YENİÇAĞIN HÜKÜMDARI FATİH VE BİLİMİN ÖZGÜRLÜĞÜ
Batı’nın Karanlık Çağı
Ortaçağ¸ Batı (Avrupa) için¸ gerçekten karanlık bir zaman aralığıdır.
Batı’nın Karanlık Çağı
Ortaçağ¸ Batı (Avrupa) için¸ gerçekten karanlık bir zaman aralığıdır. Zira Katolik Kilisesi¸ daha doğrusu onu temsilen hareket ettiklerini söyleyenler¸ büyücü ve cadılarla mücadele adı altında¸ insanlık dışı katliam ve cinayetlere başvurmuşlardır. Zihinleri donduran bu acımasız eylemler¸ Ortaçağ’da ve Yeniçağ’ın başlarında çok güçlü olan Papalığa bağlı bir yargı kurumu Engisizyon eliyle gerçekleştirilmiştir.
Bilim Adamlarını ve Düşünürleri Yakan
Mahkeme: Engizisyon
Katoliklerin ruhani lideri olan Papa IX. Gregoriuş 1231 yılında Engizisyon’u papalığa bağlı bir şekilde müesseseleştirdi. Bu dönemde çok sayıda insanın direğe bağlanarak yakıldığı bilinmektedir. İspanya’da¸ 1483 tarihinde ilk başengizitörün atanmasıyla¸ 2000 kişi direğe bağlanarak yakılmıştır. Bununla yetinilmeyerek bilim ve bilim adamı birçok insan cezalandırılmıştır. 17. yüzyılda Engisizyon’un verdiği kararlar içerisinde belki en önemlisi ve tarihi değiştirecek olanı¸ 1616’da Kopernik’in ve 1632’de Galile’nin mahkûm edilmesine yönelik olan kararlardır.
Zamanı ve Coğrafyayı Fetheden
‘Bilge’ Hükümdar
Bilim ve düşüncenin Batı’da yok edilmeye çalışıldığı bir çağda¸ Doğu’da Yeni bir çağı tefekkür ve özgürlükle başlatan bir hükümdar çıkar. Bu hükümdar¸ hem coğrafyayı hem de zamanı fetheden¸ Fatih Sultan Mehmet’tir.
Fatih’in çocukluk çağında okuma ve yazmaya fazla bir eğilimi olmadığı bilinmektedir. Hocası Molla Güranî¸ bu ilgisizlikten dolayı kendisini azarlamış ve tehdit etmiştir. Ancak¸ o¸ Ortaçağ’ın en önemli bilim ve hikmet koruyucusu hükümdarı olmuştur. Önde gelen bilginlerle tartışmayı seven Fatih¸ ilim ve felsefeyle ilgisini sürekli muhafaza etmiştir. Bizanslı tarihçilerin haber verdiğine göre o¸ Arapça¸ Farsça¸ İbranice¸ Keldanîce¸ Yunanca¸ Islavca ve Latince’yi bilmektedir.
Fatih’in Kütüphanesi
İstanbul’un fethinden sonra Topkapı Sarayında¸ Fatih¸ bir kütüphane oluşturmuştur. Fatih’in Kütüphanesi denilen bu kütüphane de¸ İslâm dillerinin dışında yazma eserler mevcuttur. Sayısı 587’yi bulan bu yazmaların¸ Bizans’tan kalma eserler olduğu bilinmektedir. Yazmaların yüzde 75’i¸ 9. ve 10. yüzyıllardan kalmıştır. Fatih¸ Doğu Roma İmparatorluğuna son verdikten sonra¸ bu eserleri toplatmış¸ kendi ismiyle anılan kütüphanede muhafaza ettirmiştir. Kütüphanedeki yazma eserlerin tamamına yakınının¸ matematik ve fizik bilimleri sahasına ait olduğu görülmektedir.
Diğer taraftan¸ kütüphanedeki¸ coğrafyaya ait bir eser dikkat çekicidir. Batlamyus’un coğrafyasının İtalyanca bir çevirisi olan bu kitabın önemi¸ yazarının eseri Fatih’e ithaf etmesiyle ortaya çıkmaktadır. 1480 yılının sonlarında yayımlanan eserin ikinci yaprağında¸ Fatih’e hitaben yazılmış ithaf yazısı mevcuttur.
Bu da gösteriyor ki¸ Fatih’in müspet bilimlere olan ilgisi ve ilmin koruyucusu olma özelliği¸ İtalya’da bilinmektedir. İşte yazarın¸ eserini kendi yöneticilerden önce Fatih’e göndermesinin sebebi de bu noktada düğümlenmektedir.
