Sünbüliyye Tarîkatının Pîri Sünbül Sinan Efendi
On beşinci yüzyılın sonları ile on altıncı asrın başlarında yaşamış olan Sünbül Sinan Efendi’nin tam adı Şeyh Yûsuf b. Ali b. Kaya Bey’dir. Kendisine Şeyh Sinâneddin Yûsuf da denilmektedir. Amasya’nın Merzifon ilçesinde dünyaya gelen Sünbül Sinan Efendi ilk tahsîlini memleketinde aldı.
İstanbul’da medrese tahsîline başlayan Sünbül Sinan Efendi devrin ileri gelen âlimlerinden Efdalzade Hamîdüddîn Efendi’nin yanında zâhirî ilimleri tahsîl etmiştir.[1] Tahsîl hayatı boyunca mutasavvıfların aleyhinde olan Sünbül Sinan, bazen sûfîlerin meclislerine devam ettiği için arkadaşlarından birine; “Bu sûfîlerin meclislerinde ne bulursun?” diye çıkışırdı.
Sünbül Sinan Efendi, Cemâl-i Halvetî’nin müritlerinden bir âlim ile aynı medresede idiler. Bir gün ikisi bir aradayken Şeyh Cemâl-i Halvetî ile karşılaşırlar. O şahıs Sinan Efendi’yi görünce; “İşte bizim Efendimiz geliyor!” der. Şeyh Cemâl-i Halvetî’nin sohbetine katılan Sinan Efendi, Şeyhin vaaz ve nasihatlerinden etkilenir. Cemâl-i Halvetî sohbetinde; “Şeyh o kişidir ki, istidatlı tâlipleri bir nazarda maksûda ulaştırır!” değerlendirmesinde bulunur.
Sinan Efendi’ye firâset nazarıyla bakması ile göz göze gelen Sinan Efendi düşer bayılır. Sohbet sonrasında Cemâl-i Halvetî, “Getirin benim Sünbül münkirimi onun tarîkat elbisesini ben giydireceğim!” der.[2]
Böylesi bir etkileşim sonucu tasavvufa ilgi duyan Sünbül Sinan Efendi, ilim yolunu bırakarak Çelebi Halîfe’ye intisap etti. Yûsuf Sinan Efendi’nin medrese tahsîlini yarıda bırakıp başlangıçta şiddetle karşı olduğu tasavvufa yönelmesi ve Koca Mustafa Paşa dergâhında irşat faaliyetlerini sürdüren Cemaleddîn-i Halvetî aracılığı ile Halvetilîğe bağlanması hem kendi hayatı hem de İstanbul’un tasavvuf kültürü açısından bir dönüm noktasıdır.
Sünbül Sinan Efendi, şeyhinin yanında kaldığı sürede zorlu riyâzet ve mücâhede deneyimlerini gerçekleştirir.[3] Üç yıl süren seyr u sülûkunu tamamladıktan sonra 895/1490 tarihinde Cemâleddîn-i Halvetî’den hilâfet alır ve şeyhinin isteği üzerine tarîkat faaliyetlerinde bulunmak amacıyla Mısır’a gider ve orada bir müddet irşâd ile meşgûl olur.[4]
Şeyhi Çelebi Halîfe İstanbul’dan hacca gitmeye niyet ettiğinde, Mısır’da bulunan Sünbül Sinan Efendi’ye de haber göndermiş, kendisinin de Mısır’da hacca gelmesini istemiştir. Ancak Şeyhi Çelebi Halîfe’nin Hicaz’a ulaşmaya ömrü vefâ etmemiştir (899/1494). Vefât etmeden önce müritlerine yaptığı son vasiyetinde Sünbül Sinan Efendi’yi İstanbul’daki makamına oturmasını ve kızı Safiye ile evlenmesini beyan etmiştir.[5] Sünbül Sinan Efendi Harem-i Şerif’e ulaştığında, şeyhin vasiyeti kendisine bildirilmiştir.
Şeyhi Cemâl-i Halvetî’nin vasiyet gereğince İstanbul’a gelen Sünbül Sinan Efendi, dervişler, eşraf, halk ve yöneticiler tarafından coşkuyla karşılanmıştır. Daha sonra şeyhi Çelebi Halîfe’nin kızı Safiye ile evlenip Koca Mustafa Paşa Dergâhı’nda posta oturmuştur.[6] Halvetiyye Tarîkatı’nın ana kollarından Cemâliye koluna bağlı Sünbüliyye şubesinin kurucusu olarak kabul edilmiştir.
