TEKKE ÂDÂBI
Tarih boyunca cami, medrese, aşevi, kervansaray, sınır boylarında gözetleme kulesi, karargâh ve sanat evi gibi muhtelif fonksiyonlar icra eden tekkeler, hususen Allah’ı zikretmek için tesis edilmiş mekânlardır. Kuran-ı Kerim’de geçen “Allah adının anılmasına izin verilen evler”[1] ifadesi ve mescidlerin “içinde zikredilen yerler”[2] olarak tavsif edilmesi sûfîlerin tekke âdâbı ile ilgili husûsları mescidler ve kutsal mekânları konu edinen âyetleri yorumlamak sûretiyle istinbat etmelerine imkân tanımıştır. Söz gelimi sûfîler “Muhakkak ki mescidler Allah’ındır. Artık Allah ile beraber başka birine duâ etmeyin.”[3] âyetinden hareketle tekkelerin de Allah rızâsı için kurulmuş, O’nu zikir için tesis edilmiş mekânlar olduğunu vurgularlar. Buna mukabil tekkeler bir şeyhin riyâsetinde, bir tarîkatın merasimlerinin ve zikir ayinlerinin icra edildiği mekânlar olmakla mescitlerden ayrılır. Tekkelere Allah rızâsı için gidilebileceği gibi riya, menfaat, teftiş veya karın doyurmak gayesi ile de gidilebilir. Allah rızâsı dışında bir niyetle gelenin istifadesi niyeti nisbetince olacaktır. Nitekim âyette geçen “Artık Allah ile beraber başka birine duâ etmeyin.” ifadesinden mülhem, “Tekkelere Allah rızasından başka bir niyetle gelmeyin.” denilebilir. Tekkelere nasıl girilmesi gerektiği konusunda ise İsrailoğullarının Kudüs’e yerleşmelerini emreden âyetteki bazı vurgulara dikkat çekilmiştir. Buna göre “Hıtta (bizi bağışla) deyin ve kapısından tevazu ile boyun eğerek girin ki hatalarınızı bağışlayalım.”[4] âyetinden hareketle tekkelere girişin kalbî, kavlî ve fiilî veçhelerini barındıran 3 edebinden söz edilmektedir. Kalbî veçhe bağışlanma niyeti ile tekkelere gidilmesi, kavlî veçhe bağışlanma talebinin dile getirilmesi ki genelde zikre başlamadan evvel tevbe ve istiğfar edilir. Fiilî veçhesi ise tekkeye hürmetle girilmesidir. Âyette açıkça ifade edildiği üzere edeb kurallarının ifası, bağışlanmayı getirecektir. Bu durum küçük inceliklere büyük ecirler vermesi açısından Allah’ın kullarına merhametini göstermekle beraber edeb dediğimiz halin zaid veya önemsiz olmadığını gösteren önemli bir karinedir. Dolayısıyla tekkelere girerken de mezkûr üç unsurun ikame edilmesi mürîdin ve tekkeleri değerli görenlerin edebindendir. Hz. Musa’ya mukaddes vadiye geldiğinde ayakkabılarını çıkarmasını emreden âyet[5] de sûfîlerin edeb bağlamında gündem ettikleri bir diğer âyettir. İlgili emir “İki ayakkabını da çıkar.” şeklinde ifade edilmesinden hareketle iki ayakkabı iki âlem; dünya ve âhiret şeklinde yorumlanmış, tekkelere ve mürşidleri ziyarete dünya menfaati, cehennem korkusu ve cennet ümidinden âzâde olarak yalnızca Allah rızâsı için gidilmesi gerektiği vurgulanmıştır.[6] Ayrıca “Her mescide gidişinizde güzelce giyinin.”[7] âyetine göre tekkelere giden kişilerin temiz ve güzel kıyafetler giymeleri de tavsiye edilebilir. Tekkeye girdikten sonra dikkat edilmesi gereken en temel mesele olarak sükût konusu “İnkâr edenler; ‘Bu Kur’ân’ı dinlemeyin, o okunurken gürültü yapın, belki bastırırsınız.’ dediler.”