YESİ'DEN GELEN GÜL KOKUSU: HACI BEKTAŞ-I VELİ
Menakıbnameler¸ irfan semamızın büyük yıldızı Hacı Bektaş-ı Veli'nin Nişabur doğumlu olduğunu söyler ama¸ O'nun manevi toprağı Yesi'dendir.
Menakıbnameler¸ irfan semamızın büyük yıldızı Hacı Bektaş-ı Veli'nin Nişabur doğumlu olduğunu söyler ama¸ O'nun manevi toprağı Yesi'dendir. Ahmed Yesevi'nin halifesinin halifesi olarak irfani hayatı başlar ve İslâm topraklarının çoğuna ayağı değdikten sonra kademi¸ dünyanın inisiyatik merkezlerinden olan Anadolu'ya gelir¸ kökleşir.
Onun aslı sudandır. Makalat'ında beyan ettiği üzre¸ irfan ehli sudan gelir. Her şey aslına dönermiş. O¸ sudan gelmiştir ve suyun sırrına karışmıştır.
Su¸ Ehl-i Beyt-i Mustafa'dır.
Kainatta¸ Tuğrul İnançer hocanın belirttiği gibi¸ hem temiz hem temizleyici tek şey vardır: Su.
O'nun kutlu soyundan gelen bilgeler su gibidir. Rengi ve kokusu olmaz onların. Şekli¸ biçimi yoktur. Girdikleri kabın rengini alır¸ Allah'ın boyasıyla boyanırlar. Kendilerini terk etmişlerdir. İnsan nefsini terk etmeden Allah gelmezmiş. Kişisel algısını silen¸ egosunun sınırlarını terk eden büyük veliler¸ kendilerinde İlahi Hakikat'in tecelli edişiyle birlikte¸ bir mazhara bir aynaya¸ eski tabirle bir memerre dönüşürler. Cilalı (mücella) birer ayna olurlar. Hacı Bektaş-ı Veli de¸ Efendimiz'in kutlu neslinden gelen bu büyük bilge de¸ Hakk'ın mücella bir aynasıdır.
Prof. Dr. Esad Coşan'ın kusursuz çevirisinden okuduğumuz Makalat'ı da bize söyler ki¸ Pir Hacı Bektaş-ı Veli¸ çağının manevi çekim merkezi (Kutb)¸ imam ve temsilcisidir.
Yesi'nin feyizli ve bereketli toprağından esen bir seyit rüzgarı¸ o kutlu beldeden yayılan bir gül kokusudur. Her velinin özel bir kokusundan söz edilir. Umulur ki Hacı Bektaş-ı Veli¸ Efendimiz'in sembolü olan kırmızı gül gibi kokuyor olsun. O koku¸ 'mahiyeti nur hüviyeti nurani olan' Efendimiz'in nurundan gelmektedir. Kamil mürşitler¸ Efendimiz'in birer tecellisinden ibarettir. O'nun kamil varisleri olarak¸ Muhammedi hakikati kendi çağlarında temsil ve temessül ederler. Bu temsil keyfiyetindendir ki¸ Onlarda Nebevi ahlak tezahür eder. İnsanlık için bir sığınak ve liman¸ bir güvenlik ve esenlik yamacı¸ bir hakikat mağarası¸ bir zikir ve tesbih dağıdırlar. Onların manevi yaylasına çıkanlar o İlahi neşveyi tadanlar bir daha geri dönmek istemezler. Hacı Bektaş-ı Veli¸ veteddir¸ çağında arzı tutan sütunlardandır. Efrad ve evtattandır. Seçilmiş ve arınmıştır. Uzun¸ bereketli ve çileli bir seyr-i süluku vardır. Gittiği her beldede çileye girmiş¸ her seferinde kırk gün Rabbi'yle halvet olmuş¸ nefsine verilen hakikatlerin nefhasıyla insanlığa seslenmiştir. Kırk günden kasıt¸ Hz. Musa'nın Tur dağında geçirdiği kırk gündür¸ Efendimiz'in Hira'da yaşadığı kırk özel gündür. Bu rakamlar tesadüfi veya anlamsız değildir. İbn Arabi hazretleri¸ "abdiyyet" denilen saf ve mutlak kulluk halini anlatırken¸ şöyle der: 'Bu makama eriştirilenlerde Rububiyyet vehminden herhangi bir eser kalmaz. Zaten Allah¸ nefsinde Rububiyyet vehminden bir eser kalmayana Rububiyyet