Yesevî Nefesli Bir Şair: Olcay Yazıcı
Yesevî nefesli şair Osman Olcay Yazıcı ile en uzun sohbetim Eyüp Sultan’da cennet ağaçlarından bir ağacın gölgesinde yarım saat kadar sürmüştü. Ben dertlenmiştim de o da mâsûm ve durgun bir rûh hâliyle beni dinlemişti. Ondan önce de birkaç sefer şiirden, edebiyattan ve topluma dair meselelerden sohbet etmişliğimiz olmuştu.
Her gördüğümde mutlaka yanına gider, büyük bir saygıyla hâlini hatırını sorardım. Adımı biliyor muydu, bilmiyor muydu orasını bilmiyorum fakat herkese davrandığı gibi bana da samîmî ve içten davranıyordu. Ben onun sîmâsında çak az insanda olan bir güzellik yakalamış ve bu yüzden kendisine hürmet ediyordum.
Onun diğerlerinden farklı bir tarafı vardı. Üç kuruş için kırk takla atan bir adam değildi ya da insanlara menfaat gözüyle bakan birisi değildi. Ekmeğini yazarlıktan çıkartıyordu ama yazarlığını ticarete alet etmiyordu. Hakîkî mânâda yiğit, mert, mürüvvet sahibi bir insandı. İslâm ahlâkının riyâkâr bir pazarlamacısı değil, onu bütün benliği ile yaşayan bir münevverdi. Üç dört sene de olsa onun gibi bir insanı tanımak benim için bir şerefti.
Duruşunda Müslümanlığın asâleti, bakışlarında imânın izzeti vardı. Harbîden samîmî bir mü’mindi. Hiçbir zaman maddenin esâretine girmeyi kabul etmemişti. Zincir kabul etmeyen hür bir yüreği vardı. Arıyla namusuyla pırıl pırıl tertemiz bir hayat sürdü ve yüz akıyla bu âlemden öteki âleme göç etti. Yakın arkadaşları da onun böyle olduğuna şâhitlik ediyorlar.
Mânevîyatı çok yüksekti. Sanki nefes alırken Orta Asya’dan, Ahmet Yesevî toprağından gelen bir havayı içine çekiyor gibiydi. Sanki içinde sürekli ağlayan ve hiç susmayan bir çocuk vardı. Hüznün yoldaşı olmuş, şair gibi yaşamış, şair gibi ölmüştü. 12 Eylül 2010’da vefât ettiğini duyduğumuzda hem aramızdan ayrıldığı için üzülmüş hem de dünyanın ucuz işlerine bulaşmadan bu âlemden kurtulduğu için sevinmiştim. Çünkü temiz kalmak herkese nasip olmaz.
Yâd Edildi
Onunla ilgili bazı bilgilere vefâtının ikinci yılı münâsebetiyle Zeytinburnu Kültür Merkezi’nde yapılan bir anma toplantısında vâkıf oldum. Programı Yazarlar Birliği İstanbul Şubesinden gelen telefon vesilesi ile öğrenmiştim. Genelde bizi çağıran eden olmaz ama bu sefer sağ olsunlar nezâket gösterip bizi de davet etmişlerdi. Olcay Yazıcı ismini duyar duymaz Bağcılar’ın yokuşunu da çıkmayı göze alarak akşam vakti programın yapıldığı salona doğru heyecanla yollara düştüm.
Salonda her zaman gördüğümüz, tanıdığımız sevdiğimiz abilerimiz, kardeşlerimiz bir de diğer izleyicilerle birlikte merhûmun aile efrâdı vardı. Çok takdir ettiğim için söylemeden geçemeyeceğim; merhûmun çarşaflı hanımı, İslâm kıyafetlerindeki kızları ve efendi bir görünümü olan bir erkek evlâdı da oradaydı. Diğer akrabaları ile beraber bu aileyi gördüğüm zaman, Müslüman sadeliğini, temizliğini, asaletini onlarda hissettim. Ailesinin de merhûmun kendisi gibi iyi ve Hak yoluna bağlı bir aile olduğu besbelliydi.
İlk olarak merhûm Olcay Yazıcı’nın çalıştığı gazetelerden mesai arkadaşı yazar Mehmet Nuri Yardım Bey söz aldı. Konuşmasında şunları söyledi: “Çalıştığımız gazetenin kültür sanat servisini tam kapının dibine bir yere koymuşlardı. Diğer servisler, ekonomi, haber, spor daha mûteber görülüyordu. Gazete ortamı olduğu için kapı sürekli açılıp kapanıyor, bunun için de hava akımı oluyordu. Bunun için Olcay Bey ile ben sürekli hasta oluyorduk. Sonra bizi küçük bir odaya aldılar çok şükür...”
