Üsküp ve Kosova'da Ecdâdın İzleri
Osmanlı'nın bir nevi kara kutusu olan Balkanlar ve Balkanlarda Osmanlı izleri
Osmanlı Devleti çok kültürlü bir yapıya sahip, üç kıtaya hâkim bir büyük imparatorluktu. Söz konusu devlet birçok dinî, etnik ve kültürel grupları içinde barındırırdı. Bu devasa devlet içerisinde başta Kürt, Laz, Çerkez, Rum, Ermeni ve Arap olmak üzere onlarca ırktan insan barış içerisinde yaşamaktaydı.
İnanç olarak da başta Müslümanlar olmak üzere Hıristiyanlar ve Yahudiler mevcuttu. Kimse inancından dolayı kınanmazdı. İnancı ve ırkı ne olursa olsun, bu toprakların üzerinde yaşayan herkes "Osmanlı" vatandaşı sayılırdı.
Osmanlı Devleti'nde millet sistemi adalet, sevgi ve hoşgörüye dayanırdı. Devleti meydana getiren insanların hangi ırklardan geldiği sorgulanmazdı, bu bir ayrıntı olarak görülürdü. Farklı milletler Osmanlı paydası altında huzur ve sükûn içerisinde yaşardı.
Altı asır boyunca dünyaya adalet dağıtan Osmanlı Devleti'nin en önemli yerleşim yerlerinin başında Balkanlar gelmekteydi. Onun içindir ki 13. yüzyıla kadar Romalıların yönetiminde kalan Balkanlardaki Osmanlı mirası sanıldığından daha önemlidir. Osmanlılar Balkanlara ilk adımını 1360 yılında atmıştır.
Bu ilk adımdan sonra ecdadımız bu stratejik coğrafyada 500 sene gibi uzun bir süre kalabilmiştir. 19. asrın sonlarına doğru Rusların buraya girmesiyle Balkan Savaşları çıkmış, Birinci Dünya Savaşı’nın etkisiyle de maalesef geriye çekilme süreci başlamıştır. Bu da Balkanlardaki sonun başlangıcı olmuştur.
Osmanlı'nın bir nevi kara kutusu olan Balkanlar deyince öncelikle bugünkü Kuzey Makedonya'nın başkenti Üsküp ve artık bağımsız bir devlet olan Kosova akla gelmektedir. Balkanların bu iki güzide yeri dün olduğu gibi bugün de önemini muhafaza etmektedir. Bu iki tarihî yerleşim yeri hakkında doyurucu bilgi ve hatıralara ulaşmak için kıymetli şair ve yazar Yavuz Bülent Bâkiler'in "Üsküp'ten Kosova'ya" adlı kitabı okunmaya değerdir.
Özelde Kuzey Makedonya’nın, Genelde Balkanların İncisi: Üsküp
Kuzey Makedonya’nın kuzeyinde bulunan ve göz kamaştırıcı doğasıyla ziyaretçilerini kendine hayran bırakan başkent Üsküp, şehrin ortasından geçen Vardar Nehri ile ikiye ayrılır. Yani Balkan Yarımadası'nın ortasında Vardar Nehri'nin her iki yakasında yer alır.
Şehrin denizden yüksekliği 220-340 metre civarındadır. Tetovo, Brod, Totov, Sveti ve Kumanova şehirlerine komşu olan Üsküp’ün 10 ilçesi vardır. Her sene pek çok insan tarafından ziyaret edilen bu güzel şehir, tarih boyunca pek çok önemli uygarlığa ev sahipliği yapmıştır.
Şehrin adı, “sığınılacak yer” anlamına gelen “scupi” kelimesinden gelir. 571,5 km2 yüz ölçüme sahip olan Üsküp, subtropikal bir iklime sahiptir. 2002’deki nüfus sayımı sonrası verilen resmî bilgilere göre nüfusun % 66,75’i Makedon, % 20,49’u Arnavut, % 1,7’si Türk, % 2,82’si Sırp, % 4,63’ü Roman, % 1,5’i Boşnak'tır. Müslümanlar toplam nüfusun % 28,32’sini teşkil eder.
Üsküp'ün Osmanlı idaresine geçişinin hikâyesi şöyledir: Yıldırım Bayezid 1390’da Timurtaş Paşa, Evrenos ve Paşa Yiğit beyleri Sırbistan’ın fethine gönderdi. Üsküp, Osmanlı uç beylerinden Paşa Yiğit’in akınlarına hedef oldu ve onun tarafından ele geçirildi.
