Tasavvufun Cevheri Muhabbet
Yahya b. Muaz buyurdu ki “Muhabbetin hakikati, safâ ile artmaması cefâ ile azalmamasıdır.”
Hucvirî ise Yahya b. Muaz’ın sözüne bağlı olarak şöyle der: “Cefa ve ihsan, muhabbetin sebebidir. Sebepler, sevginin hakikatine erişemeyenler için önem arz ederken gerçekten sevenler nezdinde hiçbir şey hükmündedir. Bu mertebede, sevene sevdiğinin ezası da vefası da belası da hoş gelir. Vefa ve cefa hakiki muhabbette eşittirler, muhabbet elde edildiğinde vefa cefa gibi cefa da vefa gibi olur.”
Kulun Allah’a muhabbeti, O’na yaklaşmayı irade etmek ve O’nu yüceltmektir. Allah’ın kula muhabbeti ise manevî yakınlık ve yüce halleri ona tahsis etmesidir. İnsanların Allah’a muhabbetinin manası, taatinde sürekli olmaları ve Allah’a hizmeti her şeye öncelemeleridir. Allah’ın onlara muhabbetinin manası ise kullarını, rızası ile kendisine hizmette daim ve kaim kılmasıdır. İnananların Allah’a muhabbetleri Allah’ın mü’minlere muhabbetinden neşet etmektedir. Zira âyet-i kerimede Allah’ın mü’minleri sevmesi, mü’minlerin Allah’ı sevmelerinden önce zikredilmiştir.[1]
İnsanların Allah’a Duydukları Muhabbetin Dereceleri
- İhsan edilen dünyalık nimetler ve ahirete dair beklentiden dolayı Allah’ı sevmek: Söz konusu ihsan, Allah’ın kullarına hak etmeseler bile çeşitli nimetler bahşetmesidir. Bu durum mahzâ Allah’ın lütfundandır. Ahirete dair beklenti ise cehennem korkusundan azade olup cennete girmektir. Zira Allah, kullarını teşvik meyanında cennet ve içindeki nimetleri idrakimize yaklaştırarak tasvir etmiştir.
- Bu ihsanlara vesile olan ilâhî sıfatlardan dolayı Allah’ı sevmek: Mü’minlerin seçkinlerine mahsus olan bu sevgi, ilkinden daha latiftir. Çünkü insan Rabb’ini sıfatlarından dolayı sevmekle nimetten nimet verene, fiillerden sıfatlara yükselmiştir.
- Zat sevgisi: Kul Allah’ı, zatının ve sıfatlarının kemali, yücelik ve azametinin kudsiyeti için sever. Bu muhabbet, hakiki imanın alametidir. Hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Üç haslet vardır, bunlar kimde bulunursa o kişi, imanın tadını tadar. Allah ve Rasûlü’nü, her şeyden fazla sevmek. Sevdiğini Allah için sevmek. Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.”[2] Bu sevgi mü’minlerin seçkinlerinin de seçkinlerine mahsus olup, dünyalık nimetlerden, sebeplerden ve sıfatlardan mücerreddir.
Cennet ümidi ile sevmekle zat sevgisi arasındaki fark büyüktür. Allah’ı kendisine verdiği nimetler ve faziletler için değil de zatı için sevenler, kötü edep ve nankörlükten uzak dururlar. Zira nimet vereni görmeksizin nimete sahip olmazlar. Cenneti değil cennetteki zât tecellisini arzularlar.
Kulun Rabb’ine muhabbeti imanı kadardır. Nitekim ayette
“Ve insanlardan bir kısmı, Allah’tan başka eş ve ortak (putlar) edinenler, onları (eş ve ortak edindikleri şeyleri) Allah’ı sever gibi severler. (Oysa) iman edenlerin Allah’a olan sevgileri çok daha kuvvetlidir.”[3] buyurulması iman ve muhabbet arasındaki güçlü irtibata dikkat çekmektedir. Mana inceden ince, yol kıldan ince kılıçtan keskincedir.
Süfyan-ı Sevri bir gün Rabiatü’l-Adeviyye’ye “Her kulun bir hasleti ve her imanın bir hakikati vardır. Senin imanının hakikati nedir?” diye sordu. O da “Ben korktuğu için iş yapan köle gibi Allah’a kulluk etmedim. Veya alacağı bir ödül, elde edeceği bir kazanç için çalışan tüccar gibi cennet ümidi ile de ibadet etmedim. Ancak ben yalnız O’nu sevdiğim ve O’na müştak olduğum için kulluk ettim.” Bu manada ondan şu şiir rivayet edilir:
Rabb’im, Sen’i iki sevgiyle seviyorum.
Biri benim aşkım, diğeri sevilmeye lâyık oluşun.
Sana olan sevgim her şeyi bırakıp sadece Sen’i zikretmeme sebep
Sevilmeye lâyık oluşun, perdeleri kaldırman ve Sen’i görmeme vesile
Bu hususta bana övgü yoktur.
Övgü ancak Sana’dır.
Kulun Rabb’ini sevmesi kalp amellerindendir. Bu muhabbetin eseri, organların fiillerinde kendini gösterir. Sevenin azaları, sevgiliyi razı etmek için uğraşır. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi, doğru ve düzgün olursa bütün vücut iyi, doğru ve düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O kalptir.”[4] Kalbin bu önemi hem amel hem muhabbet cihetiyledir. Zira kalp, emirlere ittiba ve nehylerden kaçınma merkezi, muhabbet mahallidir. Muhabbetin hakikatine ulaşan bir mü’min, sevgilinin sevdiklerini sever ve yapar, sevmediklerini sevmez ve onlardan kaçınır. Bu bağlamda hadisin tabir ettiği şey şudur:
“Sizden biriniz hevasını getirdiğim şeye tabi kılmadıkça iman etmiş olmaz.” İbn Kayyım’ın da dediği gibi muhabbet, sevgilinin iradesine muvafakat göstermekti ve Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmaktır.
Kul Rabb’ini sevdiği kadar Allah da onu kullarına sevdirir. Kul Allah’a ne kadar hürmet ederse insanları da o kula o kadar hürmet ettirir. Allah’ın emirleriyle ne kadar meşgul olursa insanlar da o kadar ona rağbet ederler. Allah’ın vaadine dair kalbi ne kadar sükûn içinde olursa maişeti de o kadar güzel olur. Taatinde ne kadar devamlı olursa kalbi o kadar manevî lezzet alır. Dili ne kadar Allah’ı zikrederse kendisine gelen lütuflar devamlı olur. Ve insanlardan ne kadar uzak durursa manevî ihsanlara o kadar yakın olur.
Muhabbetin sadakati sevgiliye taatle amel etmektir.
Sevdiğini iddia edip de haddini bilmeyen sadık değildir.
[1] 5/Mâide, 54.
[2] Buhârî, İman, 9.
[3] 2/Bakara, 165.
[4] Buhârî, İman, 39.