Velilere Göre Mürşide Duyulan İhtiyaç
Tasavvuf büyükleri manevî yolun birçok zorluklarla dolu olması hasebiyle, bu yolda usul ve erkân öğretecek ehliyetli mürşidlere ihtiyaç olduğunu söylemişlerdir. Hazreti Mevlâna bu yolun tehlikelerine binaen kılavuzun şart olduğunu söyler. Şöyle nasihat eder: “Ey Hak yolunun yolcusu kendine pir seç, çünkü bu yolculukta pirsiz olursan, pek büyük afetler, korkular, tehlikeler vardır. Çok defa geçtiğin bu yolda bile kılavuzsuz geçersen şaşırır kalırsın.”[1] Prof. Dr. Mustafa Kara aynı hususu şöyle dillendirir: “Bu yolun kendine has özellikleri olduğu için, karanlık noktaları, tehlikeli virajları olduğu için rehbere ihtiyaç vardır. Mürşid elinizden tutacak siz yürüyeceksiniz.”[2] Salik bu tehlikeli yolda bir mürşidin elinden tutmaz ve yalnız başına yürümeye kalkarsa, yolun tehlikeleri ile baş edemeyip yolda kalabilir. Yunus Emre Hazretleri; “Evliyaya uğramaz ise yolun/ Göçtü kervan kaldın dağlar başında” derken böylesi bir tehlikeye dikkat çekmiştir. Hoca Ahmet Yesevî Hazretleri aynı hakikati şöyle ifade eder: “Tarikata şeriatsız girenlerin/ Şeytan gelir imanını alır imiş/ İş bu yola pirsiz dava kılanları/ Şaşkın olup ara yolda kalır imiş.”[3] Tasavvuf yolunda kılavuza olan ihtiyacı bir benzetme ile anlatacak olursak şu misali verebiliriz. Bugün İstanbul Boğazı’ndan geçen yabancı gemiler için yetkililer mutlaka kılavuz kaptan bulundurmalarını tavsiye ediyorlar. Çünkü boğazın kimi yerleri akıntılı, kimi yerleri derin kimi yerleri de trafik olarak yoğun olduğu için bu suları çok iyi bilen kılavuz kaptanlara ihtiyaç duyuluyor. Gazete haberlerinden öğrendiğimize göre, coğrafî yapısı itibariyle İstanbul Boğazı’nın dünyanın en zorlu suyolu olduğu ve kazaların çoğunun da kılavuz kaptan bulundurmamaktan kaynaklandığı söyleniyor. Bu tehlikeli deniz yolundan geçerken nasıl kılavuza ihtiyaç duyuluyorsa, çeşitli tehlikeleri olan tasavvuf yolunda da sağ salim maksuda ulaşmak için de o yolu çok iyi bilen kılavuza ihtiyaç duyuluyor. Nitekim Cenab-ı Allah bir ayet-i kerimesinde; “Bilmiyorsanız bir bilene sorun.”[4] buyurmuştur. Abdulkadir Geylanî Hazretleri bu yolda rehberlik yapan mürşid-i kâmillerin misalini bir benzetme ile şöyle anlatıyor: “Birtakım yolcular, deniz aşırı yerlere gitmek istediler. İçlerinde yoldan anlayanlar geçti ve şaha vardı. Öbürleri önce gidenlerin geçtiği yolu bilmedikleri için tuhaf oldular ve boğulmaya ramak kaldı. Bu durumu bilen şah önce gelenlerden dilediğini yol göstermek üzere geri saldı. Onlarda gelip yol üzerinde durdular ve yolda kalan kulları doğru yola davet ettiler. ‘İşte yol burada, kurtuluş şurada.’ dediler. Bunu duyup gelen elini verdi ve kurtuldu. Bu hikâyenin aslı Hak Teâlâ’nın şu kelamın dayanır: “O kimse ki imanlı idi, gitti ve ey cemaat bana uyunuz, sizi doğru yola götüreceğim dedi.”[5] Abdulkadir Geylanî Hazretleri bu yolda rehber bulamayan ve bundan dolayı kötü hâllere düşen kimselere ise nasihat yollu şöyle sesleniyor: “Ey ölü kalpli, Allah yolcularını bulamayan ve kendi başına işler açan, tedbirler kuran, fani varlığını ve yaratılmışları Hak varlığına perde eden adam ağla! Bin defa ağla! Halka bir acırsan, kendine bin defa acı ve ağla!”