TARİH ŞUURU
Tarih¸ insanoğlunun faaliyetlerini en kapsamlı şekilde inceleyen bilimler arasında yer almaktadır. Tarih bize geçmişin bilgisini verir. Tarihin ve kültürel değerlerin her millet için büyük bir önemi vardır. İnsanlar siyasi geçmişlerini¸ kültürlerini¸ medeniyetlerinin ortaya çıkmasını ve bunların derecesini tarihin derin sayfalarından öğrenebilmektedir.
Tarih¸ insanoğlunun faaliyetlerini en kapsamlı şekilde inceleyen bilimler arasında yer almaktadır. Tarih bize geçmişin bilgisini verir. Tarihin ve kültürel değerlerin her millet için büyük bir önemi vardır. İnsanlar siyasi geçmişlerini¸ kültürlerini¸ medeniyetlerinin ortaya çıkmasını ve bunların derecesini tarihin derin sayfalarından öğrenebilmektedir.
Tarih¸ milletlerin hafızası devletlerin ise siyasi tecrübeleridir. Tarihini bilmeyen bir millet yok olmaya ve tarihten ders almayan bir devlette yıkılmaya mahkûmdur. Bu yönüyle tarih¸ milletleri bilinçlendiren¸ onlara yön veren ve ayakta kalmalarını sağlayan Bir kavram olmuştur. Bu kavram da millet sinesindeki şuurla ifade edilir. Yani “Milli Tarih Şuuru”.
Peki¸ nedir Tarih Şuuru? Tarih Şuurunun temelleri nelerdir? Tarih Şuuru nasıl kazanılabilir?
Tarih Şuuru aynı dili konuşan¸ aynı geçmişi yaşamış¸ aynı amaçta birleşen ve aynı toprak parçası üzerinde olan insanları birleştiren ortak noktadır. Yani dil¸ tarih¸ ülkü ve vatan birliğidir. Bu dört olgu “Millet” kavramını ortaya çıkarır.
Milet olarak daima yükselebilmek için atalarımızın siyasi¸ sosyal ve kültürel faaliyetlerini iyice araştırıp değerlerimizi incelememiz gerekir. Zira Türk Milleti olarak asırlarca dünyanın dört bir yanında hâkimiyet kurarak insanlara barış ve istikrarı götürdüğümüz hala hatırlarda olan¸ Balkan ve Ortadoğu halklarının da hatırlarından hiç çıkmayacak bir gerçektir.
Bu gerçek milletimizin zihinlerinden¸ kendilerinin dünya barışı ve istikrarını sağlamaya adayan devletler/milletler/siyasi çevreler tarafından silinmek istenmektedir. Türk milleti olarak asırlarca “Düvel-i Muazzama” denilen büyük devletlerarasında iken bugün Yunanistan ile Ege’deki birkaç kayalık¸ ya da hiçbir tarihi gerçekliği olmayan Ermeni iddiaları ile muhatap bırakılmak istenmiştir. Yararı veya zararı tartışılabilir Avrupa Birliği adı altında kendilerine muhtaç hissettirmeye çalışmaktadırlar. Hâlbuki Osmanlı Devleti 1856 Paris Barış Konferansı’nda Avrupa Devletleri içerisine alınarak Avrupa Hukuku’ndan yararlanabileceği ifade edilmişti. Yüzyıllardır Türk toprakları olan Kıbrıs¸ Musul ve Kerkük’ün de hala pazarlık konusu olması ayrı bir tartışma konusudur.
Hiçbir tarihi geçmişleri olmayan “Nizam-ı Âlem” için bir tek askerlerini dahi feda etmeyen milletler ne yazık ki bugün dünyanın kaderini ellerinde tutmaktadır. Kendilerine bir tarih ve tarik oluşturmuşlardır. 1990 Öncesi Hollywood filmlerinin tek kahramanlık sembolü Vietnam¸1990 sonrası ise Körfez Savaşıdır. Bunun dikkatlerden kaçmaması gerekmektedir.
Peki¸ bu aşamadan sonra ne yapmalıyız¸ ya da neler yapılabilir?
Milletimizi bırakılmak istendiği sosyal ve tarihi çözülmenin etkisinden kurtarmak için tarih bilgisinin doğru ve etkili biçimde verilmesi gerekmektedir.Hiçbir zaman tarihin kuru ve öğrenilmesi (ezberlenmesi!!!) güç bilgiler yumağı olduğu düşünülmemelidir. Tarih bilgisi bir ruh ve kimliktir. Milletin kendisine güven duymasını ve sağlam temeller üzerinde hareket etmesini sağlar.75 yıllık bir şirket kendisine nasıl güven duyuyorsa¸7 bin yıllık Türk Milletlide kendisine geçmiş kadar güven duymalıdır.
