SULTAN II. MAHMUD’UN TASAVVUF ERBÂBIYLA OLAN İRTİBÂTI
Yirmi dört yaşında tahta geçen Sultan II. Mahmud (1808-1839), saltanatının ilk dönemlerinde itidalli ve temkinli bir yönetim gerçekleştirmiştir. 1826-1839 yılları arasındaki saltanatının ikinci döneminde sosyal hayata yönelik düzenlemeleri halkın tepkisine yol açmış, fes kullanmak, pantolon giymek ve sakal kesmek gibi şahsî hayata yönelik yaptırımları, adının “gavur padişah”a çıkmasına yol açmıştır.[1]
Sultan II. Mahmud Dönemi’nin tasavvufî hayata yönelik en önemli düzenlemesi 1811 tarihli tekke fermanıdır. Asırlardan beri idarî ve malî özerkliğe sahip olan tekkelerin yönetimine ciddi bir müdâhale anlamı taşıyan bu fermanla Sultan II. Mahmud, tasavvufî hayatı düzenlemeyi hedeflemiştir.
Tekke ve tarîkatlarla ilgili bilinen ikinci resmî düzenleme,1227/1811-12 tarihli bir fermanla açıklanmaktadır. Bu ferman tekke vakıflarını Evkâf-ı Humâyûn denetimine sokmuştur. Bu fermanla Osmanlı topraklarında aynı tarîkata bağlı bütün tekkeler, genel uygulamalara uygun olarak pîrinin medfûn bulunduğu dergâh ve İstanbul âsitanesi merkez kabul edilerek örgütlenmiştir.[2]
“Et ile tırnak gibi” olan Yeniçeri ordusuyla Bektaşî Tarîkatı’nın yakınlığı, devletin bu iki kuruma aynı gözle bakmasına sebep olmuş ve ikisi birlikte 1241/1826 fermanıyla ilgâ edilmiştir.[3]
Bektâşiliğin yasaklanması ve Hâlidîlerin sürgün edilmesine karşılık II. Mahmud, Mevlevîliği Osmanlı’da merkez tarîkat haline getirmiştir. Zira II. Mahmud’un tahta çıkışından sonra kılıç kuşanma töreni Mevlevî şeyhlerinin imtiyazı hâline gelmiştir. II. Mahmud, tahta çıktığında kılıç kuşanma törenini gerçekleştirmesi amacıyla Konya’dan Mevlevî şeyhi özel olarak getirilmiştir. Bu gelenek artık yerleşmiş ve 1839’da Sultan Abdülmecid’in, 1861’de Sultan Abdülaziz’in, 1876’da II. Abdülhamid’in kılıç kuşanma töreni Mevlevî çelebileri ya da vekilleri tarafından gerçekleştirilmiştir. II. Mahmud’un cülûsundan sonra Yeniçeri Ocağı’na bağlı küçük esnaf arasında Bektaşîliğin güçlenişine karşılık, II. Mahmud ulemâyı ve diğer tarîkat mensuplarını kendi tarafına çekebilmiştir. Bektaşî şeyhlerinin Yeniçeri Ocağı’nın 94. ortasının albayı rütbesinde oturmasına karşılık olarak, II. Mahmud Mevlevî çelebiliğini, Asakir-i Mansûre-i Muhammediye ordusunda müşirlik rütbesine yükseltmiştir.[4]
III. Selim ve II. Mahmud Dönemleri başta olmak üzere, XIX. asır içindeki bütün padişahlar Mevlevîliğe yakın ilgi göstermişler ve padişahların bu yakın ilgi ve alâkaları devletin bütün kademesindeki memurları tarafından da desteklenmiştir. Bu destek sayesinde Osmanlı toprakları içinde bulunan bütün mevlevîhâneler, başta tamir ve iâşe olmak üzere birçok ihtiyacını karşılamakta pek zorlanmamışlardır.[5] Bektaşîliğin ordu üzerindeki bütün yetki, imkân ve moral kaynağı olma ile ilgili faaliyetleri, o günden itibaren Mevlevîlik tarîkatına geçmiştir.[6]
- Mahmud’un Mevlevîliğe ilgi duymasında amcası III. Selim'in yanında yetişmesi doğrudan etkili olmuştur. Amcası III. Selim’in elinde yetişen II. Mahmud, ondan mûsikî dersleri almış, Yenikapı Mevlevîhânesi müntesiplerinden Hammâmizâde Dede Efendi'ye hayrân olmuş, Dede Efendi'yi saraya davet etmiş, her hafta çarşamba günleri Beşiktaş Mevlevîhânesi’ne onu dinlemeye gitmiş, bu zevki hasta olduğu anlarda dahi bırakamamıştır.
Bektaşîliğin kaldırılması, kılık ve kıyafet gibi halkın tepkisini çeken kimi reformlar yapıldıktan sonra II. Mahmud, devletin dine ve dindarlara olan hürmetini göstermek amacıyla keşfedilen sahâbe ve şehit türbelerini tamir ettirmiş, camiler ve çeşmeler yaptırmış ve Mevlevîliğe verdiği ehemmiyeti artırmıştır. Osman Salâhaddin Dede'nin meşîhatta bulunduğu 1253/1837 tarihinde Yenikapı Mevlevîhânesi’ni büyük bir tamirattan geçirmiş, 1240/1824 yılında geçirdiği yangınla Galata Mevlevîhânesi’nin kısmen yanan bölümlerini 1250/1834 tarihinde tamir ettirmiş, 1250/1834'te Üsküdar Mevlevîhânesi’ni, 1251/1839'da Karaman Mevlevîhânesi’ni onarımdan geçirmiş, Lapseki’ye bağlı Çamhas ve Çeltikçi tımarlarını Gelibolu Mevlevîhânesi’ne bağlamıştır.
[7] Hac yolculuğuna izin almak amacıyla Üsküdar'a çadır açan Türkistanlı yolcuları ziyâret eden padişah, onlardan hac dönüşü burada ikâmet etmelerini istemiş ve hemşerilerine hizmet vermeleri karşılığında dergâh yaptıracağına söz vermiştir. Böylece devletin uzak bölgeleriyle kolayca bağlantı kurabileceği ilk temsilcilik denebilecek, masrafsız ve külfetsiz konaklama imkânlarının sunulduğu bir mekân oluşturulmuş ve Üsküdar Özbekler Tekkesi yaptırılmıştır.
[8]
1251/1835 tarihinde Bursa'yı ziyâret eden Sultan II. Mahmud, Bursa mütesellimi Hacı Ahmed Ağa nezâretinde Eşrefzâde Dergâhı’na Tevhidhâne yaptırıp diğer bölümlerini tamir ettirmiş, Evkâf-ı Hümâyûn Nâzırı Kânî Bey'in himmetiyle de harem ve selâmlık bölümleri yapılmıştır. Kânî Bey'in zamanında Enârî Dergâhı da (1259/1843) yenilenmiştir. II. Mahmud 1224/1838'de Nakşî-Sünbülî meşîhatının ortak yürüttüğü Beyoğlu'nda bulunan Karaabalı (Abâî) Tekkesi'ni tamir ettirmiş, Unkapanı Buhârî Tekkesi'ni yeniden yaptırmıştır.
[9]
Sâdiyye şeyhlerinden Mustafa İzzi Efendi’nin tekkesi, II. Mahmud tarafından 1231/1816 ve 1252/1836 yıllarında iki defa tamir ettirilmiş, tevhithâneye bir hünkâr mahfili eklenerek tam teşekküllü bir tarîkat külliyesine dönüştürülmüştür.
[10]
Konya’da Mehmed Çelebi'den sonra pîr makamına geçen Saîd Hemdem Çelebi, dokuz çelebi ile birlikte İstanbul'a gelmiş, Beşiktaş Mevlevîhânesi’nde kalmıştır. Sultan II. Mahmud, baba soyundan Mevlânâ'ya mensup bütün çelebilere dağıtılmak üzere Konya mukâtaasından yıldan yıla 1500 kuruş verilmesini bir hatt-ı hümâyûn ile emretmiştir. Yine her birine ayrı ayrı berat tanzim edilmesini, İstanbul'daki Mevlevî şeyhlerinden vergi alınmamasını, Saîd Çelebi'ye bin kuruş, İstanbul'a gelen diğer çelebilere üç bin kuruş verdiğini ve bu paranın defterdardan alınıp paylaştırılması için Beşiktaş şeyhi Yusuf Efendi'ye gönderilmesini, Saîd Çelebi'nin de Bâbıâlîye çağrılarak samur kürk giydirilip bir an önce Konya'ya gitmesinin teminini emretmiştir.
[11] II. Mahmud’un veziri de padişaha yazdığı arîzada, baba tarafından Mevlânâ'ya mensup olanlara, mukâtaa malından her yıl 1350 kuruş tayin edildiğini, bu paranın bütün çelebilere verilmesi yahut gelen dokuz kişiye taksimi hususunda re’yini sormuştur.
[12]
Sadece İstanbul’da üç cami yaptıran ve çok sayıda cami tamir ettiren, gençlik yıllarından itibaren Mevlevîhânelere devam eden Sultan II. Mahmud’un tarîkat erbâbı ile sık sık görüşüp konuştuğu da bilinmektedir.
[13] 1236/1820 öncesi Yenikapı Mevlevîhânesi’ne gidip gelmeye başlayan II. Mahmud için yapılan teşrifat işlerine canı sıkılan Şeyh Ali Nutkî Dede bir gün mukâbeleden sonra şeyh odasına gelen ve “Şeyhim bu gün öyle bir feyz-i Mevlânâ tecellî etti ki, yaktın beni, dile benden ne dilersen.” diyen padişaha, “Gerçekten dileğimi kabul edecek misiniz devletlüm?” demiş, “Derhal!” cevabını alınca da, “Öyle ise bu dergâha bir daha gelmeyin.” ricâsında bulunabilmiştir. Beklenmedik cevap karşısında şaşıran Sultan, “Şeyhim beni bâb-ı Mevlânâ’dan mı kovuyorsunuz?” deyince, Nutkî Dede, “Hayır, buradan kimse kovulmaz! Fakat siz geliyorsunuz, giderken de dervişlere para veriyorsunuz, onları dünyaperest yapıyorsunuz. Sizden istirhâmım bir daha dergâha Sultan Mahmud olarak değil, Mahmud Efendi olarak gelin! Hatta her vakit buyurun.” karşılığını vermiştir. Şeyhin maksadını anlayan padişah “Eyvallah!” diyerek haklı bulduğunu izhâr etmiştir. Fakat şeyh, padişaha karşı bir kabâhat işlemiş olmamak için öteki Mevlevî şeyhleriyle de görüşerek, padişah için sırasıyla mukâbele günleri düzenlenmesini kararlaştırmış ve hazırlanan planı saraya göndererek, “Ne zaman Mevlânâ aşkı zuhûr ederse buyurasınız!” denilerek gönlü alınmıştır.
[14] Benzer bir olay da Âdile Sultan ile Eyüp/Nişanca Şeyh Murad Tekkesi şeyhi Abdülkâdir-i Belhî arasında cereyan etmiştir.
[15]
III. Selim gibi II. Mahmud da birçok eser besteleyen, telif eden ve yüzlerce talebe yetiştiren Abdulbâkî Nasır Dede’yi saraydaki küme fasıllarında dinlemiştir. Şeyhe muhabbetinden dolayı Yenikapı Mevlevîhânesi’ni 1816-1817 tarihleri arasında esaslı bir tamirden geçirtmiş, padişah ve bütün meşâyıhın iştirâkiyle mevlid merâsimi düzenlenmiş, akabinde açılışı yapılmıştır.
[16]
Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Osman Salâhaddin Dede (ö. 1304/1887) zamanında II. Mahmud, karlı ve tipili bir havada yanında şehzâde Abdülmecid ve Abdülaziz de bulunduğu halde tekkeye gelmiş, kendisini kapıda karşılayan Osman Dede'ye, şehzâdeleri göstererek "Şeyh Efendi! Bu havada bizi sizin gönlünüz çekti, bunlar olsaydı gelemezlerdi ama biz geldik." demiş. Abdülmecid de padişahlığı zamanında bunu unutmamış, tıpkı babasının zamanında olduğu gibi karlı, tipili bir havada dergâha gelerek kendisini karşılayan şeyhe; "Nasıl Şeyh Efendi! Hani ya peder, bunlar olsaydı gelemezlerdi demişti, bildik mi?" demiştir.
[17]
Hasîrîzâde Süleyman Sıdkî Efendi (ö.1253/1837), henüz genç olduğu halde emsâli arasında temâyüz ettiğinden Sultan II. Mahmud birkaç defa dergâha gelerek şeyh ile görüşmüş ve tekkeyi yeniden yaptırmıştır. Süleyman Efendi'yi, Bedevî ve Sa'dî meşâyihi üzerine mümeyyiz ve Şeyhülmeşâyih tayin etmiş, bu hususta ferman yayınlamıştır.