Bir yandan Koca Mustafa Paşa Dergâhında müritlerinin terbiyesi ile meşgûl olurken, bir yandan da vaazlarıyla halkı irşat etti. Tefsir ilmine vâkıf olduğu için vaazlarında âyet-i kerimelerin tefsirine ehemmiyet veren, etkileyici konuşması ve güçlü hitâbeti ile tanınan Sünbül Sinan Efendi,[7] Cuma günleri genelde Fâtih Câmii’nde, kimi zaman da Ayasofya Camii’nde vaaz etmekteydi.
Vaazdan sonra dervişlerine devran zikri yaptırıyordu.[8] Sünbül Sinan Efendi’nin bu uygulaması ulemâ ile meşâyih arasında devrân ve semâ tartışmasının yeniden nüksetmesine yol açtı. Bu hususta ikiye ayrılan ulemânın geneli Sünbül Sinan’ı desteklemekteydi.
Otuz üç yıllık meşîhati döneminde Sünbül Sinan Efendi, II. Bâyezîd, Yavuz Sultan Selim ve Kanûnî Sultan Süleyman dönemlerini idrak etmiştir. Sultan II. Bâyezîd, Çelebi Halîfe’den sonra makamına geçen Sünbül Sinan Efendi ile de yakın ilişkiler kurmuş ve onu dergâhında bizzat ziyâret etmiştir.[9]
Babası Sultan II. Bâyezîd gibi Yavuz Sultan Selim de Sünbül Sinan Efendi ile yakın münâsebetler kurmuştur. Sünbül Sinan Efendi’yle Yavuz Sultan Selim’in ilk buluşması, hoş olmayan bir hadise üzerine gerçekleşmiş, fakat bu buluşma umulmadık bir şekilde güzel neticelenmiştir.
Nakledildiğine göre, Yavuz Sultan Selim tahta oturduğunda, amcası Cem Sultan’ın öldürülmesinde rolü olduğu gerekçesiyle Koca Mustafa Paşa Dergâhının kurucusu Koca Mustafa Paşa’nın idam edilmesi ve yaptırdığı imâret ve caminin de yıkılması için ferman vermiştir.
Fakat burada irşad faaliyetini sürdürmekte olan Sünbül Sinan Efendi direnince, yıkım için gelen görevliler geri dönmek zorunda kalmışlardır. Bunun üzerine padişah, yıkımı gerçekleştirmek üzere adı geçen mahalle gitmeye karar verir. Bunu haber alan Sünbül Sinan Efendi, başına siyah bir imâme sarıp eline de siyah bir asâ alarak dervişleriyle birlikte padişahı karşılamaya çıkar.
Rivâyete göre, padişah kendisini karşılayan şeyhi gördüğünde gazabı sevgiye dönüşmüş ve hiçbir şey olmamış gibi şeyhin hatırını sorup gönlünü almaya çalışmıştır. Sultan, “Sizi ziyârete geldik.” diye söze başlayınca, Sünbül Sinan Efendi, “Padişah ahd ve emirlerinin yerine getirilmesi gerekir. Hiç olmazsa medrese kubbelerinin üzerindeki ocak bacalarını yıksınlar.” diye mukâbele etmiş, şeyhin bu inceliğinden çok duygulanan padişah da üzerinde bulunan beyaz yün kaplı samur kürkü çıkarıp şeyhe giydirmiştir.
Sünbül Sinan Efendi’nin çoğu zaman bu kürkü giydiği nakledilmektedir. Şeyh ile bu şekilde başlayan sıcak münâsebet, zamanla daha samîmî bir şekilde devam etmiştir. Öyle ki, sultanın zaman zaman tebdil-i kıyafetle Sünbül Sinan Efendi’nin yanına geldiği ve beraberce karşılıklı sohbet ettikleri kaydedilmektedir.[10]
Bu olayda Osmanlı'daki devlet-tekke ilişkilerinin oturduğu temeli görmek mümkündür. Bu temel, tarafların birbirlerinin saygınlığına halel getirecek davranışlardan çekinmeleridir. Gazabı baskın olan bir padişahın sükûnetle düşündüğünde kâmil bir şeyhin değerini anlayıp hatasından dönmesi, onun da her hâlükarda âdâb-ı veçhile hatayı önlemeye çalışırken devleti zora düşürecek ve fitneye sebep olabilecek davranışlardan kaçınması devlet-tekke ilişkilerinin genel çizgisine uygun bir yaklaşım tarzı olmuştur. [11]
Mısır’ı fethettikten sonra İbrahim Gülşenî’ye (ö.940/1533-34) tekke kurması için yer verip hayır duâlarını alan Yavuz Sultan Selim’i, sefer dönüşü karşılayanlar arasında Sünbül Sinan da bulunuyordu. Nakledildiğine göre, Yavuz Sultan Selim bu seferden dönüşünde Sarayburnu’nda yazlık bir köşk yaptırmak istemiş, mimarbaşının Koca Mustafa Paşa Camii revaklarında iki adet değerli somaki mermer sütunun köşk için gerekli ve uygun olduğunu söylemesi üzerine, direkleri aldırmak için adamlar gönderilmişti. Ancak Padişah Şeyh Sünbül’ün buna razı olmadığını öğrendiğinde direkleri söktürmekten vazgeçmiş ve Mîrâhur Camii’nin direklerini aldırtmıştır.[12]
Yavuz Sultan Selim kendi adına yaptırdığı Selimiye Camii açılış merasiminde Sünbül Sinan Efendi’ye hutbe okutmuştur. [13]
12 Muharrem 936/16 Eylül 1529)1529’da altmış yedi yaşındayken vefât eden Sünbül Sinan Efendi’nin Fâtih Camii'ndeki cenaze namazını Şeyhülislâm Kemalpaşazâde kıldırmıştır. Koca Mustafa Paşa Dergâhı hazîresinde medfûn olan Sünbül Sinan Efendi’nin türbesi İstanbul'un en önemli ziyaretgâhlarındandır.