Batılı müellifler şehrin 6 Ocak 1392’de Osmanlı idaresine girdiğini kaydederler. Fetihten sonra Paşa Yiğit Bey, Saruhan bölgesinden getirtilen Türkmenleri Üsküp ve yöresine yerleştirdi. Şehir zaman içerisinde cami, mescid ve medreselerle Osmanlı şehrine dönüştü. Köklü tarihî geçmişi ve kozmopolit kültürü ile etkileyici ve büyüleyici bir şehir olan Üsküp; Roma ve Osmanlı dönemlerinden kalma tarihî eserleriyle yerli ve yabancı turistlerin adeta cazibe merkezidir.
Yahya Kemâl'in Deyimiyle "Üsküp ki Yıldırım Bayezid Han Diyârıdır."
Bugünkü adıyla Kuzey Makedonya'nın başkenti olan "Üsküp" bizim Osmanlı coğrafyasında apayrı bir yeri ve önemi olan bir şehirdir. Türk şiirinin köşe taşlarından biri olan şair Yahya Kemâl Beyatlı, her köşesinde Türk izlerinin bulunduğu bu kadim ve gizemli Osmanlı şehrinde doğmuştur. Annesinin kabri de bu şehirdeki İsa Bey Camii haziresinde bulunmaktadır.
Merhum Beyatlı "Kendi Gök Kubbemiz" adlı şiir kitabına aldığı "Kaybolan Şehir" adlı hüzün yüklü şiirinde Üsküp için şu mısraları söylemiştir: "Üsküp ki Yıldırım Bayezid Han diyârıdır,/Evlâd-ı Fatihân’a onun yâdigârıdır/Firûze kubbelerle bizim şehrimizdi o;/Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyle biz’di o/Üsküp ki Şar Dağı’nda devâmıydı Bursa’nın/Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın/Üç şanlı harbin arş’a asılmış silâhları/Parlardı yaşlı gözlere bayram sabahları/Ben girmeden hayatı şafaklandıran çağa,/Bir sonbaharda annemi gömdük o toprağa/İsâ Bey’in fetihte açılmış mezarlığı/Hulyâma âhiret gibi nakşetti varlığı/Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin/Üsküp bizim değil? Bunu duydum, için için/Kalbimde bir hayâli kalıp kaybolan şehir!/Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir!/Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,/Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene."
Şehrin simgesi haline gelen ve Sultan Murat Camii avlusunda bulunan, 1566-1573 tarihli, 40 metreye yakın yükseklikteki saat kulesi şehrin simgelerinin başında gelmektedir. Bu tarihî kule bugün de zamana meydan okumaktadır. Büyük seyyahımız Evliya Çelebi'nin bu kuleyle ilgili “Hünkâr Camii yanında minare gibi bir saat kulesi vardır. Saat çanının sesi bir konak yerden duyulur. Kulesi de görülecek şeydir.” sözleri dikkate şayandır.
Otantik(özgün) bir mimariye sahip kule, Osmanlı döneminde Üsküp'te inşa edilen ilk saat kulesi özelliğini taşıyor. 1560 veya 1570'li yıllarda inşa edildiği düşünülen saat kulesi, yangında büyük zarara uğramasına rağmen ilk günkü şeklini koruyor. 1904'te dönemin Kosova Valisi Hafız Mehmet Paşa'nın talimatıyla yenilenen saat kulesi, 1963'te Üsküp'te meydana gelen büyük depreme de direndi.
Kulenin girişinden saatlerin bulunduğu en üstteki bölüme kadar 105 basamak yer alıyor. Saat Kulesi ile Sultan Murad Camisi'nin bulunduğu külliye, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığınca (TİKA) restore edildi.
Kadim Bir Şehir Olan Üsküp, Osmanlı Eserleriyle Müzeyyendir.
Kadim bir şehir olan Üsküp Osmanlı eserleriyle müzeyyendir. Üsküp deyince öncelikle Sultan Murad Külliyesi akla gelmektedir. Üsküp’te şehir merkezine hâkim bir tepede yer alan külliye; cami, medrese, mektep ve imaret yapılarından meydana gelir. Cami, türbeler, saat kulesi ve cami hazîresindeki bazı mezar taşları günümüze ulaşmıştır.
Külliyenin önemli bir parçası olan cami, halk arasında ve arşiv kayıtlarında "Hünkâr Camii", "Câmi-i Kebîr", "Câmi-i Atîk" ve saat kulesine yakınlığı sebebiyle "Saat Camii" olarak da adlandırılır. Arapça kitâbede caminin 840’ta (1436-37) II. Murad tarafından yaptırıldığı, 944’te (1537-38) yangın geçirdiği, ertesi yıl başlayan onarımın 949’da (1542) tamamlandığı belirtilmektedir.
