ULU HAKAN II. ABDÜLHAMİD HAN VE YILDIZ HAMİDİYE CAMİİ
Osmanlı’yı 33 Yıl Ayakta Tutan Ulu Hakan II. Abdülhamid Han
Dört bir taraftan sömürgeci ve kapitalist Batı’nın kuşatmasına maruz kalan Osmanlı’nın son dönemleri bir hayli sancılı geçmiştir. Bu uzun ömürlü devlet o eski azametini ve ihtişamını kaybederek beka sorunu yaşamaya başlamıştır. Bu sıkıntılı dönemin tahtta en uzun kalan padişahı Sultan II. Abdülhamid’dir. O, Osmanlı’nın çöküşünü durduramasa da yavaşlatmıştır. Dıştan Batılılar, içten bizim sözde aydınlar ona yapmadıklarını bırakmamışlardır. Ermeni isyanlarını çok sert ve kanlı bir biçimde bastırdığı için Batı’da “Kızıl Sultan” olarak anılmıştır. Osmanlı onunla rahat bir nefes alsa da bu uzun sürmemiştir.
Abdülhamid deyip geçmemek lazım. 21 Eylül 1842’de doğan Sultan II. Abdülhamid, Sultan Abdülmecid’in, Tirimüjgan Sultan’dan doğma oğludur. Osmanlı İmparatorluğu’nun 34. padişahı ve İslâm’ın 113. halifesidir. Onu gençlerimizin sağlam kaynaklardan okuyup öğrenmesi gerekir. Zira bazıları ona “Ulu Hakan”, bazıları “Kızıl Sultan” demiştir. Fakat zamanın çarkı dönmüş, onun “Kızıl Sultan” değil, “Ulu Hakan” olduğu gün yüzüne çıkmıştır. Şair Hüseyin Nihat Atsız’ın bu konudaki görüşleri bizim için kıymetlidir:
“Toplumun en büyük haksızlığa uğramış tarihî şahsiyetlerinden biri, II. Abdülhamid’dir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihanetine uğrayan ve dağılmak üzere olan içi dışı düşman dolu bir imparatorluğu 33 yıl sırf zekâ ve hamiyeti ile ayakta tutan bu büyük padişah katil, kanlı, müstebit, kızıl sultan, cahil ve korkak olarak tanıtılmış, daima aleyhinde işleyen bu propagandanın tesiriyle de böyle tanınmış talihsiz bir insandır.”
1
Sultan II. Abdülhamid, Osmanlı Devleti’nin zor zamanları olan çöküş dönemlerinde tahta oturmuş talihsiz bir padişahtır. Bu vatansever padişahın azılı düşmanları olmuştur. İşlerin iyi gittiği zamanda herkes methiyeler düzer. Hele bir de işler kötü gidedursun herkes düşman kesilir bir anda. O, bu kaderi bizzat yaşamış iyi niyetli ve müsamahakâr bir insandı.
Ermenilerin en büyük ideali Doğu Anadolu toprakları üzerinde müstakil bir Ermenistan kurmaktı. II. Abdülhamid buna şiddetle karşı çıkmıştır. Onun için Ermeniler, Abdülhamid’i en büyük düşman olarak ilân etmişlerdi. Hatta onu öldürmek için büyük bir suikast düzenlemişlerdir. Fakat tuzak kuranların en hayırlısı olan Allah onu korumuştur.
Ömrünü, çöküş sürecindeki Osmanlı Devleti’nin topraklarının korunması için harcayan Sultan II. Abdülhamid’i, ilhamını ecnebi kaynaklardan alan aydınlar ne yazık ki anlamadı. Hasta yatağında ölüm sancıları çeken bir devleti otuz üç yıl boyunca yaşatan bu insanı baş tacı edecekken her fırsattan yerdik, hatta hakaretler ve galiz küfürler ettik kendisine. Adam öldü, yine de kurtulamadı küfür ve hakaretlerden. Hâlâ II. Abdülhamid’e saldırmak için zemin arayan bedhahlar, birikmiş kinlerini ve nefretlerini küstahça kusuyorlar. O Abdülhamid ki, Osmanlı’nın paraya en çok muhtaç olduğu zamanlarda, yüksek meblâğlar teklif etmelerine rağmen Yahudilere Filistin’den bir karış toprak bile vermemişti. Galiba bu kadar hırpalanmasının, yerin dibine batırılmasının ve haksızca tahttan uzaklaştırılmasının en büyük sebebi de budur. Tarih kimin haklı, kimin haksız olduğunun kararını elbette verecektir.