giysisi giydirir.' Bu aslında katışıksız kulluktur. Ona ubudet tabir edilir. İbadet¸ kulluk formlarıdır. Namaz¸ zekat¸ oruç¸ hacc gibi. Ubudiyet¸ ibadetlerin bir kimsede süreklilik kazanmasıdır. Ubudet ise¸ bir insanda ubudiyet halinin sürekli galebesine denir. Hacı Bektaş-ı Veli¸ böylesi bir kamil veli¸ bir irfan ehli¸ bir Allah aşığı¸ bir bilge ve abdaldır. Abdal kelimesinin anlamına baktığımız zaman (ki bedel kökünden gelir¸ değiştirme yani) bu hakikat bizi karşılar. Allah¸ kamil velilerden seçtiği bir kulunu abdiyyet makamına yüceltir ve kendi zamanında arzı tutma¸ onu temsil etme¸ manevi düzeni koruma ödevini ona verir. O'nu yanına aldığında (ruhunu kabzettiğinde) bir başkasını yerine getirir¸ onunla değiştirir. Bedel tabiri bunu ima eder. Abdal¸ bedel edilen demektir. Abdalların ilk özelliği¸ Allah'ın muhabbetine mazhar olmalarıdır. Bu¸ akrebiyyet (yakınlaştırılmış olma) hakikatidir. Allah böylesi kamil mürşitlerini Kendisine yakınlaştırır. Bu lütfa mazhar olanlar¸ abdiyyet düzeyine yükseltilir.
Hüseyin Özbay'dan öğreniyoruz ki¸ 'Bektaşilerin Velayetname (Vilayetname) dedikleri eserde¸ Hacı Bektaş-ı Veli’nin hayatına¸ soyuna ilişkin sahih bilgiler' bulmak mümkündür. Yeniçeri Ocağı'nın kuruluşunda görev aldığı biliniyor. Osmanlı Devletinin temellerini atan¸ bu muazzam medeniyeti ilk inşa eden Orhan ve Osman Gazi dönemlerinde etkin bir konumdadır. Baba İshak ve bilhassa Ahmed Yesevi'den manevi dersler almış¸ onlara halifelik yapmış¸ nurani meclislerinde bulunmuş¸ seyr-i sülukuna onlarla başlamıştır.
Hazret'in 13. yüzyılda yaşadığı bütün kaynaklarda belirtilen ortak bir husus. Doğum ve ölüm tarihleri kesin değil¸ lakin 1270'li yıllar olarak belirtiliyor.
Manevi merkezlerin en önemlilerinden olan Horasan'da zahiri ilimlere ilişkin tahsilde bulunduğu da malum. Anadolu'ya kırklı yaşların başlarında¸ Moğol istilasının ilk zamanlarında geçtiği belirtiliyor.
Menakıbnameler¸ Pir'in¸ Horasan'dan çıktıktan sonra ilkin Necef'e geldiğini belirtiyor. Burada Cenab-ı Ali Efendimiz'in türbesinde kırk gün çileye giriyor. Ardından Mekke’ye gidiyor ve yaklaşık üç sene burada kalıyor. Sonraki güzergahında ise¸ Şam¸ Haleb ve Kudüs bulunuyor. Bu ilim ve irfan merkezlerinde farklı medrese ve dergahlarda kalıyor¸ alimlerle ve irfan sahipleriyle görüşüyor¸ onlardan feyz alıyor.
Anadolu irfan tarihinin bir başka Muhammedi gülü Yunus Emre ile¸ Lokman Perende hazretleriyle ve Hz. Mevlana ile görüşmeleri oluyor.
Bilindiği üzere¸ Ahmed Yesevi¸ Yusuf Hemedani hazretlerinin halifelerindendir. Yusuf Hemedani ise¸ yine nesl-i Peygamberi'den olan ve tasarrufunun devam ettiğine inanılan büyük bilge Harakani hazretlerinin dört büyük halefinden biridir. Çığır¸ oradan Bayezid-i Bistami hazretlerine ulaşır. O damar¸ ilahi aşk şarabıyla sermest olmuş değerli bilgelerle doludur. Hem seyyid hem şerif olan Harakani hazretlerinin zengin irfanı o damardan akarak Anadolu'ya¸ Pir Hacı Bektaş-ı Veli aracılığıyla ulaşır.
Bu¸ Efendimiz'in kalbinden aklına inen Kuran'ın sonsuz ve mutlak hakikatidir.