Matematik Astronomi
Okutulan Medreseler
Osmanlı medreseleri¸ Sünnî İslâm anlayışının en özgür fikirli geleneklerini takip etmiştir. Mantık¸ matematik ve astronomi gibi aklî ilimleri dine aykırı bulan¸ bağnaz ulema az da olsa her dönemde var olmuştur. Ancak Osmanlı müderrisleri¸ çoğunlukla¸ Gâzâlî’nin¸ bütün ilimlerin temel ögelerini içeren mantıkla matematiğe karşı çıkışın yararsız olduğu düşüncesini taşımışlardır. Nitekim Osmanlı medreselerinde¸ aklî ilimler¸ okutulacak dersler arasında yer almıştır.
Fatih’in korumasında olan Osmanlı bilginleri¸ İslâm dünyası içinde matematik ve astronomi sahasında önemli mesafeler katederek belirgin bir fark yaratmışlardır. Örneğin fikrî ilimlerde uzmanlaşan Mehmet Fenârî’nin mantıkla ilgili eseri¸ İmparatorluğun son zamanlarına kadar medrese derslerinin temel kitapları arasında bulunmuştur.
İstanbul’un Müslümanlarca fethedilmesinin arkasından¸ Fatih¸ Ayasofya’yı camiye çevirdikten sonra burada bulunan papaz odaları¸ medreseye dönüştürülmüştür. Yine Osmanlı’nın büyük hükümdarı¸ 1466’da arka kısmı tek katlı bir medrese yaptırmış; sonraki sultanlar¸ yeni ilavelerle medreseyi geliştirmişlerdir.
Medrese ve onların profesyonel yöneticilerine çok iyi ve cömert davranan Fatih¸ bazı zamanlar dersleri takip etmiş ve orada zeki olarak gördüğü öğrencileri bir deftere kaydederek¸ medreseyi bitirdikten sonra boş bulunan kadılıklara tayin etmiştir. Ayrıca o¸ bazı yüksek dereceli ulemâ çocuklarına ve torunlarına ayrıcalıklar tanımış; bunları müderris olduklarında¸ kırk akçe ile görevlerine atamıştır.
Matematik ve ilahiyat çalışmalarının koruyucusu ve teşvik edicisi olarak Fatih¸ bu konuların medrese içinde önemli bir konuma sahip olmasına sürekli destek vermiştir. Bu açıdan özgür düşünceli bilginlerin aklî ilimlerde uzmanlaşanlar arasından çıkması şaşırtıcı değildir.
Bu çağda¸ müspet ilimlere yönelişte bir artış söz konusudur. Bununla birlikte¸ felsefî ve bilimsel düşünüş yükselişe geçmiştir. Aynı zamanda çok sayıda Latince eser¸ Türkçe’ye tercüme edildiği gibi¸ tıp¸ matematik ve astronomi alanlarında yeni eserler telif edilmiştir.
Fatih ve Felsefe
Sarayında Rumca katibi olarak yaşayan İmroz adalı Kritovulos’un Fatih’in hayatı üzerine yazdığı ve Karolidi Efendi’nin Türkçe’ye tercüme ettiği eserdeki şu cümleler¸ onun bilime ve bilim adamına verdiği değeri en güzel şekilde açıklar niteliktedir: “(Fatih)¸ Arap ve Acem edebiyatındaki tam bilgisinden başka¸ Yunan filozoflarının Arap ve Acem dillerine çevrilmiş eserlerinden felsefe öğretilerini inceler¸ öğrenmek ve bilgisini genişletmek için bu konuları iyice bilenleri ve uzmanlarını öğretmen olarak yanına alırdı”.
Fatih¸ Kelam ve
Hıristiyanlığın Temel inançları
İlahiyat (metafizik) meselelerine karşı aşırı merakı bilinen Fatih¸ bu konuların tartışılmasından da büyük bir zevk alır. Nitekim çağındaki önemli bilgin Hocazâde Musluhiddin Mustafa’yla Molla Mehmet Zeyrek arasında gerçekleşen ve altı gün süren uzun tartışma¸ bizzat onun huzurunda gerçekleşmiştir.
Yine Bizanslı ve Avrupalı tarihçilerin bildiklerine göre¸ Fatih fetihten sonra¸ Hıristiyan dini ve inanç sistemiyle ilgilenmiştir. Bu çerçevede o dönemde İstanbul Patriği olan Gennadius Scholarius’la Pamma Manastırında Khristo Manastırında (Fethiye camii)¸ Hıristiyan inancı üzerinde tartışma yapmıştır. Hatta bir tercüman aracılığıyla¸ Patrik’ten Hıristiyanlığın temel akidelerini açık ve özgürce anlatmasını istemiştir. Bu izahların da yazıyla kaydedilmesini emretmiştir; sonraları mevcut yazı¸ Mahmut Çelebi’nin babası Karaferye kadısı Molla Ahmet tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir.