Merhûm Olcay Yazıcı’nın iyi bir şair olmanın yanı sıra iyi bir insan olduğunu da söyleyen Mehmet Nuri Yardım Bey, Olcay Bey’in yaşlı başlı yazarlara yaptıkları ziyâretlerde mutlaka yanlarında bulunduğunu ifade etti. Merhûmun yeri geldiği zaman öfkelendiğini fakat onda sevgi ve vefâ duygusunun daha ağır bastığını söyledi. Şöyle de bir sevgi mesajı vererek sözünü bitirdi: “İnancımız gereği öncelik sevgi ve vefânındır. Birbirini sevmeyen insanlar iyi sanat da yapsalar bence mûteber değildir.”
Onu En İyi Tanıtan
Gecede konuşan şair Bestami Yazgan Bey merhûm ile ESKADER’in kuruluş yıllarında yakın münâsebetleri olduğunu ifade etti. Merhûmun çok dikkat çeken bir vasfını şu cümlelerle ifade etti ki bence onu en iyi tanıtan ifadeler buydu: “Gördüğü yanlışı, o yanlışlığı yapanın yüzüne söyleyecek kadar sert, ama arkasından konuşmayacak kadar mert birisiydi.” Hakîkaten de Bestami Bey’in bu tespiti, hedefi tam on ikiden vuruyordu. Gerçekten de merhûmda kulis olayı yoktu, bu yönüyle nâdîde bir insandı.
Bestami Yazgan Bey’in konuşmasının ardından merhûmun bazı kitaplarını yayınlayan Boğaziçi Yayınlarının yöneticisi Gazi Altun Bey bir konuşma yaptı. Merhûmun Sürmene’de duramayan daha büyük bir yere gitmeliyim diye düşünen ve İstanbul’a gelen bir şair olduğunu söyleyen Gazi Bey şunları söyledi:
“Kendisini Türk Edebiyatı Dergisi’nde yazı işleri müdürlüğü yaptığı sıralardan beri tanıyorum. Vefâtından bir ay önce bana Boğaziçi Yayınlarının sahibi merhûm Ergun Göze’ye bir kitap emânetinin olduğunu, artık o emâneti bana yüklediğini söylemişti. Biz de bu kitabı vefâtından sonra basabildik. Ateşi Uyandıran Şiirler adı ile çıkmıştı. Sonra merhûmun akrabaları Bulut Çocuk adı altında bir dosya daha bana ulaştırdılar, biz onu da çıkarttık.”
Gazi Altun Bey’den sonra Şair Özcan Ünlü Bey bir konuşma yaptı. Merhûmun şiir anlayışı ve karakteri üzerinde ciddi tespitler yapan Özcan Ünlü Bey merhûm ile tanışıklığının 1987 yılına dayandığını, Mehmet Nuri Yardım ve Olcay Abi ile birlikte Türkiye Gazetesinde çalıştığını, onunla uzun yıllar şiir festivallerine beraber gittiğini ve son olarak Kültür Dünyası dergisini beraber çıkarttıklarını söyledi. Aynı zamanda onun iyi bir çocuk şairi olduğunu hatırlatan Özcan Bey, merhûm Ahmet Kabaklı’nın Olcay Bey’i geleneğe bağlı çağdaş Türk şiirinin öncülerinden biri olarak gördüğünü ve bu tespitinin de çok önemli bir tespit olduğunu söyledi.
Erguvan Uğultusu kitabının başucu kitaplarından birisi olduğunu söyleyen Özcan Ünlü Bey onun şiiri ile ilgili olarak şunları söyledi: “Bu kitap onun ilk şiir kitabı olmasına rağmen bu kitapta poetikasını yazmış ender şairlerden biridir Olcay Yazıcı… Aynı zamanda şiirleri hakkında en çok yazı yazılan şairlerden biridir. İlk şiiri 20 yaşındayken yayınlanmıştır. Olcay Yazıcı serbest şiire karşıdır. Türk şiir geleneğinde serbest şiirin olmayacağını, şiirin disipline edilmiş söz demek olduğunu düşünmektedir. Onun şiirlerinin sosyal mistik bir öfkenin olduğunu söyleyebiliriz. Ve onun bir özelliği de şiirlerinde düşünceye ve fikre çok önem vermesidir. Şiirlerinde hiçbir zaman hamasî bir ögeye rastlayamazsınız.”