Vefâtına;
“Eyledi bostân-ı zühdün sünbülü me’vâya azm”,
“Cennete azmeyledi pîr-i azîz”[14],
“Cânına Sünbül Sinan’ın Fâtiha”[15] gibi mısraların yanı sıra,
“Feyz-i ilâhî” ve “Üstâd-ı aşk”[16] gibi terkiplerle tarih düşürülmüştür.
Sünbül Sinan Efendi’nin vefâtı İbn Kemâl’i çok üzmüş ve şeyhin ardından bir mersiye kaleme almıştır.[17] Mersiyenin sonunda şeyhin vefâtına tarih düşen İbn Kemâl şöyle demektedir:
Hâtif-i gaybî dedi târîhini
Nûr olâ Sünbül Sinan’ın kabri hep.
Sünbül Sinan Efendi vefât ettiği sırada, İbn Kemâl’in ziyâret maksadıyla onun yanında bulunduğu kaydedilmektedir. İbn Kemâl şeyhe “geçmiş olsun” deyip aralarında meydana gelen kısa konuşmadan sonra, şeyhin hâlinin iyi olduğuna kanaat getirerek ser-tarîkin odasına geçer.
O sırada kendisine ikram edilen şerbeti içerken Sünbül Efendi’nin vefât ettiği haberi gelir. Bu âni vefâta şaşıran şeyhülislâm, “Hey Molla Şeyh ayık geldin, ayık gittin.” diyerek şaşkınlığını dile getirmiştir. Şeyhin namazını da onun kıldırdığı rivâyet edilmektedir.[18]
Sünbül Sinan Efendi’nin vefâtında yazdığı sekiz beyitlik tarih manzûmesinde Şeyhülislâm Kemalpaşazâde onu şu şekilde yâd etmektedir:
Pîşvâ-yı sâhib-i ehl-i edeb
Muktedâ-yı tâlib-i Rûm u Arab
…
Eyledi şehr-i Muharrem’de sefer
Leyletü’l-isneynde ol zü’n-neseb
…
Yer ve göklerde kamu ins ü melek
Cem’ olup kıldı namazın bî-ta’ab
Hâtif-i gaybî didi târîhini
Nûr ola Sünbül Sinân’ın kabri hep.[19]
Sünbül Sinan Efendi’nin eserlerini; er-Risâleü’t-tahkîkiyye, Risâle fî hakkı’t-tevhîd, Etvâru’s-seb’a, Tarîkatnâme olarak sıralayabiliriz. Bursalı Mehmed Tahir birkaç tane de ârifâne ilâhileri bulunduğunu bildirmektedir.[20] Sünbül Sinan Efendi’nin Risâletü't-Tahkikiyye adlı eseri, devran zikrini haram kabul edenlere reddiyesi olması bakımından ayrıca önem kazanmaktadır. Sünbül Sinan Efendi’nin bu eserini Şeyhülislâm Kemalpaşazâde tasdik etmiştir.[21]
Sünbül Sinan Efendi’nin en meşhûr halîfeleri, Maksûd Dede, Merkez Efendi, Cemâleddîn Akşehrî, Şeyh Ahmed Çavdarlı’dır.[22] Sünbül Sinan Efendi döneminde devlet adamlarının tarîkata rağbeti devam etmiş, Sünbül Sinan’ın halîfeleri İstanbul’un yanı sıra Manisa, Kütahya, Karaman ve Akşehir gibi şehirlerde yaptıkları faaliyetlerle tarikatı yaymışlardır.[23]
[1] Taşköprüzâde, İsâmüddin Ahmed, eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye fî ‘Ulemâi’d-Devleti’l-Osmaniyye, İnceleme ve notlarla nşr, Ahmed Subhi Furat, İstanbul 1985, s. 369; Hulvî, Mahmud Celâleddin, Lemezât-ı Hulviyye ez-Lemezât-ı Ulviyye, haz. M. Serhan Tayşî, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1993, s. 445, 447.
[2] Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye, s. 44; İsa Çelik, Âbidin Paşa (1259/1843-1324 / 1906)'nın Mesnevî Şerhi ve Tasavvufî Düşünceleri, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 2001, s. 21.
[3] Rahmi Serin, İslam Tasavvufunda Halvetilik ve Halvetiler, Petek Yayınları, İstanbul 1984.
[4] Taşköprüzâde, eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye, s.369; Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye, s. 445,447.
[5] Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye, s. 435;Harîrîzâde Kemâleddin, Tibyânü Vesâili’l-Hakaik fî Beyani Selâseti’t-Tarâik, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 430-432, II, vr. 144a.
[6] Âlî, Gelibolulu Mustafa, Künhü’l-Ahbâr, İstanbul Üniversitesi Ktp., TY, nr.5959, vr. 168a; Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye, s. 447; Harîrîzâde, Tibyân, II, vr. 144a.
[7] Taşköprüzâde, eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye, s. 369.
[8] Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye, s. 449.
[9] Reşat Öngören, Osmanlılarda Tasavvuf -Anadolu’da Sûfîler, Devlet ve Ulemâ (XVI. Yüzyıl)-, İz Yayıncılık, İstanbul 2000, s. 257.
[10] Öngören, Osmanlılarda Tasavvuf, s. 261-262.
[11] Mustafa Özsaray, 19. Yüzyıl Arşiv Belgeleri Işığında Osmanlı’da Devlet-Tekke İlişkileri, İz Yayıncılık, İstanbul 2021, s. 110-111.
[12] Öngören, Osmanlılarda Tasavvuf, s. 262.
[13] Alvan, Benim Adım Dertli Dolap, s. 75.
[14] Taşköprüzâde İsâmüddin Ahmed, Hadâiku’ş-Şekâik, trc. Mehmed Mecdî Efendi, neş. haz. Abdülkadir Özcan, İstanbul 1989, c. I, s. 372.
[15] Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye, s. 452.
[16] Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, Matbaa-i Âmire, İstanbul 1333, c.I, s.78.
[17] Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. III, s. 294.
[18] Öngören, Osmanlılarda Tasavvuf, s. 346.
[19] Alvan, Benim Adım Dertli Dolap, s. 76.
[20] Bursalı, Osmanlı Müellifleri, c. I, s. 78; Öngören, Osmanlılarda Tasavvuf, s. 54-57.
[21] Alvan, Benim Adım Dertli Dolap, s. 76.
[22] Çelik, Âbidin Paşa’nın Mesnevî Şerhi, s. 23.
[23] Reşat Öngören, “Osmanlı Türkiyesi’nde Tarikatlar”, Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, ed. Semih Ceyhan, İSAM Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2018, s. 75.
Kadir ÖZKÖSE
Yazar“Gönül adamı” olmak… Gerçekten çok büyük bir haslet.“Gönül adamı”, söylenişi kolaydır; fakat gönüllerde yer etmek ve bu gönüllerde yer etmeyi asırlarca sürdürebilmek, insanlara oradan daima bir ...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Osman Hulûsi Efendi’nin tasavvuf anlayışının merkezini vuslat arzusu oluşturmaktadır. Onun seyr u sülûk eğitiminde merasim, şekil, sûret ve gösterişe yer yoktur. Yaraları sarmak, sıkıntıları gidermek,...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Gelişin gül muştusu, kokun misk-i amberdirSar cihanı kokunla, sûzanınla RamazanNefse kilit vurmayı, öğret izan sağlansınŞol yürekler arınsın, izanınla RamazanHizmet himmet bir olsun, kurulsun hakça dü...
Şair: Celalettin KURT
Filozofların hareketin sayımı dedikleri zaman, yaratılmıştır. Biz, süreli bir hayatta yaşıyoruz. Bütün yaratılmışlar bir zamanla kayıtlıdır. Kur’ân’da asra, kuşluk vaktine, geceye, gündüze, sabah vakt...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