TÜRKİYE’NİN MAARİF DAVASI VE NURETTİN TOPÇU
Nurettin Topçu’nun kaleme aldığı bu kitap, Dergâh Yayınları’ndan çıkmış olup, üç bölümden ibarettir. Birinci baskısı 1960’ de yayınlanan kitabın şu an incelemekte olduğum baskısı 36. olup, yılı ise 2019’dur. Nuretin Topçu Bey hakkında kısa bilgi verilen ilk sayfada, aile bağları, gördüğü eğitim, yetişme ortamları, kurduğu dostluklar, Türkiye’ye döndüğünde edindiği fikir ve sanat ortamını devam ettirdiği kadim dostları; başta Ali Fuat Başgil, Remzi Oğuz Arık, Samet Ağaoğlu, Ömer Lütfi Berkan, Ziayettin Fahri Fındıkoğlı gibi fikir ve akademik çevreden edindiği şahsiyetleri, yazdığı dergi ve eserleri hakkında bir bilgi demeti sunulur. Kitabı, Dergâh Yayınları’nın hamiyetperver akademisyen İsmail Kara Bey ile sahibi tıp doktoru Ezel Erverdi Beylerin, bir gergef gibi ördükleri, lif lif ettikleri bir titizlikle yayına hazır hâle getirdiklerini görüyoruz. Kısaltmalar, eserlerinin değişik zaman ve ortamlarda yayınlanmasını dile getirirler. Nurettin Topçu, Fransa’da eğitimini almış, Bergson sezgiciliği ve M. Blondel’in mistik görüşlerini esas aldığı bir akademik yapı içinde kendini şekillendirir. Hangi dergide, ne başlıkla yazdığını atlamadan yıl yıl aktarırlar. Semboller, rumuzlar, kısaltmalar biz okuyucuya yansıtılır. Nurettin Topçu, meselesi olan, Doğu’yu ve Batı’yı bilen, kurtuluşu ve gerçek maarifi, yerli ve millî değerlerin ortaya çıktığı, okutulduğu bir maarifin savunucusu, bir fikir, düşünce ve hareket adamı olarak, kendini ifade etmeye çalışır. Nurettin Topçu, Anadolu insanının, istikamet üzere olmasını, geçmişle bağlarının güçlü bir şekilde oluşmasını ister. İkiyüzlülükten, tarihî ve millî değerlerimize yüz dönmemeyi bir kayıp olarak görür. Akademik bilgilerini, toplum ve millet geleciği için kullanan, dergilerde yazan, gençliğin ruh mayasının şekillendiği ocaklara giderek, nefesini, enerjisini, sevdasını buralarda haykırır. Kalp ve iradeyi, ahlak ve maneviyatı, satır satır gönüllere işler. 1.1. Beklenen Gençlik Bu bölümde Nurettin Topçu, 1966, 1969 yıllarında Türk Yurdu ve Harekât dergilerinde kaleme aldığı iki makalesi yayınlanır. İlginçtir, yirmi sayfaya varan değerlendirme ve analizinde makalenin sonunda “maarif” kavramını kullanır. Bu da bende, eğer siz yarayı, hastayı iyi teşhis etmezseniz, ortaya koyacağınız çözüm NFK’nın bir benzetmesiyle, KOP (Kaf) Dağı’na dükkân açmak gibi bir duruma düşmemizin, hazin tablosunu yaşayacağımızı ikaz eder. Gençlik, her zaman heyecan, hareket ve irade nişanesi olmalı diye, tarih sahnesinden öne çıkmış bazı isimlerle bir değerlendirme yapar. Mısır, gençliğinin fonksiyon ve icraatlarından başlar, Sümer, Moğol gençliğine kadar bir izlek sürer. Tarihin ilke ve insicamı asla atlamaz, nasıl bir tamir içinde olduklarından, nasıl bir imha yoluna kadar gittiklerini bir bir izah eder. Hattab oğlu Ömer’i Yavuz Selim’in, tekrarlanan gençliği olarak sıfatlandırır. (s.20) Asrımızın