VATAN SAVUNMASI VE ŞEHİTLİK
Şehitlik, bir Müslüman’ın Allah için dinini, vatanını ve namusunu korumak isterken canını feda etmesidir. Şahadet, ebediliği arzulayan insana Allah’ın sunduğu bir ölümsüzlük fırsatıdır. Bedenen vefat etse de manen ölümsüzleşmek herkesin en büyük arzusudur.
Müslüman’ın temel görevlerinden biri de kötülüklerle mücadele etmektir. Allahu Teâlâ şöyle buyurur: “Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar kâfirlerle savaşın.”1
İslâm sırf kahramanlık olsun, yabancı ülkeler zorla zabtedilsin diye savaşı teşvik etmez. İslâm’da savaşın haklı gerekçeleri olmalıdır Savaşın haklı sebebi; cana, mala, vatana, millete ve dine karşı saldırı durumunda meşru müdafaa hakkını kullanarak, yakın ve uzak tehdidi bertaraf etmeye çalışmak, zülüm ve fitneyi ortadan kaldırmaktır.2
Müslüman Allah için ölmekten ve öldürülmekten korkmaz. Bilir ki; savaşta ölürse şehit, sağ çıkarsa gazidir. Şehit, nurlanmış, gazi ise onurlanmış kişidir. Şehitlik, Peygamberlikten sonra en yüksek manevî makam kabul edilir.
Şehit İki Türlüdür:
Hakiki ve Hükmî Şehit.
Hakiki şehit: Din, vatan ve namus savunmasında düşmanın silahı ile yaralanarak ölen Müslüman’a denir.
Hükmî şehit: Savaşta yaralandığı halde bir süre yaşadıktan sonra yine aldığı yara sebebi ile vefat edenler, iş kazasında, yangında, deprem, sel vb. felaketlerde vefat eden insanlar ve doğum yaparken ölen kadınlar.
Mensuplarına dünya ve ahiret mutluluğu vadeden dinimiz, din, vatan ve millet gibi kutsal sayılan değerlere büyük önem vermiştir. Bu değerlerin korunmasına çalışırken şehit ve gazi olanlar, Yüce Allah ve Sevgili Peygamberimiz tarafından övülmüştür. Bu hususta Al-i İmran Suresi’nin 169. ve 170. ayetlerinde mealen şöyle buyrulur:
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar hayatta olup, Rablerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar. Allah’ın lutf u kereminden ihsan ettiği nimetlere kavuşmaktan dolayı sevinç içindedirler. Arkalarından henüz kendilerine katılmayan müstakbel şehit dindaşlarına ve kendilerine hiçbir korku olmayacağına ve üzüntü hissetmeyeceklerine dair de müjde vermek isterler.”
Allahu Teâlâ, uğrunda savaşanların kendi katındaki değerine şöyle işaret buyurmuştur:
“Mü’minlerden özür sahibi olanlar dışında oturanlarla, malları ve canları ile Allah yolunda savaşanlar bir olmaz. Allah, malları ve canları ile savaşanları, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı.”3
Sevgili Peygamberimiz de şehitlik mertebesinin yüceliğine işaret eden hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur:
“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmeyi, sonra diriltilip yine öldürülmeyi, sonra diriltilip yine öldürülmeyi ne kadar çok isterdim.”4
“Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki bütün şeyler kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmek istemez. Sadece şehit, gördüğü itibar ve ikrâm sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve defalarca şehit olmayı ister.”5
Şehitlerimize Büyük Bir Vefa Borcumuz Vardır
İslâm’ın Arap Yarımadası’ndan bütün dünyaya yayılmasında kelle koltukta mücadele eden mücahitlerimizin, şehit ve gazilerimizin büyük bir payı vardır. Eğer onlar bu fedakârlığı yapmamış olsalardı İslâm dini Arap Yarımadasında birkaç kabilenin inandığı bir din olarak kalır ve biz de bu büyük nimetten mahrum kalırdık. Yine ecdadımızın cihad ruhu ile yaptığı mücadele sonucu bu toprakları vatan haline getirmeselerdi ve canları pahasına bu vatanı korumamış olsalardı, bu cennet vatandan mahrum kalabilir ya da bu vatanda zelil bir halde yaşıyor olurduk. Bunun için şehitlerimize büyük bir vefa borcumuz vardır.
Mehmet Akif Ersoy şöyle der:
Zannetme ki ecdadın asırlarca uyudu
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?
Üç kıtada yer yer kanayan izleri şahid,
Dinlenmedi bir gün o büyük şanlı mücahid.
Ecdadımız 1914 yılında Çanakkale’de yedi düvele karşı muazzam bir savunma savaşı vermiştir. Bu savaşta 250.000 civarında askerimiz şehit olmuştur.
Merhum Mehmet Akif üstadımız Çanakkale şehitlerine ithafen yazdığı şirinde şehitlerimize şöyle sesleniyor:
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni târîhe!” desem, sığmazsın.
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
Öğretmenlerimizin ve ilim adamlarımızın, İslâm toplumunun ve medeniyetinin mimarları ve mühendisleri olduğu gerçeğinden hareketle, şehitlerimiz ve gazilerimizin de İslâm medeniyetini inşa ederken canlarını ortaya koymuş kahraman medeniyet işçileri olduğunu söyleyebiliriz.
Geleceği sağlam bir şekilde inşa etmek için geçmişimizi çok iyi bilmek ve geçmişten ders almak durumundayız. Geçmişi olmayan bir milletin geleceği de olmaz. Bizler, şehitlerimizin ve gazilerimizin uğruna mücadele ettiği davaya sahip çıkarak, bu ülkenin bağımsızlığını koruyarak, bu vatanın imarı ve ıslahı için çalışarak şehitlerimize layık torunlar olabiliriz.
Türk milletinin güçlenerek yeniden İslâm medeniyeti kurmasını ve İslâm âlemine liderlik yapmasını engellemek isteyen İslâm düşmanları, Türkiye’yi zayıflatmak ve büyük davalardan vazgeçirmek için plan üstüne plan yapıyor, oyun üstüne oyun kuruyor. Bunun için ülkemizin içinde ve dışında terör belası sürekli canımızı yakmaya ve ülkemizi bölmeye çalışıyor. Teröre karşı verilen mücadele, hem mevcut durum koruma hem de muhtemel tehlikeleri bertaraf etme mücadelesidir. Bunun için kahraman ordumuz, hem milletimizin hem de Ümmet-i Muhammed’in bekasını savunmaktadır. Bu sebeple kahraman ordumuza daima dua etmeliyiz. Gerektiğinde Allah için savaşmak her Müslüman için büyük bir onurdur.
Şehitlerimizi rahmetle anıyor, acılı yakınlarına sabırlar diliyor halen yaralı olan gazilerimize de Allah’tan acil şifalar dileriz.
Dipnot
1. 8/Enfal, 36.
2. Bkz. 22/Hac, 39-40.
3. 4/Nisa, 95.
4. Buhari, Cihad,7; Müslim, İmare, 28.
5. Buhari, Cihad, 21; Müslim, İmare, 29; Nesai, Cihad, 32.
Mukadder Ârif YÜKSEL
Yazar