VARLIK MÜSLİMDİR
Görmekten kasıt müşahadedir. Müşahade şuhud etmedir. Şuhut içgörüştür. İçgörü ancak kalple olur. Bu hikmettendir ki¸ 'bunda kalp sahibi olanlar için çok öğütler vardır' buyrulmuştur.
Görmekten kasıt müşahadedir. Müşahade şuhud etmedir. Şuhut içgörüştür. İçgörü ancak kalple olur. Bu hikmettendir ki¸ 'bunda kalp sahibi olanlar için çok öğütler vardır' buyrulmuştur. 'Akıl sahibi' denmemiştir¸ çünkü akıl bağdır. Sınırlar ve kayda bağlar. Akl'ın kök anlamı bağlamaktır. Tıpkı itikat gibi. Akd kökü de bağ anlamındadır. İlkinde sınırlama¸ ikincisinde ise bağlanma söz konusudur. İman bağlanmaktır. Bir hakikate intisap etme. Burada İslam'daki gibi bir teslimiyetten çok bağlanma söz konusudur.
Bu sırdandır ki tabiat ve varlık müslimdir deriz. Mümindir demeyiz. Çünkü varlık teslim olmuştur. O halde insan da teslim olmak zorundadır. Ya da şöyle diyelim. İnsan Allah'a teslim olmaksızın varlığı teslim alamaz.
Müşahadesiz iman hem Hz . Ali'nin 'görmediğim şeye inanmam' sözünde ihbar ettiği gibi mutlak bağlanmayı hem de müşahade düzeyine gelmeksizin mümkün olmayı bildirir. Müşahadede insan görmez ona gösterilir. İnsanın görüşü keskinleşince şuhudi yakin doğar. 'Ve namaz göz aydınlığım kılındı' haberindeki göznuru bunu ima eder. Namazda İlahi Hakikat'i görmeyen henüz ona girmemiş demektir. Görseydi namaz gözünün nuru olurdu. Namaz teslimiyettir ve müşahade mahallidir. İbn Arabi hazretleri¸ insanın namazdaki makamının gayret-i ilahi makamı olduğunu söyler. Bu yetkinlik düzeyinde Allah¸ kulun Kendisinden başkasıyla meşgul olmasını istemez. O'nun isteği emirdir. Tıpkı Kuran gibi. Kutsal kitaplar Rabbimizin bizimle konuşması değildir¸ sadece O'ndan gelen emirdir. O emreder ve O'nun 'emr'iyle gerçekleşir varlık. Varlık gerçekte Allah'ın varlığıdır ve varolanlar da O'nun binbir Esmasının donmuş halleridir. Eğer tecelli sürekli ve kesintisiz olmasaydı varolanlar donuk¸ kristalize ve kaskatı olurdu. Varolanlardaki hareket Esmanın kesintisiz tecellisindendir.
İnançlı¸ tanrıtanımaz¸ isevi¸ musevi¸ budist¸ mecusi¸ şeytanatapar¸ nihilist¸ anarşist vs. ne olursa olsun her insan¸ her an Allah'ın bir isminin tedbiri altındadır. Allah Mutlak Rahman ve Rahim olduğundan haklının da haksızın da üstüne eşit olarak indirir yağmuru. Esmanın tecellisi mümin veya kafir herkeste mütecellidir.
Bu¸ mutlak inkarın imkansızlığını gösterir.
Küfr'ün sözcük anlamı¸ 'örtmek'tir. Gerçeğin üzerine yalancı bir örtü sermektir inkar. İnsan imkansız olanı dener ve inkar eder. Tıpkı varlığın özündeki iman ve teslimiyeti tercihindeki gibi bir seçimde bulunur. Seçimiyle Allah da onun kalbini örter. Böylece küfür çiftyönlü bir biçimde gerçekleşmiş olur.
İnsanın seçiminin belirleyici olup olmadığı konusu hayli tartışmalıdır. Bu belirsizlik de sınavın hikmetinden midir bilmiyorum. Bildiğimi sandığım şey¸ Schuon'un dediği gibi İslam'ın bir vuslat olduğudur. 'İslam¸ Allah ile insan arasında bir vuslattır¸ Allah Allah olarak¸ insan insan olarak.'
Allah'ın Allah oluşu¸ O'nun Mutlak ve Sınırsız ve kuşatılamaz oluşudur.
Ne ki Allah'ı yer ve gökler istiva edememiş¸ mümin kulunun kalbi istiva etmiştir.