Sultan Murad Külliyesi'nin bir diğer önemli yapısı da medresedir. Evliya Çelebi’nin Üsküp’ün en tanınmış medreselerinden biri olarak tanımladığı medrese, cami avlusunun güneybatı köşesinde bulunmaktaydı. Türk şiirinin üstatlarından Yahya Kemâl Beyatlı, 1884 yılında bu medresede öğrenim görmüştür.
Yine külliyede yer alan Beyhan Sultan Türbesi, Sultan Murad Camii avlusu içinde caminin güneybatı köşesinde yer almaktadır. Dağıstanlı Ali Paşa Türbesi ise caminin doğu cephesindeki beden duvarına bitişik durumdadır.
Tarihî bir Türk şehri olan Üsküp deyince, şehre apayrı bir güzellik katan Taşköprü akla gelmektedir. Şehir merkezinde Vardar Nehri üzerinde kurulu olan Taşköprü, klasik Osmanlı eserlerinden bir tanesidir. Üsküp dendiğinde akla gelen ilk eserlerden biri olan köprü, “Fatih Sultan Mehmet Köprüsü” olarak da bilinir. Yapımına 1451 yılında başlanan köprü 18 yılda tamamlanmıştır.
Üsküp deyip de Eski Çarşı'yı, diğer adıyla Türk Çarşısı'nı anmadan geçmek olmaz. Burası dün olduğu gibi bugün de Üsküp'ün kalbi hüviyetinde ve mesabesindedir. Bu çarşıyı ziyaret ettiğinizde kendinizi adeta tipik bir Anadolu şehrinde hissedersiniz. Sonrasında Üsküp Kalesi, Yahya Paşa Camii, Kurşunlu Han ve Davut Paşa Hamamı dikkatinizi çeker.
Beş Yüzyıldan Daha Uzun Bir Süre Osmanlı Egemenliğinde Kalan Kosova
Kosova beş yüzyıldan daha uzun bir süre Osmanlı egemenliğinde kalmıştır. Osmanlı bu coğrafyayı huzur iklimine dönüştürmüştür. Bu toprakların İslâmiyet'le tanışması Osmanlı döneminde gerçekleşmiştir. Kosova, jeopolitik konumuyla Balkanların Müslüman yoğunluklu bölgeleri arasında önemli bir yer teşkil eder. Coğrafî konum itibariyle Arnavut nüfusun yoğun olarak bulunduğu Arnavutluk, Makedonya, Karadağ ve Preşova vadisi arasındadır.
Günümüzde bağımsız bir ülke statüsüne kavuşmuş olan Kosova (resmî adı Kosova Cumhuriyeti) Balkanların önemli yerlerinden biridir. 10,908 km²'lik bu ülke 17 Şubat 2008 tarihînde bağımsızlığına kavuşmuştur. Güneydoğu Avrupa’da, Balkan Yarımadası'nda yer alan Kosova; Karadağ, Sırbistan, Arnavutluk ve Makedonya arasındadır.
Parlamenter demokrasiyle yönetilen ülkenin başkenti 200 bin nüfuslu bir şehir olan Priştine'dir. Ülke nüfusu 1 milyon 800 bin civarındadır. Son sayıma göre ülkede 18 bin 738 Türk yaşıyor.
Birçok farklı milletlerin bir araya geldiği bugünkü bağımsız Kosova Cumhuriyeti'nin etnik görünümüne baktığımızda etnik anlamda şu rakamları görürüz: Arnavut %92.93, Sırp %5, Türk %1.08, Boşnak %1.6, Roma % 0.5, Aşkali % 0.9, Mısır % 0.7, Goralı % 0.6. Kosova'nın bugünkü başbakanı Albin Kurti, Devlet Başkanı ise Vjosa Osmani Sadriu'dur.
Kosova'nın İkinci Büyük Şehri Olan Prizren'de Türk Kültürü Yaş(atıl)ıyor.
Kosova'nın ikinci büyük şehri olan Prizren Türk toplumunun sayı olarak en fazla olduğu şehirdir. Bu şehir Osmanlı döneminde (1455-1912) sancak merkezi idi. Yugoslavya’nın parçalanmasından önce Prizren, Balkanlar’ın üç dilinin konuşulduğu tek şehirdi.
Bugün Kosova'da Türk izlerinin en yaygın görüldüğü yer Prizren'dir. Prizren şehri 1455 yılından bugüne kadar çok sayıda cami, hamam, tekke, kervansaray, han ve çeşme gibi eserlerle yüzyıllar boyunca bir Osmanlı-Rumeli şehri olarak kalmıştır. Bütün yıkımlara rağmen günümüzde de hâlâ bu tarihî hüviyetini ve mimarî dokusunu muhafaza etmektedir.