Tarih hamasi ilgiler olarak ta algılanmamalıdır. Fatih’in İstanbul’u fethinde¸ Kanuni’nin Mohaç Zaferi’nde kullanılan savaş toplarının Avrupa’ya karşı üstünlüğünden bahsetmek gerekir. Osmanlı Devleti’nin 18. ve 19. yüzyıllarda içine düştüğü durumun temel nedenlerinin birinin de teknolojik altyapı olduğu unutulmamalıdır.
Bugünün gerçekleride göz önüne alındığında şunlar ortaya çıkmaktadır:
Bugünü anlamak¸ gelecek için hazırlanabilmek için şarttır. Gelecek nesillere milli ve manevi değerleri tanıtarak bu eksende yetişmelerine olanak vermek gerekmektedir. Çıkş noktası bilinmeden hedef tayin edilemez. Gelişmiş ülkelerde tarih bilimi son derece ilerlemiştir. Böylece canlı ve somut bir tarih şuuru oluşturulmuştur.
Ve aslında tarih geleceğe dönük bir harekettir.
Dipnotlar
1- Prof Dr. Mustafa KAFALI¸ Millet Kavramı ve Tarih Şuuru
2- Doç Dr. Ramazan TOSUN¸ Atatürk’ün Türk Tarih Tezi
3- Sami ŞENER¸ Tarih ve İslam Tarihi
4- Zeki ÖNAL¸ Din Dil Tarih Şuuru
Sultanları Dilinden Kardeş Katli;
Osmanlı Devleti’nde hâkimiyet hanedanın ortak malıdır anlayışı benimsenmiştir. Bu anlayış Türklerde Orta Asya’dan beri süre gelmektedir. Buna göre babasından sonra her erkek çocuk tahta geçme hakkına sahiptir. Hâlbuki devlet ve saltanat Allah vergisidir¸ tamamen onun dilemesi ile olur. İşte bu sebepten sultanın vefatından sonra her evladı şansını denemek ister. Başa geçen diğerlerini öldürür. Tek idareci anlayışı her zaman ağır basmıştır. Bir kafeste iki aslan¸ bir kında iki kılıç olmaz. Bir kilime on derviş sığar¸ yedi iklime iki padişah sığmaz.
Bu karışıklığı önlemek için Fatih Sultan Mehmet hazırladığı Kanunnamesinde şöyle bir tedbir almıştır: “Evladımdan her kime saltanat müyesser olursa¸ nizam-ı âlem için diğer karındaşlarını öldüre¸ ekser-i ulema izin vermiştir. Anunla amil olalar”
Sultanlar bu kanunnameyi tatbik etmişler; fakat tatbikten hemen sonra ağlamışlardır. Yavuz Sultan Selim’de kardeşleri ve kardeşi oğullarını katlettirdikten sonra bu kanunu koyanlara kızarak ağlayanlardandır.
Celalzade Mustafa¸ nazım halinde bu konuyu ve padişahların halet-i ruhiyelerini şöyle belirtir:
Cihana verme gönlü bi vefadır (vefasızdır)
Meliklerin menzili taht-ı fenadır (yokluk tahtıdır)
Huzur-u saltanat bir bade (rüzgâra) benzer
Karındaşı kişinin yâda (ele) benzer
Cihan için karındaşa kıyarlar
Bıçak ile ciğer çeşmin kıyarlar
Bunu te’lif eden (yazan) görmeye rahmet
Refiki (yoldaşı) olmaya üns (dostluk) ile selvet (rahatlık)
Dipnot:
1- Prof. Dr Ahmet UĞUR¸ Yavuz Sultan Selim’in Askeri ve Siyasi Faaliyetleri
Murat DEMİR
YazarDaha çok küçükken rahmetli dedem beni sık sık sevindirirdi. Yattığım odadan salona kadar geçeceğim yola aralıklarla bir bir bozuk ve kâğıt para koyardı. Sonra da seslenerek beni çağırırdı. "Tarık, ge...
Yazar: Erdal KARASU
Yavaşça gözlerini açtı. Nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Son hatırladığı şey zıplarken bir tele takıldığı ve karnının çok acıdığı idi. Ne kadar çabalasa da o telden kurtulamamış bitap düşmüştü. ...
Yazar: Emine Yılmaz DERECİ
“Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” mefhumu, insanlara genel manada güzellikleri telkin eder. Yaratılmışların en şereflisi olan insan elbette ki, “ahsen-i takvim” olduğu için fıtrî olarak da, cismî o...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Yavuz Sultan Selim’in kısa süren saltanatından sonra Osmanlı Devleti’nin başına geçen oğlu Kanûnî Sultan Süleyman da babası ve dedeleri gibi tasavvufa meyilli bir padişahtı. Hatta o tasavvufa meyli ba...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE