TEVEKKÜL TEDBİR ALMAYA ENGEL DEĞİLDİR
Tevekkül, “Bir Müslümanın herhangi bir iş hakkında, istediği amaca ulaşmak için gerekli olan ve üzerine düşen her türlü çalışmayı yaptıktan sonra ötesini Allah’a bırakmasıdır.” şeklinde tanımlanır. Fakat bu tanımda tevekkül, sadece amel boyutuyla değerlendirildiğinden ve sadece sonucu Allah’a bırakmaktan bahsettiği için eksik bir tanım olarak kabul edilmiştir. Müslüman her an Rabb’ine tevekkül edenlerden (mütevekkil) olmalıdır. Bu aynı zamanda tevekkülün iman boyutunun da olduğunu gösterir. Allah’a daha işe başlamadan önce de tevekkül edilmesi gerekir. Kur’an’da anlatıldığına göre Hz. Mûsâ, İsrail oğullarından düşmanla savaşmalarını istediğinde onlar korkup kaçınmışlardı. Fakat onlardan gerçekten inanmış iki kişi korkmamak ve Allah güvenmek gerektiğini söylemişlerdi: “Korkanların içinden Allah'ın kendilerine lütufta bulunduğu iki kişi şöyle dedi: Onların üzerine kapıdan girin; oraya bir girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır. Eğer mü’minler iseniz ancak Allah'a güvenin.”[1] Burada şu söylenebilir: Tevekkülün sadece amel ve sonuç boyutu değil; iman boyutu ve hayatın her anını kapsaması yönü de vardır. Allah Rasûlü’nün şu duâsında tevekkülün bir işin evvelinde de sonucunda da olması gerektiği anlaşılmaktadır: Allah Rasûlü kişinin evine girerken tevekkülle şöyle duâ etmesini istemektedir: "Ey Allah’ım, senden giriş ve çıkışın en hayırlısını istiyorum. Allah'ın adıyla girdik ve (yine) Allanın adıyla çıktık ve Rabbimiz olan Allah'a dayandık" desin, sonra (ev) halkına selâm versin."[2] Başka bir hadiste de evden çıkarken de aynı tevekkülle duâ edilmesi istenmektedir: “Allah’ın adıyla Allah’a güvendim, Allah’a dayandım çaba ve güç gösterebilmemiz ancak Allah’ın izni iledir.’ derse kendisine ‘İhtiyaçların karşılandı koruma altına alındın.’ denilir ve şeytan o kimseden uzaklaşır.”[3] Buna göre Müslüman daha evine girerken ve evinden çıkarken her zaman tevekkül halinde olmalıdır. Yanlış Tevekkül Anlayışı Tevekkülde, işin başında hatta daha hazırlık aşamasında dahi Allah’a güvenmek gerektiği gibi insan olarak imkânlar dâhilinde bütün tedbirlerin alınması gerekir. Tevekkülü Müslümanlar tembellik olarak almışlar ve işlerini Allah’a havale etmişlerdir. Yani Müslüman çalışmayacak, yorulmayacak, onlar âdetâ Allah’ın kendileri adına iş yapmasını istemektedirler. Bunun en güzel örneği şu anda İslâm dünyasının içinde bulunduğu haldir. Başkaları çalışıyor biz Müslümanlar tüketiyoruz. Başkaları oyun kuruyor bizler de oyunun figüranlarıyız. Yanlış tevekkül anlayışını Âkif şöyle ifade etmektedir: “Çalış!” dedikçe Şerîat, çalışmadın, durdun, Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun! Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya, Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya! Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden, Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken! Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini, Birer birer oku tekmîl edince defterini; Bütün o işleri Rabbim görür: Vazîfesidir… Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir! Çoluk, çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak… Hudâ vekîl-i umûrun değil mi? Keyfine bak! Onun hazîne-i in´âmı kendi veznendir! Havâle et ne kadar masrafın olursa… Verir! Silâhı kullanan Allah, hudûdu bekleyen O; Levâzımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O! Çekip kumandası altında ordu ordu melek; Senin hesâbına küffârı hâk-sâr edecek! Başın sıkıldı mı, kâfi senin o nazlı sesin: “Yetiş!” de; kendisi gelsin, ya Hızr´ı göndersin! Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak; Şifâ hazînesi derhal oluk oluk akacak. Demek ki: Her şeyin Allah… Yanaşman, ırgadın O; Çoluk çocuk O´na âid: Lalan, bacın, dadın O; Vekîl-i harcın O; kâhyan, müdir-i veznen O; Alış seninse de, mes´ûl olan verişten O; Denizde cenk olacakmış… Gemin O, kaptanın O; Ya ordu lâzım imiş… Askerin, kumandanın O; Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O; Tabîb-i âile, eczâcı… Hepsi hâsılı O. Ya sen nesin? Mütevekkîl! Yutulmaz artık bu! Biraz da saygı gerektir… Ne saygısızlık bu? Hudâ’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ; Utanmadan da tevekkül diyor bu cür´ete… Ha?” Yanlış tevekkül anlayışına şu olay güzel bir örnektir: Abdullah b. Abbâs’tan rivâyet edildiğine göre o, şöyle demektedir: “Yemen'den bazı kimseler azıksız olarak hacca gelirler, insanlardan bir şeyler isterler ve "Biz mütevekkiliz." derlerdi. Bunun üzerine Allah (c.c.), "Bir de (hac seferinize yetecek mikdarda) azıklanınız. Muhakkak ki azığın en hayırlısı (dilenmekten, insana yük olmaktan) sakınmaktır.”