Gök Sultan’ın Tuğrasını Onurla Taşıyan Bir Mabet: Yıldız Camii
Dini bütün ve hayırsever bir insan olan Sultan II. Abdülhamid cami, medrese, çeşme, yol, köprü gibi birçok kıymetli eser bırakarak bu fani hayattan ebediyete göç eylemiştir. Onun yaptırmış olduğu kıymetli eserlerden biri de Avrupa yakasındaki Yıldız Hamidiye Camii’dir.
Sultan II. Abdülhamid tarafından inşa ettirilen Yıldız Hamidiye Camii, Yıldız Sarayı’nın bulunduğu bahçenin içerisindedir. Caminin kapısında söz konusu mabedin 1885 yılında tamamlandığı yazılıdır. Yine aynı yerde II. Abdülhamid’in tuğrası bulunmaktadır. Dolmabahçe Sarayı’ndaki belgelere bakıldığında bu caminin mimarının Rum mimar Nikolaidis Jelpuylo olduğu görülür. TDV İslâm Ansiklopedisi’nin “Yıldız Camii” maddesini yazan Selman Can, banisi II. Abdülhamid olan bu mabetle ilgili şu bilgileri vermektedir:
“Oryantalist ve neo-gotik unsurların dönemin beğenisine göre seçmeci bir anlayışla uygulandığı yapının temelleri sağlam zemine kadar kazılmış ve 130 cm. kalınlığında temel duvarları inşa edilmiştir. Harim bölümünün zeminden saçağa kadar 100 cm. kalınlığındaki gövde duvarları kuzey ve güneyde üç, doğu ve batıda yedi ajur şebekeli olarak tasarlanmış, neo-gotik üslûpta dikdörtgen pencerelerle hareketlendirilmiştir. Pencerelerin üzerinde yatay dikdörtgen bantlar dolaşır. Cephe kornişlerine üç sıra mukarnasla zengin bir görünüm verilmiştir. Bütün pencere söveleriyle saçaklar beyaz Triyeste taşından yapılmıştır. Caminin girişinde yer alan, anıtsal taç kapı biçiminde tasarlanmış öne doğru çıkıntılı yüksek tepelik mihrap cephesinde de tekrarlanmıştır. Yanlarda bulunan ve harim bölümünden alçak tutulan iki kitlesel kanat caminin ön cephesine hâkimdir. Yapının Yıldız albümlerindeki fotoğraflarına göre binanın cephesi bugün geniş oranda değişmiş, ana girişle yan kanatların büyük ve geniş camekânlı sundurmaları sonraki onarımlarda kaldırılıp düz merdivenlere dönüştürülmüştür. Selâtin camilerinin genelinde görülen çift minare uygulaması Yıldız Camii’nde teke indirilmiştir. Caminin batı kanadı içinden yükselen zarif ince yivli minare mukarnas dolgu ile geçişi sağlanan tek şerefeye sahiptir.