Namaz Önceliğiydi
Merhûm Olcay Yazıcı’nın üzerinde durulması gereken üç özelliğinin hassaslığı, kırılganlığı ve titizliği olduğunu söyleyen Özcan Ünlü Bey bu unsurların onun şiirine de yansıdığını ifade etti. Zannımca toplantının en anlamlı tespitlerinden birini de yine Özcan Bey yaptı. Şunları söyledi: “Merhûm Olcay Yazıcı edebiyat pazarlamacılığına sonuna kadar karşı çıkmış bir adamdır. Eğer öyle olmasaydı Olcay Yazıcı çok popüler, çok tanınan, çok satılan birisi olurdu. O edebiyatı bir piyasa aracı olarak kullanmadı.”
Özcan Ünlü Bey’den sonra merhûmun dostlarından TYB İstanbul şube başkanı Mahmut Bıyıklı Bey bir konuşma yaptı. Merhûmun konuşmalarına; “Herkes öldü biz de öleceğiz, öyleyse şu yalan dünyada gıybet etmeye, yalan söylemeye, dik durmaktan vazgeçmeye gerek yok.” diyerek başladığını hatırlatan Mahmut Bey şunları söyledi: “Olcay Yazıcı’da namaz her zaman birinci önceliktir. Eğer Olcay Yazıcı bir mecliste durağan bir vaziyetteyken hareketlenme hâline geçmişse namaz vaktinin girdiğini anlardınız. Bir meclise girdiğinde beş dakikada yeni tanıştığı insanlarla kaynaşırdı.”
Ardından söz alan mezar taşları emekçisi araştırmacı yazar Nidayi Sevim Bey de şunları söyledi: “Ben onu namaz kılarken arkasından seyrederdim. Hız çağında yaşamamıza rağmen o hiç acele etmezdi, namazdan sonra da oturur duâ ederdi. Ben de içimden âmin derdim. Bir dönem maddî sıkıntılar çekti. Bir gün cebinde bir yüz lirası vardı, çocuğu olan bir arkadaşına o yüz lirayı verdiğine şâhidim.”
Nidayi Bey’den sonra hikâyeci Şerif Aydemir Ağabey mikrofonu aldı ve şu anısını paylaştı: “Onu kendi memleketim olan Elazığ’a götürmüştüm. Keban Barajı’nın etrafındaki arazilerin o kadar suya rağmen ağaçsız olduğunu görünce çok üzülmüştü. Bizim ilçenin ana caddesinde bekledi, gelip geçenleri durdurup; ‘Kaç ağacın var?’ diye sormaya başladı. Bir genci buldu, ona bunu sordu. O da ne hissettiyse dedi ki; ‘Siz hangi ideolojinin adamısınız?‘ Olcay Bey ona dedi ki; ‘Benim ideolojim yok senin de ağacın yok.”
Bu güzel şâhitlikleri paylaşırken aynı zamanda kültür sanat denilince akla gelen camiâmızın yazarlarından da biraz bahsetmiş oldum. Bu isimleri görmeyi, onları dinlemeyi Rabb’im bizim payımıza düşürmüş. Bütün işlerimizde olduğu gibi kader tecellîleri neticesinde bu Zeytinburnu akşamında onlarla birlikte bir zamanı paylaştık. Fakir de elimden geldiği kadar bu tarihî toplantıdan bazı notları sizlerle paylaşmış oldum. Rûhu şâd olsun değerli şairimizin.
Aydın BAŞAR
YazarSünbül Sinan Hazretleri, hac dönüşü şeyhinin vasiyeti gereği İstanbul’a dönerek kızı Safiye Hatun’la evlendi ve Koca Mustafa Paşa Dergâhında postnişin oldu. 1494 yılından vefâtına kadar (1529) kendi a...
Yazar: Resul KESENCELİ
Kuşkusuz ki camiye, cemaate, hacıya, hocaya, imama, müezzine hürmet etmek bir anlamda dine hürmet etmek demektir. O yüzdendir ki kalbinde iman kıvılcımı olan herkes dini sembollere karşı hassasiyet gö...
Yazar: Aydın BAŞAR
Çanakkale Batı’nın ölüm kustuğu yerdi,Medenî silahlara Mehmetçik göğüs gerdi,Kudurmuş canavara şehadet dersi verdi.Arşa çıkan canların yoludur Çanakkale,Şehidin cennetteki gülüdür Çanakkale.Çanakkale ...
Şair: Yusuf DURSUN
Araştırmacı yazar Hüdâvendigâr Onur Ağabey ile 2008 yılında Cağaloğlu’ndaki kültür muhitlerinde tanışmıştım. Birkaç sefer de kendisi ile çeşitli ortamlarda görüştük. Zaman zaman da internet üzerinden ...
Yazar: Aydın BAŞAR