Ümmetin Yetim Çocukları
Günlerden, Müslümanların Uhud Savaşı’nda fazlaca şehit verdiği Medine’ye dönüldüğü bir gündü. Başta Allah Rasûlü’nün amcası Hz. Hamza olmak üzere birçok sahabi şehit olmuştu. Herkes şehitlere ağlıyordu. Bu ağlayanların arasında elbette yetim kalan çocuklar da vardı. Allah Rasûlü, Müslümanları teselli ederken bir ara gözüne, için için ağlayan bir çocuk ilişir ve çocuğun yanına yaklaşarak “Yavrum niye ağlıyorsun?” diye sorar. Aynı zamanda kekeme olan bu çocuk, babasının şehit olduğunu bu sebeple ağladığını söyler. Bunun üzerine Allah Rasûlü “Benim, baban, eşim Âişe’nin de annen olmasını istemez misin?” Bunun üzerine çocuk “Elbette isterim ey Allah’ın Rasûlü! Annem babam sana feda olsun!” der. Allah Rasûlü çocuğa ismini sorar o da “Bahîr” olduğunu söyler. Zayıf, cılız, hasta ve mecalsiz anlamına gelen bu ismi, çocuğun o andaki durumunu da göz önüne alan Allah Rasûlü, neşeli, yüzlere ve gönüllere sevinç kaynağı anlamına gelen bir isim vererek “Senin ismin Beşîr olsun” der. Artık onun ismi bundan sonra Beşîr b. Akrabe’dir. Allah Rasûlü, çocuğun başını okşar, kendisine dua eder. Allah Rasûlü’nün bu duası sebebiyle bu çocuğun dilindeki kekemelik de iyileşmiştir artık. Hatta bu çocuk yaşlanınca Allah Rasûlü’nün, saçlarından küçükken okşadığı yerlerin hâlâ simsiyah diğer yerlerin bembeyaz olduğunu yine kendisi haber vermektedir.1 Allah Rasûlü’nün kendisine kardeşim diye hitap ettiği ve aynı zamanda amcası Ebû Tâlib’in oğlu Cafer, Mûte Savaşı’nda şehit düşmüştü. Geride birçok yetim bırakmıştı. Allah Rasûlü, ailesinin içlerindeki üzüntünün gözyaşlarıyla akması ve rahatlamaları için üç gün yas tutmalarına izin verdi. Üç gün sonra “Artık bugünden sonra ağlamak yok. Getirin bakayım bana kardeşlerimin çocuklarını.” buyurdu. Bu durumu Cafer’in oğlu Abdullah şöyle anlatmaktadır: “Biz, Allah Rasûlü’nün karşısına dizildik, sanki kuş yavruları gibiydik. Allah Rasûlü bir berber çağırdı ve sanki bayrama hazırlar gibi bizleri hazırladı.”2 Allah Rasûlü, bir gün etrafındaki ashabına, işaret parmağıyla orta parmağını bir araya getirerek “Ben ve yetime kol kanat geren kimse cennette şöyle yan yana olacağız.” buyurdu.3 Yetim kalan çocuklarına kol kanat geren, çocuklarını kendisine tercih edip de evlenmeyen kadın hakkında da Allah Rasûlü şöyle buyurdu: “Kocasından dul kalıp da yetim çocukları için (onlar ev bark sahibi olup kendisinden) ayrılıncaya kadar yahut da (onlar) ölünceye kadar, kendini (kocaya varmaktan) alıkoyan (ve bu hususta karşılaştığı sıkıntılar sebebiyle) yanakları kararan kadınla ben kıyamet gününde (birbirimize yakınlıkta işaret ve orta parmağını bir araya getirerek) şu ikisi gibiyiz.”4 Yetimlerin Haklarını Kim Koruyacak? Toplumdaki ihtiyaç sahiplerini bir sıraya koymak gerekirse yetimler önceliklidir. Çünkü yetimlerin ihtiyacı hem maddi hem de sevgi gibi manevi olabilir. Hz. Fatıma yanında iki hanımla gelerek savaş esirlerinden kendilerine ev işlerinde yardım edecek kadınlar tahsis edilmesini istediklerinde Allah Rasûlü “Bedir’in yetimleri sizden daha önceliklidir.”5 diyerek toplumda yetimler konusunun öncelikli olması gerektiğini belirtmiş