[8] âyeti göz önüne alınarak değerlendirilmiştir. Anlaşıldığı üzere münkirlerin vahiy tebliğ edilirken insanları âyetleri dinlemekten alıkoymak maksadıyla gürültü yapmaları ve bununla vahyin mesajının insanlara ulaşmasını engellemeyi murad etmeleri Kur’ân’a konu edilmiştir. Mürîdin zikir ve sohbet meclislerinde kasten böyle bir şey yapması düşünülemez. Fakat gaflet ve nisyana dalarak zikir ve sohbet meclislerinde ses yapması mümkündür. Bir bakıma mürîd, münkirlerin kasten yaptıkları fiillere benzemekten sakındırılır.[9] Zira mürîdin böyle bir tavrı mecliste bulunan kimselerin verilen mesajlardan müstefid, zikrin sebep olacağı mânevî hallerden müfeyyez olmalarını engelleyebilir. Tekke ve dergâhlardaki sükût talebindeki hikmet budur. Allah’ın anıldığı meclislerde susmak mürîdin edebi, sükûtu telkin etmek ise tarikat kardeşliğinin bir gereği olarak görülmüştür. Tekke içerisinde önem arz eden bir diğer husus ise tekke düzenidir. Bu konu da “Size meclislerde yer açın dendiği zaman yer açın ki Allah da size genişlik versin.”[10] âyeti bağlamında değerlendirilmiştir. Tekkeye gelen sâlik, boş bulduğu yere oturur. Mecliste boş bulduğu yere oturan kişi övülmüş,[11] herhangi birini kaldırıp yerine oturmak yasaklanmıştır. Ancak âyette de ifade edildiği gibi yer açılmasını talep etmeye izin verilmiştir.[12] Tekkede şeyhin tensibi dışında herhangi bir kişinin sürekli oturduğu sabit bir mekânı bulunmaz. Salik, tekkenin oturma düzenini bozacak bir tavır sergilemez, bir kardeşi yer isterse ona yer verir. Tekke görevlilerinin şeyh tarafından tayin edilmiş, tekke düzenini sağlama ehliyet ve liyakatine sahip kimseler olduğunu düşünür ve onların talimatlarına uyar. Bilindiği üzere tekkelerimizin girişinde bütün tasavvuf mekteplerinin ser levhası haline gelen “Edeb Yâ Hû!” sözü asılıdır. Bununla tasavvufun temel gayesinin ahlâkî olgunluk olduğu vurgulanır. Dolayısıyla edebi olmayanın tasavvufu yoktur. Tekkeye sadece Allah rızası için gelen ve tekkenin adabına riayet eden salik manevi dereceler elde eder. [1] 24/Nur, 35. [2] Bk. 2/Bakara, 114; 22/Hac, 40. [3] 72/Cinn, 18. [4] 7/A’râf, 161. [5] 20/Tâhâ, 12. [6] Ahmed İbn Acîbe, el-Bahru’l-medîd fî tefsîri’l-Kurâni’l-mecîd İbn Acîbe Tefsiri, (Çev. Dilaver Selvi), Semerkant Yayınları, 2011, V, s. 611. [7] 7/A’râf, 31. [8] 41/Fussilet, 26. [9] İbn Acîbe, İbn Acîbe Tefsiri, VIII, s. 568. [10] 58/Mücâdile, 11. [11] Buhârî, İlim, 8; Müslim, Selam, 26; Tirmizî, İstizan, 29. [12] Buhârî, İstizan, 32.
Hamit DEMİR
Yazar1642 yılında Şanlıurfa’da doğan ve asıl adı Yusuf olan şair Nâbî, hikemi şiirin önemli temsilcilerinden biridir. Soylu bir nesepten geldiği bilinen şair; iyi bir eğitim almış, Farsça ve Arapça öğrenmi...
Yazar: Hamit DEMİR
Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de geçen her bir cümleye âyet dendiği gibi Cenâb-ı Allah’ın varlığının ve kudretinin delillerinden olan bazı eşya ve hadiselere de âyet denmektedir. Söz konusu ontolojik ...
Yazar: Hamit DEMİR
Horasan’dan Anadolu’ya göçen bir ailenin çocuğu olarak 1520 yılında Tokat’ın Zile ilçesinde dünyaya gelen Şemseddin Sivâsî, Halvetiyye Tarikatı’nın Şemsiyye Kolunun kurucusu, âlim ve şair bir zattır. ...
Yazar: Hamit DEMİR
Sultan III. Selim Han, dindar, milletini seven, yumuşak huylu, kan dökmekten ve zulümden nefret eden bir şahsiyettir. Hassas tabiatlı, ince ruhlu, temiz kalpli ve cömert bir hükümdardır. Hak eden kişi...
Yazar: Bekir AYDOĞAN