[4] âyetini indirdi.”[5] Tevekkül Tedbir Almaya Engel Değildir Enes b. Mâlik’ten rivâyet edildiğine göre bir adam Peygamber (s.a.v.)’e, “Ey Allah’ın Rasûlü! Devemi bağlayarak mı yoksa salıvererek mi Allah’a tevekkül edeyim?” diye sordu Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Deveni bağla sonra Allah’a güven ve dayan.”[6] Hz. Yâkup (a.s.), oğullarından bir tedbir olarak öncelikle Bünyamin’e iyi bakacaklarına dair kendisine sağlam bir söz vermelerini istemektedir: “(Ya'kub) dedi ki: Kuşatılmanız (ve çaresiz kalma durumunuz) hâriç, onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah adına bana sağlam bir söz vermediğiniz takdirde onu sizinle beraber göndermem!" Ona (istediği şekilde) teminatlarını verdiklerinde dedi ki: Söylediklerimize Allah şâhittir.”[7] Yine Hz. Yâkup (a.s.), oğullarından Mısır’a girerken tek kapıdan değil; ayrı ayrı kapılardan girmelerini istemektedir: “Sonra şöyle dedi: Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah'tan başkasının değildir. (Onun için) ben yalnız O'na dayandım. Tevekkül edenler yalnız O'na dayansınlar.”[8] Ömer b. Hattâb’dan rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle demiştir: “Siz, Allah’a gerçek biçimde tevekkül edip güvenip dayansaydınız kuşların rızıklandıkları gibi siz de rızıklandırılırdınız. Çünkü o kuşlar sabahleyin aç olarak çıkarlar akşam kursakları dolu olarak dönerler.”[9] Tevekkül anlayışını yansıtan bu hadis gerçek bir tevekkülün nasıl olması gerektiğini en iyi şekilde açıklamaktadır: Buna göre; 1- Kuşlar, rızık aramaya çıkmadan daha işe başlamadan tevekkül etmektedirler, 2- Sabah çıkarken ve gün boyunca her an bu tevekkül inancına sahip olarak hayatlarını sürdürmektedirler, 3-Yola çıkarken tevekkül inancıyla işe başlamaktalar, aynı zamanda pasif bir şekilde duruş göstermemekte, rızık bulmak için de işe koyulmakta, çalışmaktadırlar, 4- Onların, bir işi başarmanın gereklerine uygun olan bu samîmî davranışları sonuçta Allah tarafından amaçlarına ulaşmalarının sağlanmasıyla karşılanmaktadır.[10] Mü’min, işinin her aşamasında Allah’a öyle tevekkül etmeli ki, gerçek mânâda Allah’a güvenmeli ve Allah istemedikçe hiç kimsenin kendisine fayda ve zarar vermeyeceğini bilmeli ve bu inanç ile yaşamalıdır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O'ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O'nun keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve O, bağışlayandır, esirgeyendir.”[11] Yine Allah izin vermedikçe şeytan da Müslümana bir zarar gelmez: “Gizli konuşmalar şeytandandır. Bu, iman edenleri üzmek içindir. Oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, mü’minlere hiçbir zarar veremez. Mü’minler Allah'a dayanıp güvensinler.”[12] Sonuç olarak Müslüman, işin başında, yaparken ve sonunda tam bir teslimiyet içinde olmalı ve sadece yapacağı işe odaklanmalıdır. Yaptığını da en iyi şekilde yapmalı ki gerçek bir tevekkül meydana gelmiş olsun. Selam ve duâ ile… [1] 5/Mâide, 23. [2] Ebû Dâvûd, Edeb, 102-103. [3] Ebû Dâvûd, Edeb: 27. [4] 2/Bakara, 197. [5] Buhârî, Hac, 6/1523; Ebû Dâvûd, Menâsik, 4/1730. [6] Tirmizî, Zühd, 60/2517. [7] 12/Yûsuf, 66. [8] 12/Yûsuf, 67. [9] Tirmizî, Zühd, 33/2344; İbn Mâce, Zühd,14/4164. [10] Tokpınar, Mirza, Tevvekkül, Kitâbî, 2010, s. 106-107. [11] 10/Yûnus, 107. [12] 58/Mücâdele, 10.
Mustafa KARABACAK
YazarBazı insanlar vardır, Allahu Teâlâ’nın onlara verdiği birtakım farklı donanımlarla toplumda kendini hemen hissettirirler. Bu insanlar fikirleriyle, fiilleriyle, zikirleriyle diğer insanlara örnek olur...
Yazar: Bekir AYDOĞAN
Kur’an’da gençlik, iki zayıf dönem çocukluk ve ihtiyarlık arasındaki güç ve kudret, bilme ve yapabilme vaktidir: “Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardında...
Yazar: Mustafa KARABACAK
Rasûlullah (s.a.v.) Necd tarafına bir süvâri gönderdi. Bunlar Benî Hanîfe Kabilesinden Sümâme b. Üsâl denilen bir adam getirdiler. Getirdikleri bu kişi Yemâmeliler’in reisiydi. Onu mescidin direklerin...
Yazar: Mustafa KARABACAK
İslâm’ın evrenselliğinden bütün çağlara hitap eden ve çağın ihtiyaçlarını karşılayan anlaşılır. Hakikatte İslâm bütün çağlara hitap eden ve çağların ihtiyaçlarını karşılayan bir din midir? “Evet.” Bun...
Yazar: Mustafa KARABACAK