olmaktadır. İslâm, yetimlerin haklarının korunması için gerekli tedbirleri almış ve bunların devlet garantisinde olduğunu belirtmiştir: “Eğer Allah’a ve hak ile bâtılın ayrıldığı gün, iki ordunun birbiri ile karşılaştığı gün (Bedir Savaşı’nda) kulumuza indirdiğimize inanmışsanız, bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah’a, Rasûlü’ne, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir…”6 “Allah’ın, (fethedilen) ülkeler halkından Peygamber’ine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir…”7 Yetimlerin daha iyi korunması için devletin yetişemediği durumlarda veya da onlara bir aile ortamının yaşatılması konusunda Müslümanlardan zaman zaman yardım istenmiş ve bunun büyük ecirler getiren bir amel olduğu belirtilmiştir. Yetimler konusu başta olmak üzere Hz. Peygamber (s.a.v.)’e zaman zaman sorular gelmiş ve Allahu Teâlâ da soru soran mü’minlere şöyle cevap vermiştir: “Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Maldan harcadığınız şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Şüphesiz Allah yapacağınız her hayrı bilir.”8 Yetimlere güzel muamele yapanlar övülmüş ve böyle davrananların iyi kullar olduğu belirtilerek haklarında şöyle buyrulmuştur: “Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.”9 Allah Rasûlü de “Kendisine veya başkasına ait herhangi bir yetimi görüp gözetmeyi üstlenen kimse ile ben, işte şöyleyiz.” diyerek şehadet parmağıyla orta parmağını işaret etmiştir.10 Yetimleri Bakıp Gözetmenin Şekilleri Yetimleri bakıp gözetmek farklı şekillerde olabilir. Bunlardan birincisi maddî ihtiyaçlarını karşılamaktır. Bu daha çok devletin görevi veya da devletin ulaşamadığı ortamlarda Müslümanlara düşen bir görev gibi durmaktadır. Bununla ilgili Allah Rasûlü şöyle buyurmaktadır: “Bir kimse, Müslümanların arasında bulunan bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine götürürse, affedilmeyecek bir suç işlemediği takdirde, Allahu Teâlâ onu mutlaka cennete koyar.”11 Başka bir rivayette de Rasûlullah üç yetim yavrunun ihtiyaçlarını karşılayan kişinin, gecelerini ibadet, gündüzlerini oruçla geçiren ve her şeyini feda ederek gece-gündüz Allah yolunda koşan kişi gibi sevap kazanacağını beyan etmiştir. Diğeri ise Müslümanların, yetimlere, aile sıcaklığı hissetmeleri için şefkat ve koruyucu nazarıyla kol kanat germeleri şeklinde olur: “Bir kimse sırf Allah rızası için bir yetimin başını okşarsa elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap yazılır…”12 Yine bir başka rivayette de kalbinin katılığından bahseden bir sahabiye Allah Rasûlü, yetimlerin başlarını okşamasını ve fakirleri doyurmasını tavsiye etmiştir. Buna karşın yetime kötü davranan kişiler şiddetli bir şekilde kınanmış ve azarlanmışlardır. “Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz”13 “Dini yalanlayanı gördün mü? İşte o, yetimi itip kakar. Yoksulu doyurmaya teşvik etmez.”14 “Müslümanlar içinde en hayırlı ev; içinde yetime iyi muamele edilen evdir. Müslümanlar içinde en kötü ev de yetime kötü muamele edilen evdir.”15 Yetimler, Gerekirse Ergenlik Yaşına Ulaştıklarında da Korunup Gözetilmeli Allah Rasûlü’nün “Ergenlik çağına geldikten sonra yetimlik