YAVUZ SULTAN SELİM’İN İLME VE ÂLİMLERE SAYGISI
Sultan Selim Han, ilim öğrenmeye çok meraklı idi. Geceleri üç veya dört saatten fazla uyumaz, vaktini ilim öğrenmekle geçirirdi. Bu hâl müsait zamanlarda da devam ederdi. Hususi meclislerinde ilmî ve edebî mübahaseler olur, değerli ilim adamı ve şairler bu meclise iştirak ederlerdi. Okumaya o kadar meraklı idi ki, savaşa gidiş ve dönüşlerinde seyyar kütüphanesi yanında bulunurdu. Seçtiği kitaplardan bazan kendisi okur bazan da nedimlerine okutur ve dinlerlerdi. Çoğu kez bilgileri hocaları ile de mütalaa ederdi. Mısır seferi dönüşünde İstanbul’a gelinceye kadar İbn-i Tagriberdi’nin ‘Nücûmu’z-Zahire’ isimli eserini, Kemal Paşazâde’ye tercüme ettirmiş, menzillerde parça parça kendisine takdim edilen tercümeleri okumuştur. Selim Han’ın edebî bir lisanla yazılmış olan ve pek muğlak olan Vassaf Tarihi’ni mütalaa etmesi Arapça ve Farsçadaki yüksek vukufiyetini göstermektedir. Kemal Paşazâde, Osmanlı Tarihi eserini onun emri ile yazmıştır. Mısır’daki ikameti esnasında Hind ve Çin haritalarını yaptırmıştır. Âlimlere karşı çok hürmetkârdı. Mısır dönüşü Kemal Paşazâde ile at başı beraber sohbet ederek gelirlerken Kemal Paşazâde’nin atının ayağı çamurlu bir çukura girmiş ve ürken at, ayağını hızla çekince sıçrayan çamurlar sultanın kaftanını kirletmişti. Kemal Paşazâde üzülmüş, mahcup olmuş ve ne diyeceğini bilememişti. Onun hâlini gören Selim Han: “Üzülmeyiniz hocam. Âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, bizim için üzüntü değil; bir iftihar vesilesidir.” Sonra adamlarını çağırarak “Alınız bu çamurlu kaftanımı, öldüğüm zaman üzerime örtünüz” diyerek ilgililere teslim eder. Yüzyıllardır beri bu kaftan, bir camekân içerisinde Selim Han’ın sandukası üzerinde durmaktadır. İlmin değerini ve ilim adamlarına verilen kıymeti gösteren bu hadise ve onun sergilendiği Selim Han türbesi gençliğimize bir mektep değerindedir. Selim Han pek celalli olmasına rağmen âlimlerin hak sözlerini kabul eder ve kendi kararlarından vazgeçerdi. Meşhur müftü Zenbilli Ali Cemali Efendi ile olan diyalogları meşhurdur. Bir defasında Selim Han, Topkapı Sarayı hazinesi görevlilerinden yüz elli kişiye sorumsuz davranışlarından ve vazifelerini ihmalden dolayı gadaplanarak öldürülmeleri konusunda emir vermişti. Müfti Zenbilli Ali Cemali Efendi durumu öğrenince derhal Divan-ı Hümayun’a geldi. Kubbe vezirleri saygı ile kalkıp kendisini karşıladılar ve başköşeye oturttular. “Ne buyurursunuz?” diye sorduklarında Müfti Efendi: “Saadetlü padişahın yüce tahtı eşiğine iletilecek sözüm vardır.” cevabını verdi. Onlar da durumu padişaha bildirdiler. Selim Han’ın görüş izni vermesi üzerine Ali Cemali Efendi arz odasına girerek padişahı selamladı. Selim Han’ın izzet ve ikramına kavuşarak gösterilen iskemleye saygı ile oturduktan sonra: “Devletlü Padişah! Fetva makamında olan bu duacınızın üzerine vaciptir ki Padişah Hazretlerini vebal ve günah olacak işlerden saklaya. Ondan şer’-i şerife aykırı bir iş sâdır olacak olursa huzurlarına varıp doğrusu ne ise açıkça bildirmek, âlimlerin ittifakı ile sabittir. İşittiğime göre küçük bir günah sebebiyle nice