Prizren pek çok camisi, medresesi, hamamı ve derviş tekkesiyle birlikte Balkanlar’daki İslâm kültürünün en önemli merkezlerinden biridir. Tarihî süreç içerisindeki bütün tahribat ve değişimlere rağmen Prizren şehri camileriyle, taş köprüleriyle ve Arnavut kaldırımlı sokaklarıyla hâlâ tipik bir Anadolu şehri görünümündedir.
1455 yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedilen Prizren'de Osmanlı döneminde inşa edilen camilerden 20 tanesi bugün hâlâ mevcuttur. Dokuz tanesi ise maalesef ortadan kaldırılmıştır.
Prizren camileri içinde en çok ilgi ve dikkat çekeni şüphesiz ki Sinan Paşa Camii’dir. Prizren’in güneydoğusunda Bistriça (Bistritsa) Nehri'nin sol kıyısında Şadırvan diye anılan kesimde yer almaktadır. Caminin bânisi Sofu lakaplı, Arnavut asıllı Sinan Paşa'dır. Sinan Paşa; Budin (1594), Bosna Beylerbeyliği (1601) ile Şam Valiliği(1609) yapan bir Osmanlı idarecisidir.
1912 yılına kadar cami olarak kullanılan yapı Balkan Savaşı’nda Sırp işgali esnasında cephanelik haline getirildi ve 29 Kasım 1915 tarihîndeki bir patlama sonucunda yapının içinde, kapı ve pencerelerinde tahribat meydana geldi. II. Dünya Savaşı yıllarında kapalı kaldı.
1948’de kültürel miras olarak tescil edilip koruma altına alınan binada 1952’de bir restorasyon gerçekleştirildi. 1968’de de Şark El Yazmaları Müzesi haline getirildi. Camide ciddi anlamdaki ilk restorasyon ve izolasyon çalışması 1972’de yapıldı. 1991 yılına kadar süren bu çalışmanın ardından ibadete açılan yapı günümüzde temiz, bakımlı ve aslî görevini sürdürür durumdadır. (Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi)
Prizren'de Sinan Paşa Camii'nin dışında 1512-13 tarihli “Sûzi Çelebi Camii, 1831-32 tarihli Emin Paşa Camii, Kâtip Sinan Camii (1893), Kukli Mehmed Bey Camii (1534) vardır. Öte yandan Prizren yakınlarındaki Pastrik Dağı’nın bir tepesinde de Sarı Saltuk Türbesi mevcuttur.
Yine Priştine'ye 6 km. mesafede Priştine-Mitroviça yolu üzerinde Osmanlı Devleti padişahlarından Sultan I. Murad'ın savaşta hayatını kaybetmesinin sonrasında iç organlarının gömüldüğü I. Murad Türbesi (Meşhed-i Hüdavendigâr) vardır.
Kosova ve Prizren deyince akla gelen yerlerden biri de bir Türk yerleşim yeri olan Mamuşa Köyü'dür. Burası Kosova'da çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu tek belediyedir. Mamuşa'nın Prizren’e uzaklığı 18 km'dir. Burada 3500 civarında Türk yaşamaktadır. Türk kültür unsurları burada alabildiğine hâkimdir. Mamuşa adı, Osmanlı padişahı II. Mahmud'un isminden hareketle, Mahmut Paşa / Mahmut Şah isimlerinin kullanımla hafifleşmiş şeklidir.
M.Nihat MALKOÇ
Yazarİnsanoğlu var olduğu günden beri dünyadaki nesneleri bazen merak bazen ihtiyaç gibi çeşitli sebeplerle toplama ve biriktirme hevesi içine olmuştur. Bunda çok kere zamanın yok ediciliğinden kurtarmak v...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Millet olarak "Türk Dünyası" diye bir coğrafyanın varlığını bilsek de bu coğrafyayla ilgili ayrıntılı bilgileri ne yazık ki çok sonraları öğrenmeye başladık. Çünkü Türk devletlerinin varlığını ve değe...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Dünden Bugüne Tarihî Süreçte Boşnakların SerencamıBosna-Hersek, Avrupa'nın güney doğusunda Balkanlar olarak bilinen kadim coğrafyada tarih boyunca değişik etnik ve dinî grupların ikamet ettiği b...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Özbekistan tarihî eserleriyle bir açık hava müzesini andırmaktadır.Yedi bağımsız Türk Cumhuriyeti (Türkiye, Âzerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