Yüce Allah’ın Varlık Delili: “Yaratılışta Kusursuzluk”
Kusur, bir eksikliktir; yaratılmış insana ait eylemlerle ilgilidir. Yüce Allah ise, kemâl sıfatlarıyla muttasıf olup her türlü kusurdan münezzehtir. Bu yönüyle O, yarattığı bütün varlıkları en güzel bir şekilde yaratmıştır. İnsandan tutun da, bitkilere hatta gökcisimlerine varıncaya kadar bu mükemmel düzeni görmek mümkündür. Kur’an-ı Kerim’de geçen birçok âyette güzellik alâmeti olan kusursuzluk, Yüce Allah’ın varlığının delili olarak anlatılır: “Üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl binâ etmiş ve nasıl donatmışız! Onda hiçbir çatlak da (fürûc) yok.”1 Âyette, önce gören gözler için gökyüzünün güzelliğine ve geceleyin açık havada net görülen yıldızlarla süslenmiş durumuna işaret edilir. Sonra da bir kusur alâmeti olan çatlaklığın olmadığı beyân edilir. Bu yargı bir başka âyette de şöyle pekiştirilir: “O ki, birbiri ile âhenkdâr yedi göğü yaratmıştır. Rahman olan Allah’ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?” “Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana (geri) dönecektir.”2 Bu her iki âyetten, Allah’ın yarattığı şeyler arasında bir uyum ve âhengin varlığını anlıyoruz. Yaratılıştaki bu mükemmellik, düzenlilik ve uyumluluk güzelliği tanımlayıcı niteliklerdir. Kusursuzluk sadece semâda değil, bakmasını bilenler için Yüce Allah’ın sanatlı bir şekilde yarattığı her şeyde kendisini gösterir. Güzellik, eşyanın özüne İlâhî irade tarafından yerleştirilmiştir: “O, yarattığı herşeyi güzel yapmıştır.”3 İslâm fıkhında makâsıdü’ş-şerîadan bahsedilir: Zarûriyyât, hâciyyât ve tahsîniyyât... Buna örnek olarak insan verilebilir. Meselâ insanın zarûrî organları baş, kalb; muhtaç (hâciyyât) olduğu organlar ise, göz, el ve ayaktır. Süs ve zînet azâları (tahsîniyyât) ise, yay gibi kaşlar, kırmızı dudaklar, renkli gözler gibi organlardır. İslâm medeniyetinin ihtişamlı olduğu devirlerde bu üç hususun geçerli olduğunu görebiliriz. Özellikle güzelleştirme mânâsına gelen tahsîniyyât, kullandığınız kapı, pencere ve kaşığın üretiminden tutun da üretilen her türlü âlette kendisini göstermiştir. Hatta Mimar Sinan gibi ustaların elinde Yüce Allah’ın el-Celâl ismi, mîmârîde ihtişâmı; el-Cemâl ismi ise, iç mîmârîde tezyînâtı temsil etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de zînetin/süsün fâili, Allah olarak gösterilmiştir: “Andolsun, biz gökte bir takım burçlar yarattık ve seyr edenler için (li’n-nâzırîn) onu süsledik.”4 Gökteki yıldız kümelerine “burç” denir. Bulutsuz bir gecede burçları seyretmek insana ayrı bir zevk ve haz verir. Burçların güzelliğine ve turkuaz renkli semâya bakmak insanı teskîn eder ve onda uhrevî coşkuyu artırır. İslâm tasavvurunda kâinat, mecâzî anlamda güzel bir binâya benzetilir. Âdetâ onda insanın gündelik hayatında ihtiyaç duyacağı her şey vardır. Gökyüzü yükseltilmiş çatı, yeryüzü uzatılmış sergi, yıldızlar bu kozmik sistemin tavanına asılmış lambalar gibidir. Gündüzleyin göğün mavisi, geceleyin gökteki yıldızlar bu evde ikâmet eden insana huzur verir. Gökyüzü mavidir; çünkü insanın gözüne en uygun düşen renk odur. Yeşil ve mavi renklere bakmak insanı dinlendirir, zira insan gözü için en uygun iki renk budur. Nitekim İmam Gazâlî, semâya bakıp düşünmenin insana on faydası olduğunu söyler. Bu faydalar insandan üzüntüyü giderir, vesveseyi atar, korku ve vehmi kaldırır, Allah’ı anmaya vesile olur, kalpte Allah’a karşı bağlılık yerleşir; red ve inkâr düşüncesi yok olur, bazı hastalıklara şifa olur, hasretli bir kimse tesellî bulur, sevenlerin birbirine ünsiyeti artar.5 Bu sebeple özellikle Selçuklular Dönemi’nde yapılan medreseler ve dâru’ş-şifâlarda kullanılan çiniler turkuaz renktedir. Dolayısıyla, masmavi gökyüzündeki güzellik olan “hüsn”ün güzelliği, bu güzelliğe damgasını vuran Mutlak Güzel’i takdir etmeye götürür. Şu âyetlerde de varlıkta estetik düzene dikkatlerimiz çekilir: “O yeryüzüne sâbit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti. Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye, ‘İsteyerek veya istemeyerek, gelin!’ dedi. İkisi de ‘İsteyerek geldik.’ dediler. Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, mutlak güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah’ın takdiridir.”6 İnsanın dışında; yer, gök, canlı ve cansız bütün varlıklar zorunlu olarak Yüce Allah’a boyun eğerler. Buna “teshîr” denilir. Kâinat, ne için yaratılmışsa o maksat dâhilinde ilâhî kanunlara uymakta, yaratanına zorunlu bir şekilde teslim olarak O’nun emir ve iradesine boyun eğmektedir. Varlık düzleminde özgür irade sahibi olan insandan başka hiçbir varlık bu ilâhî emir ve iradenin dışına çıkmaz. İslâm itikadına göre Yüce Allah, zâtıyla aşkın, sıfatlarıyla içkin bir varlıktır. Bu sebeple Allah’ın “alîm” sıfatının kâinatla ilişkisi dâimâ aktiftir. İşte güzellik delilinin malzemesini O’nun “alîm” sıfatı oluşturur. Âlemde görülen sonsuz güzellik, tertip, nizam ve âhenk, O’nun engin ve sonsuz ilminin en açık delilidir. Nasıl ki, gördüğümüz güzel bir yazı, güzel bir resim onların yapıcısı ve yazıcısını işaret ediyorsa, şüphesiz en güzel ve en mükemmel bir sûrette yaratılmış olan bu âlem de onu yaratanın ilim ve kudretinin sonsuz olduğuna delâlet eder. Zira bir şeyin mükemmel olarak yaratılması, o şeyin daha önce tam olarak bilinmesini gerektirir.7 Varlık dünyası içerisinde en mükemmel yaratılan varlık, kuşkusuz insandır. İnsan en güzel bir şekilde yaratılmıştır.8 İnsanın zâhirî sûretinde bir güzellik vardır. Meselâ yüzünde hoşluk, derisinde parlaklık, burnunda güzellik, gözlerinde tatlılık, ağzında kibarlık, dilinde zerâfet, yanaklarında yakışıklılık, saçında güzelliğin mükemmelliği ve şemâilinde topyekûn uygunluk gibi vasıflar, onda bulunan iç güzelliğin fiziksel alana yansımalarıdır. Onu güzel yapan unsurlar arasında şemâilindeki güzellikle birlikte, başta asıl ona verilen ilâhî değer geliyor. Bu değeri Kur’an’ın diliyle ifade etmek gerekirse; Allah’ın eliyle yaratılması9, ona kendi ruhundan üflenmesi10 ve meleklerin ona secdeye davet edilmesidir.11 Bütün bu güzellikler karşısında yaratılışı güzel olan insandan beklenen tek şey, Rabbine karşı güzel ve düzgün iş yapması, değer üretmesidir. Sonuç, kusursuzluk, varlığın güzel olarak nitelendirilmesinin temel ilkelerinden birisidir. Mutlak kusursuzluk Yüce Allah’a mahsustur. O, yarattığı herşeyi kusursuz, mükemmel olarak yaratmıştır. Varlığa bakmasını bilenler, her şeyin özünde estetik düzeni ve bu güzelliği görebilirler. Bu mânâda olgular dünyasındaki güzellik olayı, insana sunulan bir beyândır.12 Her insan estetik düzende güzelliğin varlığını idrâk edebilecek bir kâbiliyette yaratılmıştır. Kur’an, Allah’ı bilme imkânı üzerinde dururken, O’nun zâtını değil, sıfatlarının bir âyet olan tabiat üzerindeki farklı tecellîlerini düşünmeye ve doğal gözlem yapmaya teşvik eder. Bu teşvikte nesnelerdeki güzellik vasfı, ulûhiyetin bilgisine yönlendirmede insan üzerinde bir uyaran olarak işlev görmektedir. Kur’an’a göre olgular dünyasındaki güzellik ise, ’Allah’ın boyasıdır.”13 Âlemde Yüce Allah’ın bu boyası, Musavvir isminin bir tecellîsidir. Eşyada görülen güzellik karşısında insana düşen görev, bizâtihî güzelliğe mahal olan nesnede yoğunlaşarak takılıp kalmak değil, onu aşarak Hüsn-i Mutlak’a yol bulmaktır. Dipnot * Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ 1. 50/Kâf, 6 2. 67/Mülk, 3-4 3. Bkz. 32/Secde, 7. 4. 15/Hicr 16. Ayrıca bakınız. 50/Kaf, 6. 5. Bkz. Gazâlî, el-Hıkme, s.16-18 6. 41/Fussilet, 10-12. 7. Mutkin ve âlim kavramları arasındaki uyumun geniş izahı için bakınız. Adududdîn Îcî, el-Mevâkıf fî Ilmi’l-Kelâm, Beyrut, ts., s.285. 8. 94/Tîn, 5. 9. Bkz. 38/ Sâd, 75 10. Bkz. 15/Hicr, 29; 32/Secde, 9; 38/Sâd, 72 11. Bkz. 15/Hicr, 29 12. Bkz. 67/Mülk, 2 13. Bkz. 2/Bakara, 138
Ramazan ALTINTAŞ
YazarŞiâr, sözlükte, “bir şeyin kendisine özgü niteliklerine kılavuzluk eden alâmet, nişan, sembol, parola” anlamlarına gelir. Çoğulu, şeâir olup, bir şeye alem kılınan, bir şeyle alâmetlendirilen he...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah, yeryüzünü maddî-mânevî anlamda imar etme ve yönetme ehliyetiyle insanı ‘halîfe’ makamına getirirken, ruhlar âleminde verdikleri söze sâdık kalmalarını hatırlatıcı peyg...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Gerçek dostluğun zayıfladığı, her şeyin yarar ve çıkar ilişkileri üzerine kurulduğu bir çağda yaşıyoruz. Öncelikle dostlukların samîmî ve sahih bir temel üzerine yeniden inşâ edilmesi gerekir. İ...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
İslâm’a göre insan hayatı kutsaldır ve bu hayatın korunması için emniyet, huzur, güven, özgürlük ve barış ortamının sağlanması gerekir. İslâm geleneğinde Hanefî-Mâtürîdî âlimler, kimin, insan ha...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