünkü sen cânân yolunda canınla oynamayı çok ucuz bir şey olarak gördün. Sen de gel! Birlikte aşk şarabı içmeye¸ cihanı unutmaya!.. Aklı¸ teni terk etmeye; gözü yaşlı kılmaya!..
Görüyorsun! Her şey nasıl da dönüyor bir biri etrafında. Gece¸ gündüz; Ay¸ Güneş; mevsimler¸ atomlar; sanki hepsi bir Hak sarhoşu. Bir çiçeği görünce için nasıl kıpırdar; bir güzeli¸ bir güzelliği¸ bir güzel yüzü! Hangisi kalıcı bu güzelliklerin! Bunların her biri birer maske¸ kılıf¸ örtü; mutlak güzel ancak örtü açılınca ortaya çıkar. Ama örtüsüz bakmaya kimse güç yetiremez. Yine de örtünün ardında mutlak güzelin olduğunu bilmenin şevki sana kâfîdir. Bu şevk artık sana hem gözdür¸ hem kanattır¸ hem kuvvettir. Sevgiyle ebedî bir ömür bulup O'ndan yardım geldiğinde ise artık hiçbir şey sana dert değildir.
Ali ÇAVUŞOĞLU
YazarŞerefimiz, şanımız var Biz ne büyük bir milletiz Al bayrakta kanımız var Biz ne büyük bir milletiz Üç kıtada at koşturduk Akarsuları coşturduk Dağlar, tepeler aştırdık B...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Şeyh Abdurrahman Erzincanî’nin soyu, Orta Asya’dan gelerek Erzincan’a yerleşmiştir. Evlâd-ı Rasûl’den ve Yıldırım Bâyezîd devri meşayihlerindendir. Zamanının gerekli ilimlerini memleketi olan Erzincan...
Yazar: Resul KESENCELİ
Gelin yoklukta yok olup¸ sevginin yüce göğünde doğalım. Sevgi¸ mutluluk kaynağı ve bir efendilik derecesidir. Gelin yoklukta yok olup¸ sevginin yüce göğünde doğalım. Sevgi¸ mutluluk kaynağı ve bir...
Yazar: Ali ÇAVUŞOĞLU
“Hazret-i Peygamber (s.a.v) Efendimiz, muhtaç, zayıf ve fakirlere yardımı sever, nerede yardıma muhtaç kimse olursa onun yardımına koşar, ashabına bu hususta emirler verirdi. İyiliksever ve cömertti. ...
Yazar: Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi