YENİDEN ŞAHLANMA VE FIRSATLAR DÖNEMİ SULTANI III. AHMED HAN
31 Aralık 1673’te İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Sultan IV. Mehmed, annesi Râbia Emetullah Gülnuş Sultan’dı. Çocukluğu ve gençliği, önceki birçok şehzadeye göre rahat ve serbest geçti. Şehzadeler üzerindeki baskı ve denetim artık bitmişti. O yüzden padişah olmadan önceki hayatı imrenecek derecede güzeldi. Dindar ve Bilime Meraklı Şehzade İyi bir talim ve terbiye ile yetişti. 9 Ağustos 1679’da 5-6 yaşlarındayken, Beylerbeyindeki İstavroz Sarayı’nda düzenlenen Bed-i Besmele Merasimi'yle Seyyid Feyzullah Efendi’den ilk dersini aldı. Dualarla ilk eğitimine başlandı. İlk din tahsilini gördüğü şeyhi Sultanî Mehmed Efendi’den öğrendiği bilgilerle daha çocuk yaşlardan itibaren gönlü ve ruhu maneviyata açıldı, kâmil bir kul oldu. İlgisini çeken birçok ilim dalı ve konuyla meşgul oldu. Arapça ve Farsça öğrendi. Âlimlerin sohbetlerini dinlemeyi, ilimlerinden faydalanmayı ihmal etmedi. Namaz kılmaktan, Kur'an-ı Kerim ve dinî kitaplar okumaktan çok hoşlanırdı. Dinî bilgisini ve kültürünü artırmaya çalışan inançlı, zeki ve çalışkan bir şehzadeydi. Dindar olduğu kadar ilmî, kültürel ve teknolojik çalışmalara karşı da çok alâkalıydı. Avrupa’daki bilimsel olayları yakından izlerdi. Matbaa gibi bilimsel ve teknolojik gelişmelerle ilgilenmeyi çok seviyordu. Eğitimle, bilimsel ve teknolojik gelişmelerle ilgili kitapları devamlı olarak okur ve takip ederdi. Hükümdar olduktan sonra gerçekleştireceği birçok yeniliğin temelini daha o zamandan atmıştı. İlk Başarı ve Prut’ta Kaçan Fırsat Kardeşi Sultan II. Mustafa’nın tahttan uzaklaştırılması üzerine, 22 Ağustos 1703’te padişah oldu. 30 yaşında, 23. padişah olarak tahta çıktı. İlk önemli başarısı 1708’de gerçekleşti: İspanyolların elindeki Oran Kalesi, Osmanlı Ordusu tarafından fethedildi. Rusya, Çar I. Petro zamanından başlayarak sıcak denizlere (Akdeniz ve Ortadoğu’ya) inmeyi ve dünyaya hâkim olmayı amaçlıyordu. Bunun için de öncelikle Kızıl Deniz ve Karadeniz’i ele geçirmeliydi. Önünde iki önemli engel vardı: İsveç ve Osmanlı. İsveç Kralı XII. Charles, birkaç savaşta Rusya’yı yenmesine ve durdurmasına rağmen 1709’daki Poltova Savaşı’nda yenildi ve Osmanlı’ya sığındı. Kralı takip eden Rus ordusu, Osmanlı topraklarına girdi. Birçok köyü kasabayı yaktı yıktı, Müslümanlara zarar verdi. Padişahlığı döneminde barışçı bir siyaset izlemeye çalışan III. Ahmed bile Rusların bu saldırganlığına daha fazla dayanamadı. Nisan 1711’de Sadrazam Baltacı Mehmed Paşa’yı başkomutan tayin ederek sefer emri verdi. Osmanlı Ordusu, Temmuz ayında Prut Nehri kıyısında Rus ordusuyla karşılaştı. Çar Petro savaş meydanında bulunmayıp geriden izliyordu; komuta Şermetivef’deydi. Rus ordusu batağa saplanıp büyük bir yenilgiye uğradı. Açlık, susuzluk ve düzensizlikten perişan oldu. Lale Devri ve Yenilenen Osmanlı Osmanlı, Prut’tan sonra kaybettiği toprakları kazanma mücadelesine devam etti. 1715’te Mora’yı Venediklilerden geri aldı. Karlofça’nın bozulduğunu öne süren Avusturya, Venedik’le ittifak etti. Osmanlı Ordusu, Avusturya ve Varadin’de yaptığı savaşları kaybetti. Sadrazam Silahtar Ali Paşa şehit düştü. Avusturyalılar, Temeşvar ve Belgrad’ı işgal etti. Çaresiz kalan Osmanlı, Avusturya’ya barış teklif etti ve Pasarofça Antlaşması imzalandı. (21 Temmuz 1718) Antlaşmayla on yıldan fazla sürecek bir barış yapıldı; ancak Osmanlı önemli topraklar kaybetti. Daha da kötüsü kaybettiği toprakları geri kazanma ümidi sarsıldı. Ayrıca anlaşma Osmanlı’da, daha sonra “Lale Devri” tabiriyle adlandırılan yeni ve farklı bir dönemi başlattı. Padişah, devlet adamları ve İstanbul halkı, laleye büyük ilgi gösterdiği ve yaygınlaştığı için bu devir söz konusu bitkinin adıyla anıldı. Öyle ki saraylar, köşkler ve evlerin bahçelerinde 200’den fazla lale çeşidi yetiştirildi. Bu devirde Osmanlı Devleti’nde bilim, teknoloji, sanat, edebiyat ve düşünce alanlarında önemli gelişmeler yaşandı. Fatih ve Kanunî döneminden sonra Osmanlı ikinci rönesansını gerçekleştirdi. Birçok yenilikler yapıldı: İstanbul’da çini imalathanesi, kumaş dokuma fabrikası, ilk itfaiye teşkilatı Tulumbacı Ocağı ve Yalova’da kâğıt fabrikası açıldı. En önemlisi de Osmanlı’nın ilk resmi matbaası kuruldu. Ayrıca birçok cami, medrese, kütüphane, saray, köşk, aşevi, çeşme, park inşa edildi. Mühim gelişmelerden biri de Viyana, Paris gibi Avrupa başşehirlerine geçici elçilikler açıldı. Yirmisekiz Mehmed Çelebi, Paris’e gönderilen ilk resmî elçi oldu. Ayrıca Avrupa ülkelerine eğitim amacıyla ilk defa öğrenci gönderildi. Avrupa’daki bilimsel, teknolojik ve kültürel gelişmeler yakından izlenmeye başlandı. Yanyalı Esad Efendi, Mehmed Said Efendi ve şair Nedim gibi ilim, fikir ve edebiyat adamlarından oluşan bir Tercüme Heyeti kuruldu. Heyet, Doğu ve Batı dillerine ait klasik eserler Türkçeye çevirdi. Şair Nedim, Nakkaş (Minyatürcü) Levni bu dönemde yetişmiş meşhur şahsiyetlerdendi. Resmî Matbaa Nasıl Kuruldu? İlk resmî devlet matbaasını kurma çabaları IV. Mehmed zamanında başladı; ama neticeye 1727 yılında ulaşıldı. Gecikmede; İstanbul’daki, mesleği kitap yazıcılığı olan hattatların büyük rolü vardı. Hattatlar, geçimlerini kaybetmek kaygısıyla matbaanın Osmanlı’ya girmesine haklı olarak direndiler. Çünkü bu yıllarda İstanbul’da binlerce hattat vardı. Matbaanın gelmesiyle birlikte bu kadar insan bir anda işsiz kalacak; büyük bir ekonomik kriz yaşanacaktı. Onun için matbaaya geçiş yavaş ve sınırlı gelişti. Müteferrika’nın matbaayı kurarken, dinî ilimlere ait kitapların yazımını hattatlara bırakması, gelebilecek büyük tepkileri dizginledi, ekonomik ve sosyal bir bunalımı önledi. İlk matbaa, Macar asıllı Müslüman İbrahim Müteferrika tarafından İstanbul’da, Sultan Selim mahallesindeki evinin bodrumunda kuruldu. Müteferrika’ya bu konuda, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, ilk Avrupa elçisi Yirmisekiz Mehmed Çelebi ve oğlu Said Efendi yardım etti. Matbaanın kurulabilmesi için şeyhülislamın fetvası, padişahın fermanı gerekiyordu. Onlar bu işi desteklediklerinden fetva ve ferman kolay çıktı. Müteferrika, matbaayı kurmak için verdiği dilekçede, “Biz tefsir, kelâm ve fıkıh kitapları dışındakileri basmak istiyoruz” isteğinde bulunduğu için fetva ve ferman da ona göre çıktı. Şeyhülislam Abdullah Efendi, Müteferrika’ya basılmasını gerekli gördüğü iki kitabı da tavsiye etti. Matbaa açıldıktan sonra yönetim ve ulemadan bir karşı koyma olmadı. Hatta âlimlerden bazıları ilk kitabın başına övgü yazıları yazdılar. Bunun da ötesinde devlet, maddi ve manevi olarak her türlü desteği verdi. Matbaada ilk olarak 1729’da Türkçe-Arapça sözlük niteliğindeki “Vankulu Lügati” basıldı. Patrona Halil İsyanı Patrona Halil, Beyazıd Hamamı’nda tellaklık yapıyordu. 28 Eylül 1730’da etrafına topladığı bir grup serseri ve hapishane kaçkınıyla birlikte isyan etti. Lale Devri’nde yöneticilerin lüks, eğlence ve israfa dalmalarına ve artan aşırı harcamaları karşılamak için esnaftan alınan vergileri artırma yoluna gitmelerine tepki göstermesi belki normal karşılanabilirdi. Fakat tepkisini dile getirmek için seçtiği yol ve kullandığı yöntem son derece yanlıştı. Hele de isyan sırasında talan ve zulme başvurması kabul edilemezdi. İsyana yeniçeriler de destek verdi. Çünkü Damat İbrahim Paşa’nın yeni bir askerî birlik kurma çabalarından rahatsızdılar. İstanbul günlerce Patrona Halil ve adamlarının çıkardığı patırtı ile çalkalandı. Esnaf yağma korkusuyla dükkân açamadı. İsyancılar Topkapı Sarayı’nı bastılar ve başta Damat İbrahim Paşa olmak üzere birçok devlet adamının yönetimden uzaklaştırılmalarını istediler. III. Ahmed, isyancıların isteğine ne yazık ki boyun eğdi. Fakat isyancılar tatmin olmayıp padişahı yalancılıkla suçladılar. Sarayın önünde “Yalan söyleyen padişah bize lâzım değil! Biz Sultan Mahmud Han’ı isteriz!” diye bağrıştılar. Tahtından Olan Padişah Sultan Ahmed, isyanı istese çok rahat bastırabilirdi. Fakat olayın daha fazla büyümesini ve kardeş kanı dökülmesini istemedi. Kaderine razı oldu. Zaten 57 yaşına ayak basmıştı ve padişahlığının da 27. yılını yaşıyordu; yaşlanmış ve yorulmuştu. Sonunda padişahlıktan ayrılmaya karar verdi. Yerini yeğeni Şehzade Mahmud’a bıraktı; alnından öperek kendi eliyle tahta oturttu. (1 Ekim 1730) Yeğeninden son isteği şu oldu: “Merhamet sahibi ol. Cömertliği elden bırakma. Gayet tasarruf üzere ol. İhtiyaç sahiplerine adaletle davran. Kimseden beddua alma. Devlet işlerini baban ve ben başkalarına bıraktığımızdan, bu durum başımıza geldi. Sen bizzat idareyi ele al.” Bundan sonraki hayatını kendine ve ahirete hazırlanmaya ayırdı. Zamanının büyük bir kısmını ibadetle, Kur'an-ı Kerim ve dinî eserler okumakla, dua etmekle geçirdi. Tahttan indirildikten 5 yıl 9 ay sonra, 63 yaşında İstanbul’da şeker hastalığından vefat etti. (24 Haziran 1736) Kabri, Yeni Camii içerisindeki Turhan Sultan Türbesi’ndedir. Özellikleri, Hobileri ve Eserleri Güzel bir hobisi de çiçekçilikti. Çiçek yetiştirmeyi, özellikle laleyi çok severdi. Sarayın bahçesini lalelerle süsletmişti. Onlarla ilgilenmekten ve bakımlarını yapmaktan büyük