Fatih¸ Sanat ve Şiir
Fatih’in yabancı bir ressama portresini yaptırdığı üzerine yapılan tartışmalar¸ günümüze kadar varlığını korumuş bir meseledir. Gerçekten çağının büyük hükümdarı¸ Gentile Bellini isimli Venedikli ressama resmini yaptırmıştır. Ressam Bellini¸ 1479-1480 yılları arasında İstanbul’a gelerek¸ sarayda Fatih’in resimleriyle birlikte başka resimler de yapmıştır.
Osmanlı padişahlarının birçoğu gibi Fatih de¸ şiir ve şaire büyük bir alaka göstermiştir. Öyle ki¸ aynı zamanda kendisi de bir şair olan hükümdar¸ Avnî mahlasıyla şiirler yazmıştır. Hatta o¸ çoğu zaman yanında Türk ve İranlı şairlerin bulunmasından büyük bir zevk almıştır.
Bununla birlikte Fatih’in güzel sanatlara olan düşkünlüğünü de¸ Topkapı Sarayı’ndaki İran ve Çin minyatürleri ispat etmektedir.
Enderun ve Sahn-ı Semân
Fatih Sultan Mehmed’in döneminde kayda değer bir ilerleme ve gelişme gösteren bir kuruluş da Enderun Mektebi olmuştur. Bu eğitim kurumunun okul vasfındaki bir müessese içinde askerlik ve idarecilikten güzel sanatlara kadar çok çeşitli sahalarda bölümleri bulunmaktadır. Enderunda mevcut bölümlere ek olarak bir hastane de mevcuttur.
Fetihten sonra Fatih¸ kendi ismiyle anılan bir medreseyi (dönemin üniversitesi) Fatih semtinde inşa ettirmiştir. Külliyenin yapımı 1463 yılında başlamış ve tamamlanması sekiz yıl sürmüştür. Külliye içinde iki minareli ve bir şerefeli cami ile iki tarafında sekiz medrese inşa edilmiştir. Bu medreselere¸ Sahn-ı Semân veya Semâniye Medreseleri adı verilmiştir. Zikredilenlerle birlikte Külliye içinde talebe yetiştirmek için de arkasında ‘Tetimme’ ismi verilen sekiz medrese daha ilave edilmiştir. Ayrıca Külliye’de¸ misafirlerin hayvanları için ahırlar¸ bir imaret¸ aşhane¸ dârüşşifa (hastane)¸ bir muallimhane¸ bir kütüphane¸ ders okutmaya mahsus dârütta’lim ve iki hamam mevcuttur.
Fatih¸ Peygamberimizin akrabası ve Medine’ye hicret ettiğinde evinde misafir kaldığı Eyyûp el-Ensarî için bir türbe inşa ettirmiştir. Sahn medreselerinin dördü caminin doğusunda¸ dördü ise batı tarafında bulunmaktaydı. Medreselerin her birinin ondokuz odası bulunurken her medreseye de bir müderris (profesör) tayin edilir. Medreselerin vakfiyesine göre¸ dört köşede bulunan müderrisler¸ maaş olarak (günlük) ellişer akçe; ortada bulunan müderrislere¸ 40’ar akçe verilir. Ayrıca bunlara ek olarak da kendilerine beşer akçe günlük ile birer muîd (asistan) tayin edilir. Muidler¸ ilk bilgileri öğrenciye okutur ve müzakere ederler ve kendilerine 5 akçe verilir.
Medreseler¸ bilimsel açıdan yüksek bir eğitim sunmaktadır. Nitekim¸ medreselere girişler ciddi sınavlarla gerçekleşir. Rivayetlere göre¸ medresede çalışmak için kendisine bir oda tahsis edilmesini isteyen Fatih bile¸ bu sınava tabi tutulur. Dolayısıyla medreseye alınacak öğrenci sayısı da sınırlıdır. Her medreseye ancak 15 öğrenci alınabilir.
Medreselerde okuyan öğrencilerin barınmaları için yurt imkânları da hazırlanmıştır. Bu çerçevede¸ her medrese odası¸ ikişer dânişmendînin (öğrenci) hizmetine sunulmuştur. Ayrıca bu kimselere¸ vakıftan ödenmek üzere ikişer akçe yevmiye ile imaretten ekmek ve çorba tahsis edilir. Vakfiyenin “Darüşşifaya ait satırlar(ın)da ‘cüziyat ve külliyatı ve tıbbın ilmi ve pratik kısımlarını bilen¸ kavrayışlı¸ belirtilerden sonuç çıkarabilen¸ hastalıkların nedenlerini kestirebilen ve bulabilen¸ onları tedavi edebilen¸ çok esirgeyici ve merhametli¸ tecrübesi çok’ bir hekimin günde 20 akçe maaşla ve bir de cerrahlık sanatını bilen bir cerrahın günde 5 akçeyle tayini şart kılınmış olması gösteriyor ki¸ ilk zamanda müderrislere daha az maaş tahsis edilmiş ve darüşşifaya yalnız bir hekim tayin olunmuştur.”