başına geldiğimizde, başta edebiyat dünyamızda bazı anaforlar ve ızdıraplar yaşandığını bizlere makul bir ifade ile anlatır. Servet-i Funun, bu arenada cılız, sıska, imanı olmayan, teslim olmuş bir tablo çizer. Mai ve Siyah’taki Ahmet Cemil’in imanını, sıska, teslimiyetçi ve ölü bir ruh olarak bizlere resmeder. Bu ruh ve manadan uzak bir bilim geleneğimiz olduğunu Nurettin Topçu tahlillerinde uzun uzun devam ettirir. Beşir Fuat, genç yaşta intihar yolunu seçer, ilim dünyasında pırıltılı ve ümit veren kişilerde yok değil diye, bizleri heyecanlandırır. Ne hazindir ki, günümüzde, sadece kendi kardeşlerine intikam ve öfke duyan bir gençliğin bizim için başka bir yıkılışın hazin öyküsü olarak tahlillerde yerini alır. Biz de, dün bilinecek, yanlışlar ve geri kalmışlıklar bir bir incelenecek ama asla intikam ve kendi bünyemize bir hançer gibi sokulmasına izin verilmemesi, gerçek tarih şuurunun ve millet sevgisin bir örneği olarak ilan edilmeli diye tespitimizi ortaya koyuyoruz. Bedenin haz ve hızına teslim olan Batı yanlısı, öz bünyeye giydirilen deli gömlekleri (bu ifade Cemil Meriç Hocamızın, “ideolojiler, idraklerimize giydirilmiş deli gömlekleri” sözünü, ne kadar da haklı çıkarıyor.) Özellikle, meşrutiyet dönemi çürümenin ve taklitçiliğini, zirve yaptığı dönem olarak karşımıza çıkar. İstiklal Savaşı’ndan sonra, yolunu ve heyecanını bulmuş bir gençlik ile karşılarız bu dönemde. Ancak bu dönemde bazı kirlenmeler ile karşı karşıya kaldık. Başta, Masonluk ve yabancı hayranlığı gençliğin umut ve heyecanını köreltti. Hak yolculuğuna çıkan Anadolu gençliğini bekleyen tehlikeleri, bu başlık altında inceden inceye çözmeye çalışır 1.2. Millet Maarifi Bu bölümde, Nurettin Topçu Hocamız, Eğitim yuvamız Mekteb’in hangi ölçüde millî meziyetler ve maharetlerle dolu olmasını anlatır. Bugün içinde olduğumuz açmaz ve çaresizliğimizin adeta tatlı reçetelerini bizlere sunar. Milletinin ruhunu yapan yegâne unsurun, Mektep olduğunu izah eder. Üç yüz yıl, çölde dolaşan ilim ve fikir dünyamız, kendine gelmesi için, yeniden şahlanması için, yabancı eğitimin boyunduruğundan kurtulup (Galatasaray Lisesi gibi, yabancı menşeli okulları kasdeder) millî ve hareket duygusunu veren, irade ahlakını aşılayan, ilim cehdini yeşerten, ruhçuluğun yollarını açan bir neslin gelmesi için çalışmanın ve kafa yormanın şart olduğunu anlıyoruz. Fen ve Teknik maarifinden, hızla uzaklaşmamızın ya da bunu sınırlandırmamızın bize bir çok doğru yolların önünü açacağını müjdeler. Okullarımız, adeta hayat bilgisi, fen lisesi yerini almaya doğru hızla çalışılmaktadır. Düşünme üretmekten, sosyal hayatla bağı kurmaktan uzaklaştığını anlıyoruz. Milletin istiklalini kazandım, milletimin mektebinde vazgeçiyorum türünden bir teselli, bizi içinden çıkılmaz başka cehalet ortamlarına sürüklemesinin mukadder olduğunu satır aralarından anlıyoruz. Dil’imiz vaktiyle ağdalı ve anlaşılmaz nesirciler, yok etmeye