yoktur.”16 demiş olsa da bu ifade yetimliğin ne zaman biteceğinin geneli itibariyle ortalamasını yansıtmaktadır. Çünkü bazı çocuklar vardır ergenlik yaşına girdiği andan itibaren hayatını tek başına devam ettirebilecek durumdadır. Bunlar için ergenlik yaşına girdiği anda yetimlik biter. Fakat bazı çocuklar için böyle olmayabilir. Abdullah b. Abbâs’a “Yetimlik ne zaman biter?” diye sorduklarında “Ömrüme yemin ederim ki, adam vardır, sakalı çıkar da hâlâ kendi hakkını almaktan âciz, kendi namına bir şey vermekten âcizdir. İşte kişi kendi hakkını alacağında başkalarının alışverişi gibi doğru ve yeterli davranabiliyorsa, artık o zaman yetimlik durumu sona ermiş demektir” diye cevap vermiştir.17 Kur’an’da da evlilik yaşına gelmiş yetimlerin durumunun gözlemlenmesi istenmektedir: “Yetimleri deneyin. Evlenme çağına (buluğa) erdiklerinde, eğer reşit olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (ve mallarını geri alacaklar) diye israf ederek ve aceleye getirerek mallarını yemeyin. (Velilerden) kim zengin ise (yetim malından yemeğe) tenezzül etmesin. Kim de fakir ise aklın ve dinin gereklerine uygun bir biçimde (hizmetinin karşılığı kadar) yesin. Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman da yanlarında şahit bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.”18 Sonuç olarak, yetimler devlet ve toplum için bir emanettir. Bu emanete en iyi şekilde sahip çıkmak gerekmektedir. Çünkü Allah Rasûlü’nün ifadesiyle “Allah bu ümmete, aralarındaki zayıfların duası, ibadeti ve ihlâsı sebebiyle yardım etmektedir.”19 Selam ve dua ile… Dipnot *Dr. Mustafa KARABACAK 1. İbn Asâkir, Târîhu Dımaşk, Dâru’l-Fikr, 1415/1995, 10: 300; Ali el-Muttakî, Kenzü’l-Ummâl, 5. Basım, Müeessesetü’r-Risâle, 1401/1981, 13: 298 hadis no: 36862. 2. Ebû Dâvûd, Teraccel, 13. 3. Buhârî, Talâk, 25. 4. Ebû Dâvûd, Edeb, 120, 121. 5. Ebû Dâvûd, Haraç, 19-20. 6. 8/Enfâl, 41. 7. 59/Haşr, 7. 8. 2/Bakara, 215. 9. 76/İnsan, 8. 10. Müslim, Zühd ve Rekâik, 42. 11. Tirmizî, Birr, 14/1917. 12. Ahmed b. Hanbel, 5: 250. 13. 89/Fecr, 17. 14. 107/Mâûn, 1-3. 15. İbn Mâce, Edeb, 6. 16. Ebû Dâvûd, Vesayâ, 9. 17. Müslim, Cihad ve Siyer, 137. 18. 4/Nisa, 6. 19. Nesâî, Cihâd, 43.
Mustafa KARABACAK
Yazarİnsanoğlu, edindiği tecrübeleri sonra gelen nesle aktaran bir varlıktır. Diğer bir tabirle sonra gelen nesil öncekilerin tecrübelerinden ve davranışlarından istifade eder ve onlar gibi olmaya çalışırl...
Yazar: Mustafa KARABACAK
Kur’an’da gençlik, iki zayıf dönem çocukluk ve ihtiyarlık arasındaki güç ve kudret, bilme ve yapabilme vaktidir: “Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardında...
Yazar: Mustafa KARABACAK
Hz. Ömer’den (r.a.) rivayet edildiğine göre bir gün Allah Rasûlü etrafında bulunan sahabilerine şöyle buyurmuştur: “Allah'ın kulları arasında öyleleri var ki, peygamber ve şehit değildirler, ama kıya...
Yazar: Mustafa KARABACAK
Allah Rasûlü’nün arkadaşlarından Abdullah b. Muğaffel şöyle bir olay anlatmaktadır: Bir adam Rasûlullah (s.a.v.)’e, “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben seni gerçekten seviyorum.” dedi. Rasûlullah (s.a.v.) “O söy...
Yazar: Mustafa KARABACAK