Külliye’nin vakfiyesi kütüphane için bir takım kuralları da tespit eder. Bu çerçevede vakfiyede dikkat çekici nokta¸ kütüphane uzmanın görevlerinin açık bir şekilde belirtilmesidir:
“Kitaplar¸ ‘yararlı ve kitapların adlarını bilen’ hâfız-ı kütüp tarafından müderrislerle öğrencilere nöbetleşe olarak ödünç verilecek ve maiyetinde bulunan bir kâtip de bütün kitapların adlarını bir deftere kaydettikten sonra¸ onları muhafaza ve hatta bir kitabın yapraklarından birinin kaybolmamasına dikkat eyleyecektir.”
Darüşşifa
Külliyenin yakın kısmında müderris ve öğrenciler için¸ bir darüşşifa – ki¸ burada bütün hastalıkların tedavisi yapılır ve ilaçları verilirdi- ile gurbetten gelen ulema ve yolcuların barınması ve beslenmesi için bir misafirhane (tâbhane) kurulmuştur.
Darüşşifa¸ Fatih’in yazdırdığı vakfiyesinin kuralları çerçevesinde hizmet vermiştir. Vakfiyenin bildirilen ilke ve kurallar şöyledir:
“Darüşşifa için ilmî ve pratik alanlarda hâzık (usta) ve becerikli¸ feragat sahibi¸ hangi taifeden (kavimden) olursa olsun¸ iki hekim¸ bir göz hekimi¸ bir cerrah¸ eczacı¸ hademe ve kapıcı tayin ve hekimlerin¸ her gün iki defa¸ hastaları ziyaret etmesi şart kılınmıştır.”
Vakfiyenin tespit ettiği düzenlemeler¸ bunlarla sınırlı değildir. Düzenlemelerde hastalara verilecek yiyeceklere sarf edilecek paranın miktarı da dahil olmak üzere her şey düşünülmüştür.
Darüşşifaya ait vakfiyenin son kısmında aşçının hastalara faydalı olacak her türlü yemekler pişirmesini bilmesi yazılıdır. Bununla birlikte sağlık hizmetlilerinin hastalarla olan ilişkisi ve görevleri de ihmal edilmemiştir. Bu çerçevede hasta hizmetçilerinin¸ hastalarla sohbet etmesi ve onlara iyi muamele edecek insanlardan seçilmesinin gerekliliği hususunda hassasiyet gösterilmesi belirtilmiştir.
Kaynakça
1- Adnan Adıvar¸ Osmanlı Türklerinde İlim¸ V. baskı¸ İstanbul 1991.
2- Aykut Kazancıgil¸ “Osmanlılarda Bilim ve teknoloji”¸ Osmanlı Ansiklopedisi (Tarih¸ Medeniyet¸ Kültür)¸ İstanbul 1996.
3- AnaBritannica Genel Kültür Ansiklopedisi¸ “Engizyon” mad.¸ İstanbul 1998¸ VIII.
4- Halil İnalcık¸ Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300-1600)¸ çev: Ruşen Sezer¸ IV. baskı¸ İstanbul 2004.
5- İlber Ortaylı¸ Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek¸ XV. baskı¸ İstanbul 2006.
6- Yusuf Halacaoğlu¸ “ Osmanlı Devlet Teşkilatı”¸ Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi¸ İstanbul 1993.
Bayram Ali ÇETİNKAYA
YazarYavaşça gözlerini açtı. Nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Son hatırladığı şey zıplarken bir tele takıldığı ve karnının çok acıdığı idi. Ne kadar çabalasa da o telden kurtulamamış bitap düşmüştü. ...
Yazar: Emine Yılmaz DERECİ
15 Temmuz’da köprüye yürüyenler arasındaydık. Bir hafta sonra kızımın düğünü vardı ve biz düğün hazırlıklarıyla uğraşırken, hiç aklımıza gelmezdi böyle bir gecenin yaşanacağı. O akşam çocuklarla Çeng...
Yazar: Raziye SAĞLAM
Yavuz Sultan Selim’in kısa süren saltanatından sonra Osmanlı Devleti’nin başına geçen oğlu Kanûnî Sultan Süleyman da babası ve dedeleri gibi tasavvufa meyilli bir padişahtı. Hatta o tasavvufa meyli ba...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Yaşadığımız çağın şehirleri¸ kaoş karmaşa ve kargaşanın girdabında boğulmakla karşı karşıyadır.Yaşadığımız çağın şehirleri¸ kaoş karmaşa ve kargaşanın girdabında boğulmakla karşı karşıyadır. Şehir ve ...
Yazar: Bayram Ali ÇETİNKAYA