çalışırken, bugünde Dil Kurumu yaptığı çalışmalar ile onlara rahmet okutacak bir kabalıkta, dilimizi körleştirdiler. Particilik, bu maarifin önündeki en büyük engel olmuştur. Sinema, tiyatro, toplumun değersiz ve sıradan anlayışları sokularak mektebi, gerçek konumunda uzaklaştırmıştır. Türklüğün kurtuluşu, bu mekteplerin yeniden millet emrine verilmesi, gerçek değerine kavuşacağına inanıyoruz. Maarif, davamız o gün zaferine erecek ve milletin sinesinde sayfa sayfa açacaktır. 1.3. Türk Maarifi Türk maarifinde, daha didaktik ve epestemolojik tahliller ve reçeteler görüyoruz. Milletlerin bağrında bir öz ve maya olduğunu hatırlatır bizlere. İlkçağ, Konfüçyüs’ün hikmeti ile Eski Yunan’ın medeniyeti, Orta Çağ’ın ünlü düşünürü Descartes’in, ilmî ve felsefî otoritesi bize millet olmanın da bir zaruret olduğunu hatırlatır. Kökümüz, onlar kadar derin, mazimiz onlar kadar şerefli, ilim ve fikir dünyamız onlar kadar dolu ve üretkenlikle dolu olduğunu anlarız. Ne yazık ki Sokrates, felsefî fizikten ahlaka çevirmişken, biz ahlaktan fiziğe çevirerek her şeyi, maddeleştirip, çıkar ve pratik hâle getirdik diye bir derin anlayışını içine sokuyor hocamız bizleri. X. asırda zirveye çıkan İslâm ilim ehli, 20. yüzyıla geldiğimizde ilim ile aklı, marifet ile kalbi bir potada yoğurmayı beceremedi. Medreseler, bir anlamda kendini yenileyemedi. İçtihat kapısı açıktı ama irfan ehlinin Fuzulî ile Yunus’un ruhundan neşet eden manayı bir anlayışta yoğuramadı. Bu dönemin en garip ve şaşılacak davranışı yabancı okullar oldu. İslâm felsefesi, anlaşılmadı, Yunan aklı, ortaçağ medeniyetinin ilmî disiplini bizde, yerini kaba, ezberci ve taklide bıraktı. “Garp kalesine sığınan yenilik taraftarları üstünlüğü sağladı ve eskileri susturdular. Eskilerin ruhsuzluğu, yenilerin şuursuzluğuna zaferi sağlayan asıl sebep” olmuştur. (s.43) Kitapta ele alınan maarif konularımız zaman geçse de, bugünde değer ve önemini yitirmeyen bir samimiyet deryasında akmaya devam etmektedir.
Ramazan YILDIZ
YazarAileyi, kestirmeden en küçük ve güçlü toplum öğesi diye tanımlarız. Bizim, sığınılacak en son ve biricik limanımızdır. Doğumla bize kollarını açar, mezara girinceye kadar da yoldaşlığına devam eder. P...
Yazar: Ramazan YILDIZ
“Garazsız hem ivazsız hizmet et her canlıya Kimsesizin düşkünün ayağı ol eli ol” (Osman Hulûsi Dârendevî) Yaklaşık bin yıl önce Türkistan topraklarında husûle gelen nüvesinin vücut bulup, dal...
Yazar: Selçuk ALKAN
Osmanlı Devleti’nin her cihetten fetihlerle genişlemesinde büyük pay sahibi olan hükümdar Kanûnî Sultan Süleyman Han’dır. Onun döneminde ordunun özellikle Batı’ya yönelmesi ve gemilerin Akdeniz’e sürü...
Yazar: Hamit DEMİR
Gerçek sanatkârlar mütevazı insanlardır. Çünkü yaptıkları sanat eserlerinin gerçek sanatkârın eserleri yanında bir hiç olduğunun farkında, idrakindedirler. Kâinata tefekkür gözüyle bakar onlar ve Rabl...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM