ULU SULTAN II. ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı'nın Çöküş Döneminde 33 Sene Sürecek Uzun Bir Saltanatın Mimarı
Osmanlı padişahlarının 34.sü, İslâm halifelerinin ise 113.sü olan Sultan II. Abdülhamid, 21 Eylül 1842 tarihinde İstanbul'da dünyaya gelmiştir. "Sultan Abdülhamid Han-ı Sânî" ve "Sultan Hamid" olarak da bilinir. II. Abdülhamid'in babası Osmanlı'nın 31. padişahı olan Sultan Abdülmecid, annesi ise Çerkes asıllı cariye Tîrimüjgân Kadınefendi'dir. Şehzâde Abdülhamid, 11 yaşında annesini kaybettiği için, hiç çocuğu olmayan Piristû Kadınefendi kendisine analık etmiştir. Bu yüzden de öz anne sevgisinden mahrum kalmıştır.
Osmanoğulları ailesinin bariz özelliklerini taşıyan II. Abdülhamid, güçlü bir hafızaya sahipti. İlk bakışta saygı uyandıran bir görüntüsü vardı. Çok dinleyen, az konuşan bir insandı.
Şehzâde Abdülhamid, zamanının en iyi hocaları tarafından büyük bir ihtimamla eğitilmiştir. Bu çerçevede Gerdankıran Ömer Efendi’den Türkçe, Ali Mahvî Efendi’den Farsça, Ferid ve Şerif efendilerden Arapça ve sair ilimleri, Vak‘anüvis Lutfi Efendi’den Osmanlı tarihi, Edhem ve Kemal paşalarla Gardet isimli bir Fransız’dan Fransızca, Guatelli ve Lombardi adlı iki İtalyan’dan da mûsiki eğitimi alarak tam tekmil yetişmiştir.
Şehzâde Abdülhamid'in Tahta Çıkışı ve Meclis-i Mebusan'ın Açılması
Şehzâde Abdülhamid, ağabeyi V. Murad'ın tahttan uzaklaştırılması üzerine, Devlet-i Âliyye'nin en sıkıntılı döneminde, 31 Ağustos 1876 tarihinde tahta çıkmıştır. Tahta çıkmadan evvel, amcası Sultan Abdülaziz ile ağabeyi V. Murad'ı tahttan indiren Midhat Paşa ve arkadaşlarına meşrutiyeti ilân edeceğinin sözünü vermiştir. Zira onu tahta çıkarmak isteyenler ona böyle bir şart koşmuşlardır.
- Abdülhamid hiç de iyi ve rahat bir ortamda padişah olmamıştır. Adeta ateşten gömlek giymiştir. Bu dönemdeki dış bağlantılı sıkıntıların önemli bir kısmı Bosna-Hersek ve Bulgar ayaklanmaları ile Sırbistan ve Karadağ muharebelerinden kaynaklanıyordu. Bu aykırı sesleri en çok da Rusya destekliyordu. Çünkü Osmanlının zayıflaması, çıkarlarına yarıyordu.
Büyük bir siyasî deha olan II. Abdülhamid tahta çıkar çıkmaz ilk iş olarak halkın ve devlet erkânının sevgisini ve güvenini kazanmaya çalıştı. Bu kapsamda halkla ve başta ordu olmak üzere, tüm devlet kurumlarıyla sıcak ilişkiler kurdu. Gün geldi subaylarla ve erlerle oturup asker yemeği yedi, gün geldi ulemayla iftar yaptı. Zaman zaman sadrazamı ve nâzırlarını yanına alarak halkla namaz kıldı, yaralı askerleri hastanelerde ziyaret etti. Bu ve bunun gibi samimi yakınlaşmalar onun halkçı padişah imajını güçlendirerek sempati toplamasını sağladı. Bu da o zamanlar en çok ihtiyaç duyulan birlik ve beraberliğe hizmet etti.
Sultan II. Abdülhamid, tahta çıktığında Mütercim Rüştü Paşa'nın sadrazamlığa devam etmesini sağladı. Fakat sonraki günlerde Midhat Paşa'yla anlaşmazlıklar yaşayan eski sadrazam görevinden istifa etti. Onun ardından bu göreve Midhat Paşa getirildi. Onun sadarete gelmesiyle 23 Aralık 1876'da Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan Kânûn-ı Esâsî ilân edildi. Böylece Midhat Paşa'nın bir ömür hayal ettiği meşrutiyet idaresi fiilen gerçekleşti.
Sadrazam Midhat Paşa'nın hayalleri gerçeğe dönüştü ama onun mutluluğu çok uzun sürmedi. Çünkü Midhat Paşa 5 Şubat 1877 tarihinde sadrazamlık görevinden alınarak sürgüne gönderildi. Buna gerekçe olarak onun İngiltere ile yaptığı anayasa pazarlığı ve Osmanlı hânedanlığını kaldırarak kendi ailesini tahta çıkarma veya cumhuriyet kurma düşüncesi gösterildi. Fakat Sultan II. Abdülhamid meşrutiyetin savunucusunu sürgüne gönderse de Kānûn-ı Esâsî'den vazgeçmedi. Seçimler zamanında yapılarak 141 üyeden (115'i mebus, 26'sı âyan üyesi) oluşan ilk Türk parlamentosu 19 Mart 1877'de padişah tarafından açıldı.
Sultan II. Abdülhamid'in Dış Politikası Barış Üzerine Temellendirilmiştir
Sultan II. Abdülhamid döneminde sert ve tavizsiz bir iç politika güdülmüştür. Bu kapsamda başta payitaht İstanbul olmak üzere, imparatorluk coğrafyasındaki bütün etkili ve yetkili kişiler sıkı bir şekilde kontrol altında tutulmuştur. Belki de dönemin şartları da bunu gerektiriyordu. Zira dış güçler koca imparatorluğun bir an evvel çökmesi için içerdeki bir kısım hainleri ve gafilleri sonuna kadar kullanıyordu. II. Abdülhamid, riskleri bertaraf etmek için geniş ve güçlü bir hafiye teşkilâtı kurarak her şeyden anında haberdar oluyordu.
Sultan II. Abdülhamid, Batılı devletlerin sömürgeci anlayışın ürünü kurnaz politikalarına karşı barışçı, akıllı ve tutarlı bir politika yürütmüştür. Diplomasi dilini çok iyi kullanarak bunun imkânlarından yararlanmıştır. Kurduğu teşkilâtla başta Avrupa olmak üzere, dünyadaki bütün politik gelişmelerden haberdar olmuştur. Dış gelişmelere duyguyla ve heyecanla değil, akıl ve mantıkla yaklaşmıştır. Sömürgeci büyük devletlerin Osmanlı üzerindeki çıkar çatışmalarından azamî düzeyde faydalanmıştır. Bazen İngiltere'ye karşı Rusya, Rusya'ya karşı da İngiltere kozunu akıllıca kullanmıştır. Daima denge politikasından yana olmuştur. Devletlerarası münasebetlerde çıkarların ön planda olduğunu aklından çıkarmamıştır. Diplomatik ilişkilerde her türlü ayrıntıyı hesaba katarak ince hesaplar yapmıştır. Aldığı kararları millet adına aldığını unutmadan hassas bir şekilde hareket etmiştir.
Öte yandan II. Abdülhamid'in Filistin politikası bugün de şuurlu Müslümanlar tarafından çok takdir edilir. Zira Siyonistler, Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması için Abdülhamid’e başvurmuşlar, buna ruhsat vermesi hâlinde Osmanlı ekonomisinin en büyük meselelerinden biri olan dış borçların silineceğini söylemişlerdir. O zamanda devletin paraya çok ihtiyacı olduğu halde o, elif gibi dik durarak bu aşağılık teklifi kabul etmemiştir.
Sultan II. Abdülhamid; Eğitime, Sağlığa ve Bayındırlığa Çok Kıymet Vermiştir.
Sultan II. Abdülhamid, Osmanlı padişahları içerisinde eğitime ve öğretime en çok önem verenlerin başında gelmektedir. Bu çerçevede Mekteb-i Mülkiyye, Mekteb-i Hukuk, Sanâyi-i Nefîse Mektebi, Hendese-i Mülkiyye, Dârülmuallimîn-i Âliye, Maliye Mektebi, Ticaret Mektebi, Halkalı Ziraat Mekteb-i Âlîsi, Dârülfünun, Dârülmuallimât ve kız sanayi mektepleri, deniz ticareti, orman ve maâdin, lisan, dilsiz ve âmâ mektepleri hep II. Abdülhamid döneminde milletin hizmetine açılmıştır. Vilâyetlerde ve sancaklarda eğitimin belkemiğini teşkil eden ilk/İbtidâî, orta/rüşdiye ve lise/idâdî düzeyinde mektepler inşa ettirmiştir. Sadece İstanbul'da altı tane idâdî/lise açtırmıştır. İbtidâîleri/ilkokul köylere kadar yaymıştır. Böylece mevcut imkânlar dâhilinde eğitim çıtasını iyice yükseltmiştir.
Bunca eğitim müessesesinin yanında Müze-i Hümâyun/Eski Eserler Müzesi, Askerî Müze, Bayezid Kütüphâne-i Umûmîsi, Yıldız Arşivi ve Kütüphanesi gibi kültürel kurumları da Osmanlı Devleti'ne yine o kazandırmıştır. Onun zamanında sansüre rağmen kitap, dergi ve gazete sayısında artış görülmüştür. Vilâyet fotoğraflarını içeren albümler hazırlatmıştır.
İnsana çok kıymet veren ve ona hizmet etmekten bahtiyarlık duyan Sultan II. Abdülhamid, sağlık alanında da ciddi işlere imza atmıştır. Öncelikle tıbbiyelerde Fransızca olan öğretim dilini Türkçeye çevirerek bu dile verdiği önemi göstermiştir. Şahsî parasıyla Şişli Etfal Hastanesi’ni yaptırarak çocuk hastaların istifadesine sunmuştur. Yine Haydarpaşa Tıbbiyesi ve Darülâceze onun gayretleriyle kurulan önemli sağlık ve hayır kuruluşlarıdır. Bu arada Darülâceze'nin masraflarının önemli bir kısmını kendi bütçesinden karşılamıştır.
Sultan II. Abdülhamid bayındırlık ve imar alanında da çok ciddi hizmetler gerçekleştirmiştir. Anadolu ve Rumeli demiryollarının büyük bir kısmı onun zamanında tamamlanmıştır. Hicaz ve Basra’ya kadar telgraf hatları çekilmiştir. 1900-1908 yılları arasında Şam ile Medine arasında 1322 kilometrelik demiryolu hattı yapılmıştır. Anadolu’da bir şose şebekesi meydana getirilmiştir. Atlı ve elektrikli tramvaylar yapılmıştır.
Birincisinden 29 Sene Sonra İkinci Meşrutiyet İlân Edilmiştir
Kânûn-ı Esâsî/Anayasa, 29 yıl askıda bekletildikten sonra 23 Temmuz 1908'de yeniden ilân edilmiştir. II. Meşrutiyet'in ardından mevcut iki parti (İttihat ve Terakki Fırkası ile Ahrar Fırkası) hemen seçimlere gitmiş, seçimi planlandığı gibi İttihat ve Terakki Fırkası kazanmıştır. Böylece Meclis-i Mebûsân 17 Aralık 1908'de çalışmalarına başlamıştır.
- Meşrutiyet'in ilk uygulamaları milleti memnun etmediği için hoşnutsuzluklar baş göstermiştir. Gazeteci Hasan Fehmi, İttihatçıların fedaisi tarafından öldürülünce işler iyice karışmıştır. 13 Nisan 1909'da bazı askerî birliklerle medrese talebeleri ayaklanma başlatmış, işler çığırından çıkınca bazı subaylar ve milletvekilleri linç edilmiştir. İttihatçı gazeteler yağmalanmıştır. Bu hadiseler Rumî takvime göre 31 Mart'a tekabül ettiği için bu hadiseye "31 Mart Vakası" denmiştir. Bu ayaklanmaları Selânik'ten gelen Hareket Ordusu bastırmıştır.
Milâdî tarihe göre meclis 27 Nisan'da toplanarak, aslında olaylarla hiç ilgisi olmadığı halde, bu hadisenin sorumlusunun II. Abdülhamid olduğu kararına varmıştır. Bu haksız karar neticesinde II. Abdülhamid 32 sene, 7 ay, 27 gün süren saltanatın ardından tahttan indirilerek yerine 65 yaşındaki kardeşi V. Mehmed/Mehmed Reşâd Efendi getirilmiştir. Fakat Kânûn-ı Esâsî'de yapılan değişikliklerle padişahın yetkileri sembolik düzeye indirilmiştir.
Sultan II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesi kararının geçerli olması için şeyhülislâmın fetvası da gerekiyordu. Alelacele yalan ve iftiralarla dolu düzmece bir fetva metni hazırlanarak şeyhülislâma imzalatılmıştır. Sultan II. Abdülhamid, tahttan indirildikten sonra Çırağan Sarayı'nda ikamet etmek istese de bu isteği kabul edilmemiştir. Sadrazam Mahmud Şevket Paşa'nın emriyle, şahsî eşyalarını almasına bile müsaade edilmeden, Selânik'e sürgün edilen Sultan II. Abdülhamid, Alâtini Köşkü'ne yerleştirilmiştir. Buradaki zamanının çoğunu marangozluk ve demircilikle geçirmiştir. Balkan Savaşları'nın başlamasıyla birlikte işgalciler Selânik'e yaklaşmış, bunun üzerine sürgündeki padişah II. Abdülhamid'in İstanbul'a nakledilmesine karar verilmiştir. Dünyadan tecrit edilen, kendisine gazete bile verilmeyen padişah, bu savaştan da haberdar değildi. Sürgündeki padişah Selânik'ten ayrılmak istemese de tehlike karşısında buna mecbur bırakılmıştır. Böylece 1Kasım 1912’de Beylerbeyi Sarayı’na intikal ettirilmiş, ömrünün kalan kısmını burada hüzün ve keder içinde geçirmiştir.
- Abdülhamid, Çökmekte Olan Osmanlıyı 33 Yıl Ayakta Tutan Bir Padişahtı
Çökmekte olan Osmanlı Devleti'ni iç ve dış mihraklara rağmen 33 yıl ayakta tutan Sultan II. Abdülhamid, 10 Şubat 1918 tarihinde (Pazar günü) Beylerbeyi Sarayı'nda zatürre hastalığından vefat etmiştir. II. Abdülhamid’in naaşı Topkapı Sarayı’na getirilerek cenaze işlemleri orada yapılmıştır. Vefatının ertesi günü (11 Şubat 1918) padişahlara lâyık bir törenle Divanyolu’ndaki II. Mahmud Türbesi’ne defnedilmiştir. Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.
Sultan II. Abdülhamid, sadece dostlarının değil vicdanlı düşmanlarının da övdüğü ve hakkını teslim ettiği vatansever bir padişahtı. O; eğitimden ekonomiye, ulaştırmadan sağlığa, dış politikadan kültür ve medeniyete kadar birçok alanda mühim başarılara imza atmıştır. Yaptığı yerinde işlerle Osmanlı modernleşmesine çok büyük katkılarda bulunmuştur.
Ne gariptir ki dönemin bütün kötülükleri II. Abdülhamid'in omuzlarına yüklenmiş, buna rağmen yapılan iyi işlerden şahsına pay düşmemiştir. Bu vicdansız taksimatı yapanlar, bunu aydın ve modern olmanın bir gereği olarak görme gafleti ve dalaleti içine düşmüşlerdir. Ne acıdır ki kendini İslâmcı sayan sözde bir kısım yerli aydınlar da bu tuzağa düşmüştür.