kullarınızın katline ferman buyurmuşsunuz. Bu gayr-ı meşru’ emirden feragat ve rücu’ etmek vaciptir. Bundan vazgeçmezseniz Allahu Teâlâ’nın indinde mesul olursunuz.” Selim Han Şeyhülislam’ın bu ikaz edici tavrına ve kararından kesin bir dille geri dönülmesini isteyen sözlerine alınmış ve kızmıştı. “Bu iş saltanatın gereklerindendir. Âlimler böyle işlere karışırsa devlet idaresi kargaşaya uğrar. Sorumsuzluklara göz yummak, beğenilecek tutum değildir. Hem bu işlere karışmak sizin göreviniz de değildir” dedi. Müfti bu sözlere karşılık: “Ben saltanat işlerine karışmam. Belki ancak ahiretiniz hususuna mukayyed olurum. Zira ol benim vazifemdir. Söylemeyip sükût etsem günahkâr olurum. Emr-i ma’ruf ve nehy-i münker bana lazımdır. İslamiyetin emir ve yasaklarına uymakta Hakk Teâlâ’nın cümle kulları birdir. Emir ü vezir, gani ü fakir, sagir u kebir, Allah’ın kulları olmakta beraberdir. Hakk Teâlâ her günahın karşılığında ya ta’zir (azarlama) ve yahud belli bir had cezası takdir etmiştir. Bu miktar suç için Hakk teala katl emretmedi. Yoksa ahiret gününde padişahımdan sual olunur.” Padişah bütün bu sözlerin hak olduğunu ve Allah rızası için söylendiğini ve kendi ahireti için söylendiğini bilip kızgınlığı geçti. “Affettik’ diyerek Ali Cemali Efendi’ye lütuf gösterdi. Neşe ile uzun müddet sohbet ettiler. Müfti Efendi sohbet sona erip gitmek üzere ayağa kalktığında: “Padişahım ahiretiniz ile ilgili hizmeti yerine getirdim. Mürüvvetle ilgili bir sözüm daha var.” dedi. Padişah ‘onu da söyle’ buyurunca: “Affettiğiniz bu kulların, vazifelerinden ayrılıp muhtaç kalmaları ve sokaklarda el açarak dolaşmaları padişahlığın şanına layık mıdır? Saltanatın gereği oldur ki onlara tekrar görevleri ve işleri tayin buyurula.” dedi. Padişah onun bu şefaatini de kabul edip, çeşitli iltifatlar ederek evine yolcu etmiştir. Buna benzer bir hadise de padişahın Edirne yolculuğu sırasında geçmiştir. Selim Han Edirne’ye gidişi sırasında Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi de kendisini uğurlamaya gelenler arasındaydı. Padişahı yolcu edip dönerken dört yüz kişinin elleri bağlı olarak götürüldüklerini gördü. Bunların niçin elleri bağlı olarak götürüldüklerini sordu. “Padişah ülkede ipek alınıp satılmasını yasaklamıştı. Bunlar bu yasağa uymadıkları için yakalandılar ve cezalandırılacaklar.” dediler. Zenbilli Ali Efendi, Selim Han’a yetişti. At başı beraber olarak giderlerken ipek alışverişinde bulunan dört yüz kadar tüccarın cezalandırılması emrine katılmadığını söyledi. Padişah bu eleştiriden kırıldığını belli ederek: “İnsanların üçte birini yola getirmek için üçte ikisini yok etmek mübah değil midir?” diye sordu. Müfti, “Ancak büyük bir kargaşada mübahtır.” cevabını verdi. Bu cevap üzerine Padişah: “Bir hükümdarın buyruğuna karşı gelmekten daha büyük kargaşa olur mu? Bir padişah ki emri memleketinde geçmeye, onun ülkesinin çökmesi pek yakındır.” dedi. Ali Cemali Efendi: “Bunların karşı geldikleri kesinlikle sabit değildir. Zira ipek eminliğinin bulunması bu ticarete izin verildiğinin delilidir.” dedi. Padişah daha da hiddetlenmişti. “Senin saltanat işlerine ait bu gibi hususlarda