Hacı Bektaş-ı Veli¸ yine umulur ki¸ İlahi Hakikat'in hem dikey hem yatay boyutlarını¸ zahiri ve batınıyla¸ ahlakı ve tefekkürüyle Anadolu'nun muhtaç iklimine bir rahmet yağmuru halinde inişi için zorunludur ve bu tarihsel görevi¸ Hz. Pir¸ bihakkın ifa etmiştir.
Fütüvvet denilen ve sonradan Ahi teşkilatlarına vücut veren isar geleneği de O'nunla kemale ermiştir.
Fütüvvet ahlakının özünde¸ insanın nefsinden ziyade ötekini öncelemesi ve feragat ilkesi yatar. Bu öğreti¸ bir esnaf teşkilatı ve ahlakı olan Ahilik'in de temelini oluşturur. Hacı Bektaş-ı Veli hazretleri¸ Fütüvvet ahlakının kusursuz bir temsilcisidir.
Çeşitli şehir ve beldeleri gezdikten ve seferini Anadolu'da¸ özel görevi için ikmal ettikten sonra Hazret¸ Kırşehir'e yerleşir. Bugün mübarek bedeni¸ Hacı Bektaş ilçesini şereflendirmektedir.
Kendisinden bugüne kalan en büyük kitabi miraş Makalat adlı eserdir. İslâm irfanının yoğun bir özeti olan eser dışında¸ Pir'in kısa bir Şathiyye'si ve Besmele Tefsiri bulunmaktadır.
O'na izafe edilen birkaç risale daha var ise de¸ bunların sıhhatinden emin değiliz.
Hacı Bektaş-ı Veli hazretlerinin Makalat'ı onbir bölümden oluşur ve şunları konu alır : Marifet'in Aslı¸ Şeriat'ın Makamları¸ Tarikat Makamları¸ Marifetin Makamları¸ Hakikatın Makamları¸ Marifetin Bilinen Cevabı¸ Şeytanın Halleri¸ Adem'in (as) sıfatları¸ Adem'in Sıfatı…Varidat biçiminde kalbe gelen ve Kuran'ın hazinelerinden alınmış olan eserden bir iktibasla sizi baş başa bırakıyorum :
"Nefis zalim¸ can muktesit¸ gönül sabıktır.
Dünyada kimi adaletli¸ kimi zalim ve birbiriyle kavga eden beyler var. Vücutta da bir akıl ve bir heva var. Aklın da hevanın da ellibeş askeri var. Fakat akıl askeri; düzen ve temkindedir. Aklın subaşısı ilhamdır¸ hevanın subaşısı vesvesedir. Bu ikisi de her gün savaşırlar. Ne zaman ki akıl askeri heva askerini yenerse¸ o ten ve can Yaradan katında aziz olur. 'İnsanoğlunun içinde bir et parçası var. O et parçası düzelirse bütün bünye düzelir. O et parçası bozulursa bütün bünye bozulur. İşte o kalptir.' Ne zaman ki heva askeri¸ akıl askerini yenerse¸ o ten ve can Yaradan katında hor olur. Allah katında din¸ şüphesiz İslam'dır."
Sadık YALSIZUÇANLAR
YazarYavaşça gözlerini açtı. Nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Son hatırladığı şey zıplarken bir tele takıldığı ve karnının çok acıdığı idi. Ne kadar çabalasa da o telden kurtulamamış bitap düşmüştü. ...
Yazar: Emine Yılmaz DERECİ
Kanûnî’nin küçük oğlu Selim, 28 Mayıs 1524’te İstanbul’da dünyaya geldi. Annesi Hürrem Sultan, saray içinde sözü geçen, etkili bir kadındı. Saray kadınlarına ve hizmetkârlara, Şehzade Selim’in terbiye...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Raziye Sağlam'ın¸ Somuncu Baba Araştırma ve Kültür Merkezi Yayınları'nca yayımlanan 'Gül Kokusu' anlatısı¸ çağımızın kâmil velilerinden es-Seyyid Osman Hulusi Efendi'nin (ks) hayat...
Yazar: Sadık YALSIZUÇANLAR
İnsan hâli üzre imiş. Vaktin oğlu tabiri¸ insanın¸ içinde bulunduğu manevî halin ürünü olduğunu ima eder.İnsan hâli üzre imiş. Vaktin oğlu tabiri¸ insanın¸ içinde bulunduğu manevî halin ürünü olduğu...
Yazar: Sadık YALSIZUÇANLAR