TEVÂZU
- Hadis
"Mütevâzı giyinmek imandandır.” [1]
Somuncu Baba Diyor ki:
"Muhabbet elbisesini giyip fakrı kuşanan ve sabra bürünen kimseye, dünyanın süsleri karşısında Allah yeter. İçini takvâ ile süslersen Mevlâ’nın cemâlinden bir elbise sana giydirilir.”
Hadisin Yorumu
Müslümanın zihin dünyasında en büyük olan varlığın Allah olduğu düşüncesi her zaman olmalıdır. Bu onda tabii olarak bir alçakgönüllülük ve tevâzu oluşturur. Çünkü bir insan makam olarak ne kadar yükselirse yükselsin veya dünyalık olarak ne kadar nimete erişirse erişsin, o yüce yaratanın önünde yok hükmündedir. Evrende bir iğne ucu kadar yer tutmayan insan bir düşünecek olsa bu gerçek karşısında çarpılır kalır. Aynı zamanda bu gerçeklik ona kalbine ve yaşantısına bir çeki düzen vermesini sağlar.
Kibir Neyin Göstergesidir?
Kibir, bir başka ifadeyle kendini beğenmenin kökeninde karşısındaki kimseleri küçük görme duygusu yatar. Burada nefsânî bir tatmin söz konusudur. Diğer insanları hakir, kendisini yüksekte görerek gururlanır, nefsini rahatlatır, şeytanı sevindirir. Bu bazen yaratılış itibarıyla kendisini yüksekte görmek olarak tezâhür eder. Yakışıklı veya güzel olmasından nefsine pay çıkarır. Kendisi gibi olmayanları alaya alır ve belki de taklit eder. Oysa yaratılıştan gelen özelliklerin hiçbiri insanın kendi kazanımı değildir. Bu yüzden başkalarını küçük görerek alaya almak ahlâkî açıdan o insanın ne kadar düşük bir seviyede olduğunun göstergesidir. Böyle birinin başkalarına karşı merhamet duygusunun da az olmasından korkulur. Çünkü etrafındakileri ezilecek böcekler gibi görmeye başlamasından sonra onlara insan olarak bakması bile günden güne zayıflar ve hatta çevresindekilerin dertleri ile sorunlardan zevk almaya başlar.
Kibrin ikinci kısmı ve en tehlikelisi insanın elde ettiği dünyalık ile başkalarına karşı böbürlenmesidir. Bu yola girenin tabiatı zamanla Fir’avunlaşır. Herkese bakışı değişir ve bulunduğu her ortamda varlığını hissettirmeye başlar. En kötüsü de küçümser bakış ve konuşma tarzı ile civarında bulunanları rahatsız eder, onları ezer. Bu tür insanlarda yardım ve merhamet duygusu yok olur. Yapsalar bile bir beklentileri mutlaka vardır.
Hayat Hep Aynı Devam Etmez
Akıllı bir insan düşünecek olsa şu gerçekle yüzleşir: İnsanoğlunun hayatı inişler ve çıkışlarla doludur. Mutlu olduğu zamanlar olur, üzüldüğü vakitler olur. Çok önemli bir makama gelmişken bir gün ânîden oradan alınabilir. Kezâ maddî olarak çok rahatladığı dönemler olabileceği gibi tam tersi durumlara düştüğü de olur. Büyüklerimizin deyişiyle “zenginlik ve fakirlik bir kapıda durmaz.” ve kişi bazen büyük bir imkâna kavuşabilirken bir süre sonra işlerinin iyi gitmemesi nedeniyle neredeyse zekât alacak hale gerileyebilir. Bunun örneklerini etrafımızda her zaman görme imkânına sahibiz. Kaldı ki aynı durumlar bizim de başımızdan geçebilir. Hayatın insanın önüne ne çıkaracağı hiç belli olmadığı için, her zaman şükür makamında olmak ve azgınlaşmamak, Rabb’imizin bizlerden istediği haldir. Çünkü “ne oldum değil ne olacağım demek” her zaman göz önünde bulundurulması gereken temel bir düsturdur.