söz söylemen vazifen değildir. İşine bak!” dedi. Bu sözler karşısında Zenbilli Ali Efendi de üzülmüş ve sinirlenmişti. “Bu husus ahiret işlerindendir ve buna karışmak benim vazifemdir. Zira bu adamları katlederseniz büyük vebal vardır.” diyerek selam vermeden hiddetle padişahın yanından ayrıldı. Bu davranışı padişahın gazap ateşinin iyice alevlenmesine neden olmuştu. Hiddet içerisinde atının dizginlerini çekip durdu. Herkesin gözü kendisine ve vereceği karara odaklanmıştı. Bir müddet atı üzerinde sessiz ve hareketsiz bekleyen padişah kızgınlığını bastırıp tekrar yola koyuldu. Konağa varınca söz konusu tutukluları affederek saldı ve böylece İslamiyet’e bağlılığını herkese göstermiş oldu. Edirne’ye vardığında ise Zenbilli Ali Efendi’ye hem Rumeli hem de Anadolu kazaskerliğini verdiğini belirten hükmünü gönderdi. Sultan Selim nâmesinde şöyle diyordu: “Tasallub-ı dinî ve istikamet-i tıynî ile ittisafun ve kemal-i insaf u intisafun mâlumum olmağın kaza-i tarafeyni cem itdüm ve her kelam-ı hakka ilkayı sem’ itdüm.” (Dini meselelerdeki titizliğin ve de yaratılışındaki dürüstlüğün ile direnmen ve insaf ve anlayıştaki olgunluğun bilinmekle her iki kazaskerliği bir araya getirip sana verdim ve her doğru söze kulağımı kabarttım). Zenbilli Ali Efendi ise bu gönül açıcı ve çekici sözlerle getirildiği yeni görevi ile ilgili olarak padişaha şu cevabı yazdı. “Eşi olmayan padişahımın emrine uymanın başlıca görev olduğu bilinmekte ve âlimlerin zihinlerine de nakşedilmiş bulunmaktadır. Ve lâkin dilimden ve kalemimden “hakemtü” (hükmettim) sözcüğü çıkmaya diye Rabbime söz vermiştim. Ol ahdimizi korumak yüzünden, vuku bulan kusurumuzu af buyurmak, bu duacı kulunuzun en büyük ricasıdır. Ümit ederim ki, padişahımın affı olmuş ola.” Dinin hakkını korumak için mal ve mevkiden kaçınmayı ilke edinen bu büyük âlime karşı Padişahın gönlü daha da meyletmişti. Onun bu davranışına karşılık ricasını kabul ederek beş yüz altın hediye eyledi ve dualarını istirham etti. Bu hadiseler Selim Han gibi celalli bir padişahın şahsında Osmanlı padişahlarının, hukuk karşısında tutumunu ve mensup oldukları dinin kurallarına bağlılığını net bir biçimde ortaya koymaktadır.
Ahmet ŞİMŞİRGİL
YazarAllah Rasûlü’nün arkadaşlarını yani ashâb-ı kirâmı çok severiz. Bunun pek çok haklı gerekçesi vardır. Bunları alt alta yazacak olsak yine de hakkıyla yazamayız. Çünkü onlar, sevilmeleri için zikredile...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Fil, Akkadça, Süryânîce, Habeşçe kökenli bir kelimedir. Karada yaşayan en büyük hayvanın adıdır fil. 5-8 ton ağırlığında 3-4 metre yüksekliğinde filler vardır. 70-80 sene ömür süren filler, ağırlıklar...
Yazar: Ali AKPINAR
Nedir bilirim kardeşliğin rengi Hangi renge benziyor desem hangi Su gibi toprağı yumuşatarak Sevgi tohumu yeşertebilmektir Nedir bilirim kardeşliğin rengi Renkler üstü bir cümbüşün ahengi Yaşa...
Yazar: Mehmet SERTPOLAT
Yavuz Sultan Selim Han doğduğunda; babası II. Bâyezîd’ın Amasya’da şehzade olduğu bilinmektedir. Doğum tarihini bazı kaynaklar 1467-68 bazıları ise 1470 olarak bildirmektedir. Annesi Dulkadirli Alaüdd...
Yazar: Bekir AYDOĞAN