VAKİT BİLİNCİNİN DORUĞA ÇIKTIĞI ZAMAN: RAMAZAN
“Ramazan oruç ayıdır. Bütün mü’minler bu ayda oruç ibâdetlerini yerine getirirler.
“Ramazan oruç ayıdır. Bütün mü’minler bu ayda oruç ibâdetlerini yerine getirirler. Bu ay manevî iklimin her tarafı kapladığı¸ bir rahmet ve mağfiret ayıdır. O¸ diğer ibadetlerin de yoğunluk kazandığı bir zaman dilimi¸ mübârek bir vakittir.”
Sad şükr gelen mâhı şerîfi Ramazândır
Hakk’ın niam ü rahmeti mebzûli cihândır
(Allah’a yüzlerce şükür olsun ki¸ gelen mübârek Ramazan ayıdır. Onun için Allah’ın nimetleri ve rahmeti bütün cihâna yayılmıştır.)
Enderunlu Vâsıf’ın dediği gibi¸ onbir ay sonra Ramazan ayına bir daha eriştik. Bu mübârek ay sâyesinde Allah’ın nimetleri ve rahmeti her tarafa yayıldı.
Ramazan esâsen aylardan bir aydır; ancak onu diğer aylardan farklı kılan bazı özellikleri vardır. Bu özelliklerin en önemlisi de onun Kur’an ayı olmasıdır. Bu en büyük özelliği Kur’ânı Kerîm bize şöyle bildirmektedir: “Ramazan ayı¸ kendisinde¸ insanlara yol gösterici¸ doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın delîli olarak Kur’ân’ın indirildiği aydır.”1
Diğer bir âyette¸ “… Biz onu mübârek bir gecede indirdik…”2 buyurulmaktadır. Bazıları buradaki geceden maksadın Berât gecesi olduğunu söylemişlerse de¸ Kadir sûresinde¸ “… Biz onu Kadir gecesinde indirdik…”3 şeklinde açıkça belirtilmiş olmasından dolayı¸ İslâm âlimlerinin çoğu tarafından¸ buradaki “mübârek gece”nin Kadir gecesi olduğu kabul edilmektedir. Bilindiği gibi Kadir gecesinin Ramazan ayının son on günündeki gecelerden biri¸ hatta yirmi yedinci gecesi olduğu kabul edilir. Bu üç âyeti özetleyecek olursak¸ Kur’ân “Ramazan ayında”¸ “mübârek bir gecede”¸ “Kadir gecesinde” indirilmiştir. Dolayısıyla Ramazan ayı¸ kendisinde Kur’ân’ın indirilmeye başlamış olması bakımından da ayrıca önem kazanmaktadır. Onda Kur’ân’ın indirilmeye başladığı¸ “Bin aydan daha hayırlı...” Kadir gecesi bulunmaktadır. Bu bakımdan Ramazan ayı Kur’ân ayıdır; o her zaman okunur; ama¸ en çok Ramazan ayında okunur.
Ramazan ayrıca oruç ayıdır. Yukarıda yazdığımız¸ Kur’ân’ın kendisinde indirildiğinin bildirildiği âyetin devâmında¸ “…içinizden kim bu aya ulaşırsa¸ onda oruç tutsun…”4 buyurulmaktadır. Böylece iki âyet yukarıda5 üzerimize farz olduğu bildirilen orucun zamanının da Ramazan ayı olduğu belirtilmiş bulunmaktadır. Bu sebeple Ramazan oruç ayıdır. Bütün mü’minler bu ayda oruç ibâdetlerini yerine getirirler. Bu ay manevî iklimin her tarafı kapladığı¸ bir rahmet ve mağfiret ayıdır. O¸ diğer ibâdetlerin de yoğunluk kazandığı bir zaman dilimi¸ mübârek bir vakittir. Kur’ân en çok bu ayda okunuyor¸ namaz en çok bu ayda kılınıyor¸ duâ en çok bu ayda ediliyor. Ramazanın diğer ibâbetleri çağıran¸ toplayan ve sunan bir yanı var. Mü’minler bu ayda orucun yanında diğer ibâdetlerine de daha fazla düşkündürler. Hatta başka zamanlarda namaz vakitlerini “bilinçsizce” geçirenler bile¸ bu ayda namazlarını bırakmazlar. Câmiler¸ özellikle terâvih vaktinde dolar taşar.