mutluluk duyardı. Aynı zamanda iyi bir nişancıydı. Öyle ki, 85 adımlık mesafeden tüfekle tek atışta bir altın parayı vurabiliyordu. Osmanlı tarihinde tuğra yazabilen tek padişahtı. Kendi adına yazdığı alışılagelmiş tuğralar dışında, üzerinde farklı ifadelerin olduğu, is mürekkebiyle 10 adet tuğra yazdı. Bunların birinde kendisini, Yavuz Sultan gibi “Haremeyn’in Hizmetkârı” olarak tanıttı. Biri Topkapı Sarayı'nda, diğeri Yeni Cami’de olmak üzere iki kütüphane açtırdı. İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak amacıyla Derya-yı Sim isimli su bendi yaptırdı. Diğer mimarî eserleri şunlardır: Üsküdar’da Yeni Valide Camii, Çorlulu Ali Paşa Medresesi, İbrahim Paşa Camii ve Külliyesi, İstanbul’da Yeni Postane arkasında Daarül Hadis ve Sebil, Topkapı Sarayı’nın giriş kapısı ile Ayasofya arasına (üzerine kendi el yazısıyla “Besmele ile aç, suyu iç, Ahmed Han’a dua et!” duasını yazdığı) İstanbul’un ve Lale Devri’nin sembol yapılarından Sultan Ahmed Çeşmesi, Ortaköy Camii önündeki çeşme, Üsküdar Şemsi Paşa’da Hüsrev Ağa Camii önündeki çeşme, Çubuklu Camii yanındaki Mesire Çeşmesi. Kaynakça: Naîmâ, Naîmâ Tarihi, C.6, İstanbul, 1280; Silâhdar Mehmed, Silahtar Tarihi, C.1-2, İstanbul, 1928; Râşid, Tarih-i Râşid, C.1,3, İstanbul, 1292; Mustafa Nuri, Netâic’ül-Vuku’ât, Haz: N. Çağatay, C.3, Ankara, 1987; Ahmed Refik, Baltacı Mehmed Paşa ve Büyük Petro, İstanbul, 1327, Lale Devri, İstanbul, 2010; İ. Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C.4, İstanbul, 1972; İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.4/1-2, Ankara, 1988; A. Nimet Kurat, Rusya Tarihi, Ankara, 1987; Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi Sefâretnâmesi, Haz: A. Uçman, İstanbul, 1975; S. Nüzhet Gerçek, Türk Matbaacılığı, İstanbul, 1939, Müteferrika Matbaası; İsmet Binark, Eski Kitapçılık Sanatımız, Ankara, 1975; Edward Çarleson, İbrahim Müteferrika Basımevi ve Bastığı İlk Eserler, Çev: Mustafa Akbulut, Ankara, 1979; Münir Aktepe, “Baltacı Mehmed Paşa”, DİA, C.5, “Ahmed III”, C.2, DİA.
İsmail ÇOLAK
YazarÇanakkale’nin köylerinden her gün bıyığı henüz terlememiş, çocuk denilebilecek yaştaki yüzlerce genç, savaşa katılmak üzere birliklere katılıyordu. Kısa süreli bir eğitimden sonra bölük bölük cepheye ...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Aslen, Kara Afrika’nın kuzeydoğusundaki Sudan’dan olan Zenci Musa, 1880 yılında Girit’te doğmuştur. Babası Girit’te erken yaşta ölmüş; dedesi tarafından büyütülmüştür. Mısır’da yaşayan ve katıksız bir...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Köyde, erkeklerin bile kalmadığı zor ve kara günler yaşanıyordu.Bir gün Balıkesir’in İvrindi Köyü’ne bir grup subay ve asker, cepheye yine asker toplamaya gelmişti.Köylüleri, muhtar kanalıyla meydana ...
Yazar: İsmail ÇOLAK
İçinde yaşadığımız gezegene yerküre, yerküredeki canlı varlıkların, özellikle de beşer hayatının devam ettiği ortama ise dünya diyoruz. Dünya ile ilgili olan her şey “dünyevî” ahiretle ilgili olanlar ...
Yazar: Mukadder Ârif YÜKSEL