'Yere göğe sığmadım inanan kulumun kalbine sığdım.'
Çünkü kalp¸ insanda İlahi Merkez'dir. İlahi Hakikat'in yadigarı gönüldür.
Bizler yokluktan ve hiçlikten varlık sahasına çıkarken O'nun Rahmetiyle yıkanmış bir halde¸ saf¸ arı duru ve O'nun iştiyakıyla geliriz.
Dünyaya ineriz. Dünya deni'dir. Hem aşağı alemlerin en aşağısıdır¸ hem de 'alçak'tır.
Zalimdir¸ hilekardır¸ aldatıcıdır ve kirletir.
Dünyaya inmek bir bakıma adım adım O'ndan uzaklaşmak¸ kirlenmektir.
Allah'ın Seçkin Elçisi¸ bir gün yağmur başladığında evinden çıkar ve ıslanır. Dostları merakla yanına gelince de¸ 'yağmurun biatı tazedir¸ O'nun kokusunu duyuyorum' der.
İnsanın gelişi iniştir¸ alçalmadır.
Bu kirlenmedendir ki¸ O'nun huzuruna namazla çıkmak için abdest alırız. Su hayatın kaynağıdır. Böylece suyla arınarak¸ suya yönelerek dünya kirlerinden temizlenir ve hayatın kaynağına doğru yöneliriz. Suyun olmadığı yerde ise bedenimizin asli maddesi ile toprakla teyemmüm ederiz. Yani Rabbimizin huzuruna dönmemiz aslında kökene yönelmemizdir. Kökene yönelmeksizin O'nun manevi huzuruna çıkamayız.
Demek ki bir su ve toprak gibi arı duru ve mütevazi olmak üzere yaratılmışız.
Bizim yücelişimiz zillettimizdedir.
Hz. Musa O'na¸ 'Sana nasıl yakınlaşabilirim?' diye sorduğunda¸ Rabbimiz¸ 'Bana ancak Bende olmayan bir şeyle yakınlaşabilirsin' buyurmuştur. Musa (as)¸ 'Sana ait olmayan bir şey var mı?' dediğinde de¸ 'evet' demiştir¸ 'zillet.'
Bu yüzden iman Allah'ın Sonsuz ve Mutlak Varlığında kaybolmak¸ küfür ise kibirlenmektir.
Hidayet O'ndandır¸ Hadi O'dur. Hidayet eden¸ insanı dosdoğru yola sevkeden sadece Allah'tır. İnsana düşen kendi kişisel algısını silmeye çalışmaktır. İnsanın Allah ile arasındaki en büyük engel kendisidir. Kendisini tümüyle ortadan kaldırmadıkça insan imanda tahkik düzeyine erişemez.
Hidayet istenince gerçekleşen bir şey midir yoksa istenmedikçe de gelip insanı bulan bir şey mi bilemiyorum. Ama bulanların ancak arayanlar olduğuna da inanıyorum. Bu inançla insanın sadece düşkün ve çaresiz bir varlık olmadığını¸ Allah'ı idrak edebilecek bir kalbe akla ve O'na ulaşan yolu seçebilecek bir iradeye sahip olduğunu görüyorum.
Hakikatte insan Mutlak Varlık'ın sırrına bağlı olarak yaratılmış ve bu sırrın coşkusuyla varoluş alanına gönderilmiştir. Aşk¸ insanın varoluş hakikatine duyduğu iştiyakın adıdır. Küfr belki de köktenci biçimde hileye kaçmaktır. İnsan eğer kaynağı ve tabiatı gereği Mutlak ve Aşkın Varlık'ın soluğunu taşıyorsa ruhunda¸ O'ndan kaçarak tıpkı intihar gibi köktenci bir hileye kurban ediyor kendini. İslam özü itibariyle Gerçeklik İyilik ve Güzelliktir. Hidayet rahmettir ve rahmet ihsan ve hüsnün de kaynağıdır. Schuon¸ 'Şehadet aklı¸ Şeriat ise iradeyi belirler' der. Bizim doğaüstü doğamızın gerçekleşmesi ancak şehadet ve şeriatla olur. Şeriat hakikatin perdesi veya örtüsü değil¸ bizatihi kendisidir. Hakikat'e ulaşmak için şeriata nüfuz etmek gerekir. Şeriata nüfuzun ilk adımı şehadettir.
İnsan varlığının kaynağına döner şehadetle. Hidayeti sadece ve sadece O'ndan dilemek gerekir. İnsanın İlahi Hakikatle arasındaki perdelerin saydamlaşması için Kabe'ye yönelerek namaz kılması ve İlahi Merkez olan kalbine yönelerek de Allah'ı anması zorunludur. Bu yönelişle birlikte fetih ve inkişaflar gerçekleşir. Ruhun açılması ve sıkıştığı yuvanın dar çeperlerinden çıkarak Mutlak ve Sonsuz olan Allah'ın varlığında mutlak olarak gaybubet etmesi namazla yani urucla gerçekleşebilir.
Allah Alimdir ve olmuş olacak ve olması mümkün olanı bilir.
O'nun bilişi kaderin inkarını mümkün kılmaz.
Eğer biz sürekli O'nun Rahmetinden umarak hidayet ve şefaati dilersek¸ herşeyin O'na bağlı olduğunu da ilan etmiş oluruz.
Madem Allah vardır o halde herşey O'nunla kaim¸ mümkün ve vakidir.
Bu durumda O'ndan başka bir şey imkansızdır. O'na rağmen bir şey imkan dışıdır. Bu imkandışılık alanına girme konusunda inatçı olmakla insan hakikatin üzerine siyah bir örtü sermeye başlar. Oysa gözünü kapayan sadece kendisine gece yapar. Yani küfür ve inkarla insan kendi varlığının sesini kısmakta ve bastırmaktadır.
Schuon¸ 'herşeyde Allah'ı görmek¸ heryerde Allah'ı görmektir' der.
Tam da burada kendisini kesintisiz biçimde kutsaldan arındıra arındıra nihayet o vuslat imkanını kaybeden modern insanın trajedisine gelebiliriz. Belki de tek trajik olan modern insanın bu halidir.
Modern Batı uygarlığının elikanlı insanı hakiki olanı yitirmiştir. İnsan tercihiyle yitirir ama Allah'ın ona önceden hazırladığı bir yol haritası olduğunu düşünmez. Herşey kaderle takdir edilmiştir. Şairin dediği gibi kuşlar da kaderle uçar. Zaten modern insan 'Hakikat' denince Schuon'un buyurduğu gibi¸ hemen peygamberin kişiliğinde hatta bedeninde Allah'ın cismaniyetini düşünür olmuştu¸ oysa müslim Hakikat dendiğinde¸ O'ndan başka ilah yoktur gerçeğini bilgi düzeyine göre zahiri veya batıni anlamıyla düşünür.
Bu düşünüşle müslim aslında kendi iradesiyle Allah'ın belirlediğini seçmektedir. Yani herşey Allah'tandır. İnsan özgür iradesiyle 'özgürce' seçer ama dileyen Allah'tır.
İnsan fıtraten mükerrem olduğundan Hakkı arar. Kucağında yanlışı bulunca da ona sarılır. Bu seçiminde özgür de olsa dileyen ve takdir eden kendisi değildir.
Bizler nisbi varlıklarız¸ irademiz ve seçimimiz de nisbidir. Ancak Mutlak Varlık'ın dileğine uygun seçimler yaparız.
Biz susarız ve bize rahmet yağmuru inerse kana kana içeriz.
Bizler O'nun ruhundanız¸ O'ndan geldik ve yine O'na döneceğiz
Sadık YALSIZUÇANLAR
YazarEs-Seyyid Osman Hulusi Efendi¸ görkemli eseri Divan'da şöyle der : "Sana matlûb sensin ey dil gayrı bir söz arama Sendedir ol görecek yüz taşradan yüz arama" İnsanın asıl dileği¸ aradığı¸ muhta...
Yazar: Sadık YALSIZUÇANLAR
Tonton tavşan yavrularını gezdiriyordu. Onlara ormanı tanıtmaya çalışıyordu. - Yavrularım, ağaçlara, yapraklara, otlara bakın ne güzel. Kelebekler uçuşuyor dört yanda. Pamuk: - Evet. Kır çiçe...
Yazar: Emine Yılmaz DERECİ
Sevgili çocuklar; “Bizim en vefalı dostlarımız kitaplardır.” desem abartmış olur muyum acaba? Beni bu yargıya götüren etkenlere bir göz atalım isterseniz. Hiç unutmam; orta ikinci sınıfa gidiyordum....
Yazar: Sırrı ER
Dinî-tasavvufî eserlerde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in beden özelliklerini ve manevî şahsiyetini ifade için çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Bunlardan Nûr-ı Muhammedî veya Hakîkat-i Muhammediye konulu e...
Yazar: Musa TEKTAŞ