VAKTİN OĞLU OLMAK
“Dem bu demdir bu demi hoş göre-gör ey ârif” FUZULİ Zaman; dün (geçmiş), bugün (an, şimdi) ve yarın (gelecek) olmak üzere üç boyutludur. İnsan yaratılış, hayat, ölüm, ahiret algısına göre bu üç zamandan birine daha çok önem verir. Kimi geçmişte takılır kalır, kimi ise sürekli olarak gelecek hayalleri ile bir hayat sürer kimi ise şimdiye yani an’a önem verir. Zamanı sadece içinde bulunduğu vakit olarak algılar. Bu üç yaklaşımın de elbette kendine göre sebepleri ve neticeleri vardır. Tasavvuf erbabının da bu konuda bir anlayışı vardır. Onlar, zamanı “an, şimdi” olarak görürüler ve insanlara “vaktin oğlu” olmayı tavsiye ederler. Onların “ibn’ül-vakt” dedikleri bu durum, ne geçmişi ne de geleceği dikkate alır. Zira geçmiş geride kalmış, gelecek ise henüz gelmemiştir. Üstelik ölüm vaktinin bilinemeyişi de geleceği zaten meçhul kılar. Mutasavvıfların yaşanılan, nefes alıp verilen an’ı tavsiye etmeleri işte bu yüzdendir. Peki, ne yapılması söylenmektedir o an içinde? Bu konuda söyledikleri şudur: Hangi an’ı yaşıyorsan o an’ı en güzel en hayırlı en verimli şekilde değerlendir. Ona göre işler yap. Faaliyetlerde bulun. Bu durum, elbette kulluk vazifeleriyle ilgilidir. İşte kişinin böyle yapması yani o an’da yapması gerekenleri yapması o vakti değerli ve verimli hale getirmesini sağlar. Böylece kişi, ne geçmişin insanı geri bıraktıran, an’ı yaşamasına engel olan konularına takılır ne de muhayyel bir geleceğin olup olmayacağı kesinlik taşımayan konularıyla meşgul olur. Böylece gaflet ve hayalden kurtulur. Yine mutasavvıfların dediği gibi bu şekilde hareket ettiğinde “vukûf-i zamânî” yani zamana vakıf ve sahip olur. Buna “zaman bilinci”ne sahip olmak da diyebiliriz. Dem Bu Demdir Bir mutasavvıf şair olarak Hulûsi Efendi (k.s.) de bu konuda aynı anlayışa sahiptir. Hatta Divan’ına baktığımızda bu konuda müstakil bir şiirinin de olduğunu görürüz. Divan’da 310. şiir olarak yer alan bu metinin her kıtası “Dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem” mısraı ile biter. Malum “dem” kelimesi farklı anlamlarının yanında “an” manası da taşır. Bu ifadenin her kıtada tekrarlanması ise anlamı güçlendirme için olmalıdır. Bahsi edilen şiir; Ömrünün sermayesin verme yele Geçti fırsat bir daha girmez ele mısralarıyla başlar. Bu da ana temaya uygun olarak bize bir zaman bilinci kazandırma manası taşır. Buna göre; ömür, madem bir sermayedir. Onun kıymeti bilinmeli ve boş, faydasız işlerle doldurulmamalıdır. Çünkü içinde bulunulan an geçtiğinde artık “şimdi”de değil geçmişten söz etmek durumunda kalırız. Geçmiş ise kaybedilen ve bir daha kendisine sahip olunamayan vakit demektir. Şair, bu ikazın ardından ise bize böyle bir gaflete düşmemek için ne yapmamız gerektiğini de söyler. O da “Hakk’ı zikretmek” ama “aşk”la zikretmektir. İkazın böyle olması şu sebeple olmalıdır. Hak’la her daim aşkla yani samimiyetle birliktelik bizi gafletten koruyan, uyanık ve bilinç hali içinde olmamızı sağlar. Çünkü Hak’la berabersek bu birliktelikten hayır, iyilik ve güzellik doğacağı için an da ona göre değerlendirilmiş olunacaktır. Şiirin ikinci kıtası ise dem/an meselesinin mahiyetine ilişkin bir bilgi ve anlayış verir bize. Buna göre an’ı Hak’la birlik olup değerlendirmenin sebebi zamanın Allah’la kaim olması, bu zaman içinde insanların ve diğer varlıkların zikretmeleri söz konusudur. Onunla bu birlik hali ise insana güven verir. Zira kişi bu anma ile kiminle olduğunun farkındalığına sahip olur. Söyleyeceği söz, yapacağı amel ona göre şekillenir. Bu durum başka bir ifadeyle kişinin kendini ilahî kontrole bırakması ve ona göre davranması manasına da gelir. An’ı Bir Gaye İçin Yaşamak İnsan, Kur’an’da da belirtildiği gibi başıboş yaratılmamıştır. Bu dünyaya gelişin bir gayesi vardır. Bu da özetle kulluktur. Kulluk ise an’a yani vakte bağlı olarak yapılacak işlerden, görevlerden ibaret bir kavramdır. Diyelim vakti gelince namaz kılınacak, oruç tutulacak, zorda olan biri görüldüğünde yardım edilecektir. Bütün fillerimizi işte bu şekilde zamana bağlı eylemler olarak düşünebiliriz. Bu yüzden Hulûsi Efendi (k.s.), şiirinin üçüncü kıtasında bu duruma dikkat çeker. Ona göre bu dem yani an, kâinatın mayası, özü, cevheridir. Burada mücevher kelimesinin cevherle alakası düşünüldüğünde zamana nasıl bir değer verilmesi ve nasıl bir anlam verilmesi gerektiği aşikâr hale gelir. Var olmak bu öze sahip olmak demektir. O da an içinde gerçekleşir. Kişiye böyle bir cevherin verilmesi ise hayatta bulunma gayesiyle ilgili bir duruma tekabül eder. Söz, burada yine aşka gelir ki bu duygu da o yapılanların ihlasını, heyecanını ve dinamizmini sağlar. Bu yorumu yaparken bahsedilen dörtlüğü de hatırlamış olalım: Kâinatın mayesidir hep bu dem İns ü cinnin gayesidir hep bu dem Âşıkın sermayesidir hep bu dem Dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem. Diğer kıtalarda da yine dem/an üzerine yorumlar yapılmaya devam edilir. Mesela bir sonraki; Evveli ahiri oluptur hep bu dem Batını zahiri oluptur hep bu dem Gaibi hazır oluptur hep bu dem Dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem. Şeklindeki kıtada öncesinin de sonrasının da gizli ve açık olanın da, göz önünde olmayan, hazır bulunmayan da kısacası her şeyin de an’la alakalı olduğu yorumu yapılır. Buna göre an bir bakıma öncesiyle geçmişe sonrasıyla geleceğe dair bir durumu da ifade eder. Bu yorum, an’ı değerlendirirken şayet geçmişte eksik kalanlar var ise an’da tamamlanması, gelecekte yapılası istenenlerin de an içinde yapılanların bir sonucu olarak gerçekleşeceği söylenmektedir. Bu da an’ın gereğince değerlendirilmesi manasına gelir. An’da Olup Bitenler An, kısa bir süre gibi görülebilir ama aslında kendi içinde bereketli bir vakittir. Bu sebepledir ki sevinç de üzüntü de hayret ve hayranlık da an içindedir. Şair bu durumu aşk, gül, bülbül metaforuyla şöyle ifadelendirir: Gülleri handan edendir hep bu dem Bülbülü nadan edendir hep bu dem Aşkı hayran edendir hep bu dem Dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem. Burada hayran kelimesine yakından bakmak gerekir. Çünkü bu kelime beğenme ve şaşkınlık anlamlarına gelir. Beğenmede güzel olanla karşılaşma şaşırma ise bu farklı durum halini fark etmek demektir. İşte bu da kişinin an, zaman konusunda hep uyanık, bilinçli bir bakışa sahip olmasını gerekli kılar. Çünkü an’da yaratma fiili söz konusudur. Âlem ve içindekiler her an yeni bir oluş içindedirler. Yunus’un “Ol dedi oldu âlem, yazıldı levh ü kalem” ifadesinde söylediği gibi olmak “ol” emrine bağlı olarak gerçekleşir. Sonra levhe yazılarak kadere dönüşür. An içinde olup bitenler elbette bunlarla sınırlı değildir. Bir sonraki dörtlükte de yine demde olanlara dikkat çekilmektedir: Devlet-i dünya vü ma-fiha bu dem İzzet-i dünya vü ma-fiha bu dem Lezzet-i dünya vü ma-fihadır bu deme Dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem. Buna göre dünya ve dünyanın içinde olan her şey an’ın içindedir. Dünya izzeti ve lezzeti de aynı şekilde yani an’dadır. Kısacası an dışında hiçbir şey yoktur. Her şey onda ve o anda gerçekleşmektedir. Kişiye Düşen Görev Durum madem böyledir. Her şey an’la ilgili ve onun içindedir. Buna göre en kıymetli zaman andır. Şair, son kıtada ise işte bu durumda kişiye düşenleri şöyle açıklar: Bu dem il dol Hulusi dem olup Be demi Âdem’de bul adem olup Nefha-i Hakk’dır ana mahrem olup Dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem Buna göre kişi, an bilincini içine taşımalı, diğer yandan ise bu hakikati de yine insanda arayıp bulmalı ve böylece Hakk’ın nefhasına sahip olmak nimetine erebilmelidir. Burada modern zamanlardaki an algısına da kısaca temas etmek gerekir. Zira modern algı, an’ı yaşamayı sorumsuz yaşama olarak anlamaktadır. Bu ise insanın ziyanıdır. Mutasavvıflar an’ı yaşamak derken bunu değil tam aksine an’ı değerli hale getirmeyi söylemektedirler. Birinde nefsin iradesi diğerinde Hakk’ın iradesine tabi olmak söz konusudur. Birinde vakti boşa, anlamsızca harcamak, diğerinde Hakk’ın iradesi ile dolu dolu ve anlamlı yaşamak söz konusudur.
Mustafa ÖZÇELİK
YazarII. Bâyezîd, Fatih’in oğlu, Yavuz Sultan Selim’in babası ve Cem Sultan’ın baba bir kardeşi. 34 yaşında sekizinci padişah olarak tahta çıktı. Dönemi içinde başarılı bir yönetim sergiledi. Fakat onu dah...
Yazar: Mustafa ÖZÇELİK
Tasavvufî bir kavramı olarak fenâ; dünya ve içerisindeki bütün nesnelerin, sûfînin gözünden silinmesini ifade etmektedir. Kul kendi davranış ve fiillerini görmekten vazgeçerek gerçek kul olma seviyesi...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Osmanlı şiiri, beylikten imparatorluğa geçişin şartları çerçevesinde gelişir. İlk sultanlarda gaza ruhu, devleti sağlam esaslara oturtma düşüncesi ağır basar. Ama bir yandan da bu devletin şiir iklimi...
Yazar: Mustafa ÖZÇELİK
Vuslat, dervişin miracıdır. Fakat bu kendiliğinden gerçekleşmez. Bir disiplin içinde yapılacak bir mücahede ile gerçekleşebilir ancak. Tasavvufi literatür, bu durumu “seyr u sülûk” kavramıyla izah ede...
Yazar: Mustafa ÖZÇELİK