[6] Cenab-ı Allah bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: "Bana yönelen kimsenin yoluna uy; sonunda dönüşünüz banadır."[7] Buna göre hak yolda yürüdüğüne inandığımız ihlas ile Mevlâ’ya yönelen kimseleri bulmamız ve onların yollarına tabi olmamız icap eder. Bir başka ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: “Ey iman edenler Allah’tan korkun ve O’nun için vesile arayın.”[8] Tasavvuf ehli buradaki bahsedilen vesilelerden birisinin de mürşid-i kâmiller olduğunu söylerler. Bu konuda İmam-ı Rabbanî bu ayeti naklettikten sonra şöyle der: “Tarikatta irfan sahibi, ona hidayet yolu gösteren bir şeyhi talep etmek, vesile olabilmesi için şeri emirler meyanında sayılır.”[9] Bugün tasavvuf tarihine baktığımızda hakikaten de velilerin milyonlarca insanı hak yoluna sevk eden bir vesile olduklarını görüyoruz. Bu bakımdan zaten temelden mürit-mürşid ilişkisine dayalı olan tasavvufta mürşid-i kâmil ihtiyacı mutlaka zaruri görülmektedir. Maneviyat sultanlarının hepsinin ortak görüşü bu yöndedir. Hepsi de bu yolda rehberlik edebilecek bir Allah dostunu bulmayı tavsiye etmiştir. Mevlâna Celaleddin Rumî bu konuda şöyle der: “Ey gamlı, ey perişan adam, ya bizim gemimize gir, ya o gemiyi bu gemiye bağla. Yani; ey kendini bir şey zanneden kişi, ya bir mürşide bağlan yahut da gemini mürşidin gemisine bağla da sana rehberlik etsin. Böylece doğru yolu şaşırma.”[10] “Yardan geri kalırsan bayatlarsın. Bağlı olduğun ağacın dalından koparsan çer çöp olursun. Bir Allah erinin gözüne girmeye bak ki; O’nun göz bebeği olasın.”[11] Aynı öğüdü Niyazi Mısrî “Mürşid gerektir bildire Hakk’ı sana Hakk’al‐yakîn/ Mürşidi olmayanların bildikleri gümân imiş.” diyerek ifade ederken Hulûsi Efendi ise “Tabîb-i hâzıkı bul yâreni arz eyle teslîm ol/ Anı tîmâr eder ne vech ile dermâna lâyıksa.” diyerek ifade eder. Yunus Emre mürşidin kapısına varmadan derviş olunamayacağını söyler: Doğruya varmayınca, Mürşide yetmeyince, Hak nasip etmeyince, Sen derviş olmazsın… Prof. Dr. Edhem Cebecioğlu mürşide duyulan ihtiyacı sebep sonuç bağlamında şöyle izah eder: “Dünya sebep-sonuç ilişkilerine uygun olarak yaratılmıştır. Sebep olmadan hiçbir şey olmaz. Bu sebepler dünyasında her sanat ve her ilim için bir ustaya yani bir sebebe ihtiyaç vardır. O sebep olmadan ilim ve sanat sahibi olunması hemen hemen mümkün değildir. Tasavvuf yolunda da şeyhe duyulan ihtiyaç, aynı hikmete dayalı olarak kendini gösterir.”[12] Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç ise konuyu bir başka açıdan ele alır ve şöyle der: “Geleneksel eğitim anlayışında bir kişinin kendisini tanıyabilmesi için dışarıdan birisinin ona kendini görsün diye ayna tutması gerekir. Buna cemal cemale karşı denir. İşte bu noktada demişlerdir ki bir öğretmeni kabullenmeyen kişi kendi hodbin nefsini öğretmen almış olur.”