Kişinin belki de en çok kuşanması gereken libas tevâzudur. Gerek maddî imkânları ve gerekse geldiği makamlar itibarıyla ne oldum delisi olmamalıdır. Hayatın geçici olmasından ve yarın ne olacağını kendisi dâhil hiç kimse bilemeyeceğinden, alçak gönüllülüğü elden bırakmamak gerekir. Bu, insanın hem yaşadığı hayatı mutlu ve huzurlu bir şekilde sürdürmesi, hem de bir imtihan yurdu olan dünyada âhiret sermâyesini artırması açısından mühimdir. Âhiret hesabı olan bizim gibi insanların bu noktada üzerlerine çok görev düşmektedir. Başka bir ifadeyle “Müslüman” ve “kibirli” yan yanâ asla gelmeyecek iki kelimedir. Bunun tam tersine “Müslüman ve mütevâzı” sözcükleri birbirinin ayrılmaz kardeşidir. Lakin yaşadığımız zamanda bunu görmemiz zorlaşmıştır. Çünkü hem mütedeyyin gözüken hem de gösteriş meraklısı bir hayat süren insanlar İslâm’la ilgili yanlış kanaatlerin oluşmasına da sebebiyet vermektedirler. Muâsır Muhammed Gazâlî, bütün din mensuplarını kastederek şöyle demişti: “Yeryüzünde küfrün yayılmasının yarı günahı mütedeyyin kesime aittir. Çünkü eylemleri ve söylemleriyle insanları Allah'tan nefret ettirdiler.” Bu sözün hakîkatin kendisi olduğu bir gerçektir. Unutmayalım ki, dinden çıkanları yola getiren Hz. Ebû Bekir siyâset bilimleri okumadı. İmparatorlukları hezimete uğratan Hz. Ömer’in uluslararası hukuktan diploması yoktu. Zengin Hz. Osman iktisat eğitimi almadı. Hakîm zat Hz. Ali’nin felsefe diploması yoktu. Hâlid b. Velîd askerî okuldan mezun değildi. Ebû Ubeyde idari bilimlerde bir tek kitap okumadı. Onları büyük yapan İslâm’dı. Güzel yaşantılarıydı. Örnek hayatlarıydı.
Rabb’imizin Buyrukları
Rabb’imiz, takınmamız gereken tavrın nasıl olacağını kitabında bizlere belirtmektedir:
“Rahmân'ın kulları yeryüzünde mütevâzı yürürler. Bilgisizler kendilerine takıldıkları zaman onlara güzel ve yumuşak söz söylerler.”[2] “Allah'a kulluk edin, ona bir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altında bulunan kimselere iyilik edin. Allah, kendini beğenen ve dâimâ böbürlenip duran kimseyi sevmez.”[3] “İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez.”[4] “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü sen ne yeri delebilir ve ne de boyca dağlara ulaşabilirsin.”[5]
Konumumuzu Bilmek
Eğer kibirlenmeyi hak eden biri varsa, o da yaratıcımız olan Allah’tır. Nitekim o şöyle buyurmaktadır:
“Kibir ve azamet bana mahsus sıfatlardır. Kim bu iki sıfattan birisinde benimle çekişirse, o kimseyi cehenneme atarım."[6] Esasında hepimizin onun karşısında ne kadarlık bir kudretimiz olduğu bellidir. Canımız da dâhil her şeyimiz tasarrufundadır ve son nefesi verdiğimizde huzuruna çıkacağız. Bu sebeple azgınlaşıp, sahip olmadığımız sıfatları yüklenip karşımızdakileri tahkir edebilecek durumda değiliz. Zira kulluk bilinci olan kişi, sahip olduğu makamı yoldan çıkmak ve insanları ezmek için kullanmaz bilakis bunu Rabb’ine bir şükür vesilesi olarak değerlendirir. İslâm’ın bize öğrettiği ahlâk budur. “İzâ câe”
[7] Suresi’nde insanların gruplar halinde İslâm’a girmesi karşısında mü’minlerden istenen şey, Allah’ı tesbih edip istiğfar etmektir. Düşünsenize, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in rüyalarını süsleyen Mekke fethedildiği zaman, Rabb’imiz onun şahsında bütün Müslümanlara tevâzu sahibi olmalarını, şımarmamalarını emretmektedir. Aynı durum kurban ibâdetimizde de söz konusudur. Kesilen kurbanın etlerinin ve kanlarının Allah’a ulaşmayacağı, ulaşacak olanın bizim takvâmız olduğu belirtilmektedir.
[8] Yani insan ibâdeti yaptığında bile mütevâzılığı elden bırakmayacak, alçakgönüllü olacaktır. Dinimizin bizlere öğrettiği bu tevâzu ne kadar büyük bir haslettir!
Bu hususa işaret eden Allah Rasûlü şöyle buyurmaktadır: “Kim Allah rızâsı için bir derece tevâzu gösterirse, Allah onu bir derece yükseltir. Kim de Allah’a karşı bir derece kibir gösterirse, Allah da onu bir derece alçaltır, neticede onu esfel-i sâfilîne atar.”[9] “Kibir, hakkı inkâr ve insanları tahkir etmektir.”[10]
Tevâzuu Kuşanmak
Unutulmamalıdır ki, Allah’ın nazarında -cihad meydanında düşmana gösterilen celâdet ve benzeri durumlar hariç- tevâzu içermeyen hiçbir şey makbul olmaz. İnsan ibâdet ediyor bile olsa, enâniyet Rabb’in râzı olacağı bir durum değildir. Haccı yapıyor ve bunda gösteriş sergiliyor; namaz kılıyor ve insanların “Ne kadar güzel kılıyor!” demesini içinden geçiriyorsa, velhasıl ibâdetlerini boynunu eğerek Allah için değil de kullar için yapıyorsa, orada büyük bir sorun var demektir. Keza insanlarla olan ilişkilerinde “insânî olmayan yukarıdan bakış” söz konusu ise, tedâvi edilmesi gereken bir hastalıktan bahsediyoruz demektir.
Abdulfettah Ebû Gudde Hocamız Diyor ki:
1997 yılında vefat eden büyük hadis âlimi Abdulfettâh Ebû Gudde şöyle demişti: “Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisini şu üç şeyden geri çekmişti: 1. Çekişmek. 2. Çok konuşmak ve çok mal edinmek. 3. Kendisini ilgilendirmeyen şeylere karışmak. İnsanlara karşı da şu üç şeyi terk etmişti: 1. Başkalarını kınayıp ayıplamak. 2. Başkasının kusurlarını araştırmak. 3. Sevabı olmayan konularda konuşmak.”
Eğer sürekli Kur’an’dan ve peygamber ahlâkından bahsediyorsak, bunun hayatımıza yansıması için de gayret göstermemiz gerekir. Dilimizdekilerin pratiğe de yansıması icap eder. Her halde insanı en çok üzecek hallerden birisi de sevap alacağı amellerini düşünerek Allah’ın huzurunda hesaba çekilmesi ve kibir yüzünden yaptıklarının yüzüne çarpılmasıdır. Bu ne acı bir tablodur. Unutmayalım ki, bizi amellerimiz değil kalbimiz kurtaracaktır. O yüzden tevâzuu kuşanalım.
[1] Ebû Dâvûd, 4161.
[2] 25
/Furkân, 63.
[3] 4/Nisâ, 36.
[4] 31/Lokmân, 18.
[5] 17/İsra, 37.
[6] İbn Mâce, 4165.
[7] 110/Nasr Sûresi,
[8] 22/Hac, 37.
[9] İbn Mâce, 4166; Müslim, 2588.
[10] Müslim, 265.