Ramazan bir bereket ayıdır. Ramazanda sofralarımız bir farklı olur¸ daha bol ve çeşitli yiyeceklerle donatılmasına özen gösteririz. Eşe dosta iftar ziyâfetleri verilir. Fakir ve muhtaçlara yardım edilir¸ iftar ikramlarıyla onlar da sevindirilir.
Zekâtın Ramazan ayı içinde verilmesi şeklinde bir şart yoktur; esâsen ne zaman farziyyet tereddüb ettiyse zekat o zaman verilir; ancak birçok Müslüman eğer zekât verebilecek durumda ise¸ bunu Ramazan ayında vermeye çalışır. Ayrıca Ramazan ayında bol bol sadaka dağıtılır.
Orucun bir ibâdet olması yanında sosyal yönü de vardır ve orucun bu bakımdan hikmetleri üzerinde çokça durulur. Oruç¸ her zaman bulup yiyemeyenlerle¸ her an tok olabilenlerin aynı anda¸ aynı halde¸ aynı duygularla yaşamasıdır. Yoksa nereden bileceğiz açların hâlini ve nasıl duyacağız onların içindeki acıyı? Ayrıca belki bir gün bizim de aynı hâle gelebileceğimizi¸ o hale gelirsek nasıl bir hal ile karşılaşacağımızı başka zaman aklımıza getirebiliyor muyuz?
Orucun ve Ramazan ayının başka bir yönü daha vardır¸ o da vakit bilincinin doruğa çıktığı¸ sabır imtihânının en sıkısı ile karşı karşıya kaldığımız ve irâde eğitiminin en üst düzeyde gerçekleştiği bir olgu ve zaman dilimi olmasıdır. Ben esas olarak bu yönü üzerinde durmak istiyorum.
Öncelikle vakit bilincinin Müslüman’ın hayâtındaki yeri üzerinde durmak gerekir; çünkü Müslüman sürekli vakit bilinci ile yaşar. O¸ her vakti izlemek durundadır. “Gün olmuş¸ akşam olmuş; gün geçmiş¸ hafta¸ ay¸ yıl geçmiş umurumda değil.” gibi bir anlayış Müslümanın anlayışı değildir. Günlerin¸ haftaların¸ ayların geçip gitmesine umursamamak bir yana¸ en kısa bir zaman diliminin bile bilinçsizce geçip gitmesi Müslüman’a göre bir iş değildir. Cenâbı Allah¸ Kur’ân’da insanın¸ yaptığı “zerre mikdârı iyiliği de¸ zerre mikdârı kötülüğü de göreceğini” bildiriyor.6
Bunun bir anlamı da¸ iyi bir amel işleyebileceği halde bilinçsizce geçirdiği vakti niye boşa geçirdiğini “göreceği”dir. Bu yüzden Müslüman¸ gelecek olan her vakti izlemek¸ ona göre hazırlıklı olmak zorundadır. Geçen vaktin nasıl geçtiğinin muhâsebesini yaparken¸ gelecek vaktin ne olduğunu bilmek durumundadır. Çünkü onun vakte bağlanmış birtakım yükümlülükleri vardır.
Müslüman¸ gününe¸ müezzinlerin seherlerde okuduğu o güzelim ezanların tatlı nağmeleriyle uyanarak başlar; bir “vakit” gelmiştir; bu¸ “sabah namazı vakti”dir; o vaktin gereğini yerine getirmek durumundadır. Onun arkasından öğle¸ ikindi¸ akşam ve yatsı vakitleri gelecek. O¸ hakkını vermek¸ gereğini yerine getirmek bilinci ile¸ bu vakitlerin gelişini de izler. Bu vakitlerin birisi¸ bilinçsizce Müslüman’ın gününden geçip gidemez. O¸ onu dâimâ yakalar. Bir vaktin geldiğinin işâreti olan ezan sesleriyle başlayan günü¸ o vakitleri izlemekle biter; ertesi sabah yine aynı şekilde başlar ve biter. Bu¸ Müslüman’ın ömrünün her gününde tekrar edilen değişmez bir akıştır.
Müslümanın gününün diğer vakitleri de onun izlemesinden uzak¸ bilinçsizce¸ boşu boşuna geçip gitmez. İslâm’ın temel şartlarından biri olan kelimei şehâdet için bir vakit tayin edilmemiştir. Her vakit kelimei şehâdetin vaktidir; zikir vaktidir. “Ayakta dururken¸ otururken¸ yanları üzere yatarken Allah’ı anarlar…”7 “Rabbini¸ içinden yalvararak ve O’ndan korkarak¸ yüksek olmayan bir sesle sabahakşam zikret ve gâfillerden olma.”8 Mutasavvıflar bunu şöyle formüle etmişlerdir : “Sâliklere vakti müstekreh ve mahali müstehcen i’tibârı müsâvîdir. Gerek yatur¸ gerek oturur¸ gerek gezer¸ gerek durur; abdestli vü abdestsiz¸ cünûb ü tâhir¸ hammâm ü âbhâne¸ cümlesinde zikri kalbe devâm ve iştigâl¸ ehem ve elzemdir.”9
Diğer işlerinde de bir aksama olmadan¸ vakitleri izleyerek gününü geçiren Müslüman¸ diğer vakitlerini¸ her halde ve her anda Allah’ı anarak¸ yani dâimâ Allah’ın murâkebesi altında olduğunu bilerek geçirirken¸ haftayı da izler ve Cuma vaktini¸ “cuma günü namaz için çağrılma” vaktini bekler¸ o vakit gelince “Allah’ın zikrine koşar.”10
Müslümanın ayları¸ yılları da ondan habersiz geçip gitmez. O¸ yılın aylarını da izleyerek yaşar. Aylar boyunca bir vakit bekler ve on bir ay geçtikten sonra yeni bir ay başlayacaktır; başlangıcını kaçırmamak için on bir ay onu izler. Nihâyet on birinci ayın son gününde on ikinci ayı yakalar. Onu yakalamak zorundadır; çünkü on ikinci ayın hilâlini görünce oruca başlamakla mükelleftir. Yüce Allah¸ “…içinizden kim bu aya ulaşırsa¸ onda oruç tutsun…”11 buyuruyor. İnsan¸ yıllık işlerinden tarlasındaki ekini birkaç gün önce veya sonra biçebilir; satın alacağı bir şeyi bir dahaki aya bırakabilir¸ yapacağı bir seyâhati bir ay öne veya arkaya alabilir; fakat hilâli görünce oruç tutmayı erteleyemez; çünkü yine bir “vakit” gelmiştir. Onun arkasından da kurban ayı Zilhicceyi ve imkanı doğarsa¸ ömründe en az bir kere¸ bir “hac vakti”nde haccetmeyi bekler.
Ramazan¸ Müslümanın vakit bilincinin en yoğun hâle geldiği¸ vakitleri birbirinden ayıran hatların en belirgin çizgilerle kesiştiği bir zaman dilimidir. O¸ gecenin bir saatinde¸ belki de uykusunun en tatlı bir ânında kalkacak; sofraya oturup¸ akşama kadar hiç yememekiçmemek üzere¸ Allah’ın verdiği helâl nimetlerden yiyebildiği kadar yiyecek¸ içebildiği kadar içecek. Sonra öyle bir vakit gelecek ki¸ istediği kadar yiyebildiklerinden¸ o andan itibâren zerre kadar bile yiyemeyecek. İki vakit arasındaki çizgi ancak bu kadar keskin olabilir; aynen “birbirine geçip karışmayan” iki deniz gibi.12
Gecenin bir saatinde tatlı uykudan uyanıp¸ önündekilerden istediği kadar yerken¸ bir vakit gelince de bırakmak¸ ancak bir vakit bilinci ile başarılabilir. İşte böyle başlayan bir Ramazan gününün sonunda da aynı durum söz konusu.
Bir ev düşünelim : Güneş batmak üzere¸ sofra kurulmuş¸ Allah’ın verdiği güzelim nimetlerle yapılmış nefis yemekler sofraya konmuş; buram buram kokuyor. Evdeki herkes sofranın başına toplanmışlar; midede¸ geçen gecenin bir vaktinde yenilenlerden hiçbir şey kalmamış. Acıkmanın ve susamanın en son haddine varılmış. “Haydi niye duruyorsun? Kaşığı daldırsana o nefis çorbaya¸ böreklere¸ çöreklere…”; ama hayır. Bu an¸ vakit bilincinin en zirve noktaya çıktığı bir andır. Bu bir sabır şâhikasıdır. Bu¸ irâde eğitiminin en ileri bir uygulamasıdır. Bu bir imtihândır. Başka bir zaman kaçımız bu kadar sabırlı davranabiliriz? O sofranın başındaki çocukları bu kadar açıkmışken¸ başka zaman durdurabilir miyiz? Hangi sigara tiryakisi bu kadar süre ile ve bu vakitte sabır imtihanını kazanabilir?13
Bir vakit bekleniyor. O vakit geldiği an hepsi serbest¸ fakat o ana kadar hiçbir şeyi yemek içmek mümkün değil. Güneş tamamen batıp akşam vaktinin ezanı okunduğu an artık sabır imtihanının sonu başarıyla gelmiştir. Arkasından terâvih vakti ve gecenin bir saatinde ertesi günün başlangıcı.
Müslüman¸ ömrünün sonunda gelecek bir vakte de hazırlıklı olmak durumundadır. Ne zaman olduğunu ancak Allah’ın bildiği¸ Kur’ân’ın tabiriyle “sâat” gelecek¸ kiyâmet kopacak¸ mahşer kurulacak¸ insanlar işlediği “zerre mikdârı iyilik” ve “zerre mikdârı kötülük”le yüz yüze kalacak. İşte o “vakit”te¸ Ramazan ayında indirilen Kur’ân’ı¸ “doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın delîli” kabul edip dünyâda ona göre yaşamış olanlar bunun mükâfâtını görecek. Vakitlerini bilinçsizce harcamış olanlar da onun karşılığıyla başbaşa kalacaktır. İşte Müslüman bu vaktin de geleceğinin bilinci içinde ömür geçirir.
Yazımızı Yunus Emre’nin bir öğüdüyle bitirelim :
“Benden öğüt isterisen eydivirem (söyleyiverem) bildiğimden
Budur Çalab’un bulruğı (buyruğu) dutun oruç kılun namaz”14
* Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
DİPNOT
1 2/Bakara sûresi¸ 185.
2 44/Duhân sûresi¸ 3.
3 97/Kadr sûresi¸ 1.
4 2/Bakara sûresi¸ 185.
5 2/Bakara sûresi¸ 183.
6 Bkz. 99/Zilzâl sûresi¸ 7¸ 8.
7 3/Âli İmrân sûresi¸ 191.
8 7/A'râf sûresi¸ 305.
9 Süleymân Şeyhî¸ Mektûbâtı Erbaîn¸ vr. 19a¸ İstanbul Süleymâniye Kütüphanesi¸ M. ÂrifM. Mahmûd Bölümü¸ 213/1.
10 62/Cumua sûresi¸ 9.
11 2/Bakara sûresi¸ 185.
12 "(Suları acı ve tatlı olan) iki denizi salıvermiştir; birbirine kavuşuyorlar. (Fakat) aralarında bir engel vardır¸ birbirine geçip karışmıyorlar…" 55 / Rahmân sûresi¸ 19¸ 20.
13 Aslında¸ en iyisi¸ sigara içmeme sabrını ve irâdesini her zaman göstermek gerekir.
14 Dr. Mustafa Tatçı¸ Yunus Emre Divânı (Tenkildi Metin)¸ s. 119.
Ali YILMAZ
Yazar1. DİLEDİĞİNE MADDÎ VE MÂNEVÎ NİMETLERİNİ BOL BOL VEREN, RUHLARI BEDENLERE YAYAN El-Bâsıt da bir şeyi yayan ve genişleten demektir. Yüce Allah'ın en güzel isimleri arasında yer alan ‘el-...
Yazar: somuncueditor
Dinî-tasavvufî eserlerde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in beden özelliklerini ve manevî şahsiyetini ifade için çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Bunlardan Nûr-ı Muhammedî veya Hakîkat-i Muhammediye konulu e...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Osmanlı padişahlarının onuncusu, 89. İslâm halifesi olan ve “Muhteşem Süleyman” olarak anılan Kanûnî Sultan Süleyman 1494 (bir rivayete göre ise 1495)’te, babası Yavuz Sultan Selim’in sancakbeyi (vali...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Sevgili çocuklar; “Bizim en vefalı dostlarımız kitaplardır.” desem abartmış olur muyum acaba? Beni bu yargıya götüren etkenlere bir göz atalım isterseniz. Hiç unutmam; orta ikinci sınıfa gidiyordum....
Yazar: Sırrı ER