[13] Mahmud Erol Kılıç’ın bu ifadeleri aynı zamanda tasavvufî kitaplarda çokça zikredilen “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır.” sözünün de bir açıklamasıdır. Ömer Ziyâuddîn Dağıstanî “Fetavayı Ömeriyye” adıyla tasavvufa dair güvenilir fetvaları derlediği meşhur kitabında; “Tasavvuf ve tarikat büyüklerini, yol gösterici bir şeyh ve mürşid olarak benimsemek, onlara intisâb etmek doğru mudur? İslâmî emir ve yasaklara uygun bir davranış mıdır?” sorusuna şöyle cevap veriyor: “Tasavvuf ve tarikat şeyhlerini, mürşid olarak tanımak, onların irşâd ve işaretlerine göre özümüzü, sözümüzü ve davranışlarımızı düzenlemek şer'i şerife uygun, güzel ve hatta herkes için lüzumlu bir husustur. Kendisine manevî kir ve bulanıklıktan âzâde kalb-i selim[14] ihsan edilmeyen kişinin, kâmil bir şeyh ve mürşidden gönül hastalıklarından kurtulma çarelerini öğrenip uygulaması vaciptir.”[15] Zaten kişinin kalbi, selim olup kendisi de irşada muhtaç olmamış olsaydı mürşide ihtiyaç olmazdı. Ne var ki nefisler kusurlarla dolu olduğu için ayna olup onları gösterecek ve onu doğruya sevk edecek bir mürşide ihtiyaç vardır. Öyle insanlar vardır ki nefsinin ıslaha ihtiyacı olduğunun bile farkında değildir. Nefisler böylesine temize çıkarılma eğilimi içindeyken, insan kendi hatasını, kusurunu göremez hâldeyken, bir mürşidin eğitiminden geçmesi ona kendi dünyasına başka bir gözle bakmanın imkânlarını sunacaktır. O vakit kendi kusurlarını görecek ve onları düzeltme sürecine girecektir. [1] Mesnevî, c. 1, s. 188. [2] Kara, Mustafa, Gönül Mektupları, İstanbul, 2000, s. 94. [3] Hakkulov, İbrahim, Ahmet Yesevî Hikmetleri, Ankara, 1998, s. 180. [4] 21/Enbiya, 7. [5] Abdulkadir Geylanî, Fethu’r Rabbani İlahi Armağan, Tercüme; Abdulkadir Akçiçek, İstanbul, 1988, s. 360. [6] Fethu’r-Rabbanî İlahi Armağan, Tercüme; Abdulkadir Akçiçek, İstanbul, 1988, s. 275. [7] 31/Lokman, 15. [8] 5/Maide, 35. [9] Mektubat-ı Rabbanî, Tercüme: Abdulkadir Akçiçek, c.2, s. 1096. [10] Mesnevî, c. 6, s. 674. [11] Divan-ı Kebir, 2/57. [12] Edhem Cebecioğlu, Hacı Bayram Veli, Ankara, 1994, s. 104. [13] Günümüzde Tasavvuf ve Tarikatlar Üzerine Söyleşi. [14] 26/Şu'arâ, 89. [15] Dağıstanî, Tasavvuf ve Tarikatlarla İlgili Fetvalar, s. 3.
Aydın BAŞAR
YazarKur’ân-ı Kerim dindeki tahrîfât süreçlerinden bahsederken Ehl-i Kitab’tan örnekler vererek Müslümanları bu konuda uyarır. Yüce Allah Bakara Sûresi’nin 41. âyetinde İsrâiloğullarına “Âyetlerimizi az bi...
Yazar: Aydın BAŞAR
Ergün Amca her gün yaptığı gibi ikindiye bir saat kadar evvel Üsküdar Yeni Camii avlusunda oturur ve camiye ziyaret için gelenlere caminin mimarî ve tarihî yapısı ile ilgili bilgiler verir. Kafasında ...
Yazar: Aydın BAŞAR
Son dönemlerde akademik dünyada Köprülüzâde Mehmet Fuat’a olan ilgi yeniden artmıştır. Onun siyasî kimliği, ayrı bir konudur. Orada yapıp ettikleriyle ortaya çıkan portreyi, Samet Ağaoğlu’nun Aşina Yü...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Bir gece Göynük‘te kaldıktan sonra, Akşemseddin Hazretleri’ni son bir kere daha ziyaret edip, son güllü dondurmalarımızı da yedikten sonra Göynük’ten ayrıldık. Her zamanki gibi nereye g...
Yazar: Aydın BAŞAR