Dikdörtgen planlı harim bölümü son cemaat yeriyle bütünleşmiş, harimin yüksek kasnaklı kubbesi mihraptan uzak, girişe yakın yerleştirilmiştir. Cami, kubbe kasnağına neo-gotik tarzda açılan on altı pencere ile bol ışık alır. Çokgen bir yapıya sahip olan kubbe kasnağının kornişi bir mukarnas dizisiyle biçimlendirilmiş, kubbe içi ve mihrap önündeki tavan lâcivert zemin üzerine işlenmiş yıldızlarla bezenmiştir. Caminin kubbe göbeğinde besmele ile Necm Suresi’nin ilk üç âyeti, kuşakta Mülk Suresi yer alır. Yapma kûfî tarzında işlenen bu yazılar gazeteci Ebüzziyâ Tevfik’e yazdırılmıştır. Celî sülüs yazılar ise Abdülfettah Efendi’ye aittir. Kubbeyi destekleyen ayaklıklarla yükseltilmiş sekiz köşeli birer çift kolon giriş ve mihrap yönünde dilimli kemerlerle birbirine bağlanmaktadır. Taşıyıcı işlevlerinin yanı sıra iç mekâna dekoratif bir zenginlik katan bu kolonlar dönemin yaygın mimari üslûbu olan Batı anlayışını yansıtmaktadırlar. Bu üslûp caminin iki katlı hünkâr köşkünde de görülmektedir. Hünkâr köşkünün, altın varak süslemelerin yer aldığı ikinci katı II. Abdülhamid’e ayrılmış olup üç basamaklı bir sahanlık ve kafesli bir pencere düzeneğiyle harime açılmıştır. 1885 yılı Eylül ayı sonunda hizmete giren cami, II. Abdülhamid’in saltanatının sonuna kadar çok gösterişli cuma selâmlıklarına sahne olmuştur.”
2
Yıldız Camii Önünde “Bir Lâhza-i Teahhur/Bir Anlık Gecikme”un Hikâyesi
Osmanlı Devleti’nin çöküş dönemi padişahlarından olan Sultan II. Abdülhamid Han, dönemin zor şartlarını dikkate alarak zaman zaman istibdat yönetimine başvurduğu için zamanın şairleri tarafından hep eleştirilmiş, hatta daha da ileri gidilerek lânetlenmiştir. Oysa o dönemin şartları bunu gerektiriyordu. Kendisi hakkında ileri geri konuşanları sürgüne gönderen II. Abdülhamid, bu kişileri yüzüstü bırakmayarak gidenlere maaş bile bağlamıştır. Zaten çoğunu belli bir görevle o zamanki payitaht olan İstanbul’dan uzaklaştırmıştır. Onların onurlarını zedelememek için büyük bir hassasiyetle elinden geleni yapmıştır. Fakat bu sözde kalem erbapları II. Abdülhamid’i yerden yere vurmuşlardır. Hatta Servet-i Fünuncular’ın en önemli şairi olarak kabul edilen Tevfik Fikret, Abdülhamid’i öldürmek için pusu kuran cani bir Ermeni’ye övgüler yağdırmış, planını gerçekleştiremediği için de üzülmüştür. Bununla ilgili duygularını “Bir Lâhza-i Teahhur/Bir Anlık Gecikme” adlı şiirinde dile getirmiştir.
Ermeni komitacıların 21 Temmuz 1905’teki cuma selâmlığında II. Abdülhamid’e karşı düzenledikleri bombalı suikast Yıldız Camii tarihinde ayrı bir yere ve öneme sahiptir. Patlamada tören alanında bulunan yirmi altı kişi hayatını kaybederken elli sekiz kişi de yaralanmıştır. II. Abdülhamid’in cami çıkışında Şeyhülislâm Hâlidefendizâde Cemâleddin Efendi ile beklenenden biraz fazla ayaküstü sohbet etmesi onu suikasttan kurtarmıştır.
21 Temmuz 1905 senesinde icra edilen suikast planı gerçekten tüyler ürperticiydi. Bilindiği gibi II. Abdülhamit, mütedeyyin bir insandı. Osmanlı padişahlarının çoğu böyledir zaten. Abdülhamit Han, Cuma namazını daha çok Yıldız Camii’nde kılardı. Ermeniler onun bu özelliğini bildikleri için kendisine Yıldız Camii’nin önünde şirret bir tuzak kurmuşlardır. Hatta bu işin eksiksiz gerçekleşmesi için dünya çapında ün yapmış Belçikalı terörist Jorris’i de aralarına dâhil etmişlerdi. Hazırlanan plan gereğince Abdülhamit’i, Cuma Selâmlığı’ndan çıkarken bomba marifetiyle havaya uçuracaklardı. Hatta pek çok kritik nokta da bombalanacaktı. Her şey saniyesi saniyesine ayarlanmıştı. Yüz kiloluk bir bomba hazırlanmıştı bunun için… Saatli bomba hassas hesaplarla Abdülhamit’in çıkış anına ayarlanmıştı. Ama öldürmeyen Allah öldürmüyor işte. Herkes kendisine yakışanı yapıyor.
Osmanlı’nın en dirayetli padişahlarından biri olan Sultan II. Abdülhamit’i, pek çok kişi gibi, zamanın büyük şairlerinden biri olan Tevfik Fikret de hiç sevmezdi. O, yukarıda bahsedilen başarısız suikast girişimi üzerine “Bir Lâhza-i Teahhur” adlı, kin ve nefret dolu şiirini yazmıştır. O, bu şiirinde Abdülhamit’i yerden yere vurarak suikastçı Ermenileri övmüştür. Ermenilerin “Bir Anlık Gecikme” sine hayıflanmıştır. Bakın ne diyor Fikret:
Ey şanlı avcı, dâmını bî-hûde kurmadın!
Attın… Fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!
Dursaydı bir dakikacağızdevr-i bî-sükûn
Yahut o durmasaydı, o iklîl-i ser-nigûn
Kanlarla bir cinâyete pek benzeyen bu iş
Bir hayr olurdu, misli asırlarca geçmemiş
Lâkin tesadüf… Ah o kavîler münâdimi,
Âcizlerin, zavallıların hasm-ı dâimi,
Birden yetişti mahva bu tedbîr-i hâriki;
Söndürdü bir nefeste bu ümmîd-i bâriki.
Nakşetti bir tehekküm için baht-ı bî-şuûr
Târih-i zulme bir yeni dibâce-i gurûr
Kurtuldu; hakkıdır, alacak, şimdi intikam;
Lâkin unutmasın şunu târih-i sifle-kâm:
Bir kavmi çiğnemekle bugün eğlenen denî
Bir lâhza-i teahhura medyûn bu keyfini!
Bu fâni dünyada sonunda Abdülhamit de öldü, Tevfik Fikret de… Çünkü Rabb’imizin buyurduğu gibi:
“Her nefis, ölümü tadacaktır.”3 Başkalarının ölümünü istemek caiz değildir. Hepimiz bu kervanın yolcusuyuz. Bak işte hepsi öldü, biz de öleceğiz.
Sahibü’l-Hayrat Ve’l-Hasenat: Yıldız (Hamidiye) Çeşmesi
“İstanbul’un Haliç’in kuzeyinden Ortaköy’e kadar olan bölgesine içme suyu sağlayan tesislere ‘Hamidiye Suyu’ denmektedir. Resmi kayıt ve planlara göre Hamidiye şebekesine bağlı halka açık çeşmelerin yedi tanesi isale hattı üzerinde olup Beşiktaş Sarayı’ndaki on, Yıldız Sarayı’ndaki otuz ve Dolmabahçe Sarayı’ndaki on beş çeşme ile birlikte toplam çeşme sayısı 148’dir. Bu çeşmeler Hamidiye Çeşmeleri ve Hamidiye Suyu’ndan beslenen çeşmeler olmak üzere ikiye ayrılır. Birinci gruptakiler, birkaç tanesi hariç şebekeyle birlikte yapılmış ve aynı tarihte hizmete girmiş, ikinci gruptakiler ise daha önce yine II. Abdülhamid veya başka kişiler tarafından yaptırılmış ve sonradan bu şebekeye bağlanmıştır.”
4
Hayırsever bir padişah olan Sultan II. Abdülhamid Han bugün Beşiktaş’ta Yıldız Sarayı müze bahçesinde bulunan tarihî Hamidiye Çeşmesi’ni, diğer adıyla Yıldız Çeşmesi’ni yaparak insanların istifadesine sunmuştur. Allah ondan razı olsun. Ruhu şâd olsun.
Dipnot
1. “Abdülhamid Han”, H. Nihal Atsız, Ocak Dergisi, 11. Sayı, 11 Mayıs 1956
2. TDV İslâm Ansiklopedisi, Yıldız Camii Maddesi, Selman Can.
3. 21/Enbiya, 35.
4. TDV İslâm Ansiklopedisi, Hamidiye Suyu Maddesi, Kâzım Çeçen.