[18]
Meşâyih ve tekkelerin halk üzerindeki etkisini hesaba katan Sultan II. Mahmud, tepkilerden korunmak amacıyla 1251/1835 yılında, Bâbali’ye alay ile gelen resmin açılış duâsını, Sütlüce Sa’diye Tekkesi şeyhi Hasırcızâde Süleyman Sıdkî Efendi’ye yaptırmıştır.
[19]
Sultan II. Mahmud 1243/1827 yılının Berat Gecesi’nde, 1244/1828 yılının Mevlîd-i Nebî Gecesi’nde, yine aynı yıl Ramazan ayının ikinci gecesinde, 1247/1831 yılının Miraç Gecesi’nde Cerrahî Âsitânesi’ne ziyârette bulunmuş, zikir, duâ ve senâdan sonra sarayına teşrif etmiştir. Sultan'ın her gelişinde hânkâha atiyye ve ihsanlarda bulunduğu kaynaklarda zikredilmektedir.
[20]
- Mahmud’un Sünbüliyye'den Keşfî Cafer Tekkesi şeyhi Yunus Vehbi Efendi'ye teveccühünün olduğu, bazen dergâhına gelerek ziyâretlerde bulunduğu kaynaklarda zikredilmektedir.[21]
Sultan II. Mahmud, hakkında asılsız ithamlar yapılan Aydınlı Uşşakî Süleyman Rüşdi Efendi’yi (ö. 250/1834) İstanbul'a davet etmiş ve onunla Rami Kışlası civarında görüşmüştür. Efelikten tarîkata geçmiş olan Süleyman Efendi padişahın yanında pervasız davranmış, Sultan bazı özelliklerinden bahsederek hükümdar karşısında daha başka davranılması gerektiğini hatırlatacak öğütlerde bulununca; “Sultanım âhirette bahsettiğiniz evsâftan sormazlar. Siz çobansınız, tebaanızın çobanısınız, sürünüzden mes’ulsünüz, size bunu sorarlar. Siz buna dikkat ediniz.” diyerek oradan ayrılmıştır. Bu açık sözlülük II. Mahmud'un hoşuna gitmiş, iltifat ve takdirini kazanmaya yetmişti.
[22]
- Mahmud'un vilâyetlerdeki meşâyıhı Sûr-ı Hümâyûn için payitahta davet etmesiyle İstanbul'a gelen meşâyıh arasında, Geredeli Halil Efendi'den hilâfet almış olan Şeyh Mustafa Sâfî Efendi (ö.1264/1847) de bulunmaktadır. Bolu'dan gelip huzûra girdiğinde Mustafa Sâfî Efendi merâsime riâyet etmeyerek, "Selâmün aleyküm!" deyip bir tarafa oturmuştur. Bu hareketinden padişah fazlasıyla mahzûn olmuş, hürmet gösterip 100 bin kuruş hediye etmiştir. Şeyh Sâfî Efendi bu parayı Bolu'ya dönmeden İstanbul'da muhtaçlara dağıtmıştır.[23]
Hayatının olgunluk yıllarını Sultan II. Mahmud döneminde geçiren ve tasavvuf edebiyatının zirve şahsiyetlerinden biri olan Ahmed Kuddûsî, “çoktur” redifli elli bir beyitlik şiirini Sultan II. Mahmud için yazmıştır. Kuddûsî bu manzûmesinde, padişahın babasını rüyasında gördüğünü ve oğluna yardımcı olmasını istediğini söyleyerek konu ile ilgili fikir ve yorumlarını detaylı bir şekilde dile getirmektedir.
[24]
Müştâkıyye'nin pîri Müştak Baba, Tanzimat Devri devlet adamlarından Âkif Paşa ve Hoca Neş'et Efendi ile yakın dostluklar kurmuştur. 1832 yılında Muş'ta bulunduğu sırada Yezîdîler tarafından şehit edilişine kadar II. Mahmud'un has nedimlerinden olmuştur.
[25]
Şâzeliyye Tarîkatı’nın İstanbul’da faaliyet gösteren ilk şeyhinin genelde II. Abdülhamid’e yakınlığı ile tanınan Muhammed Zâfir el-Medenî (ö. 1321/1903) olduğu kanaati yaygındır. Ancak bu yaklaşımın aksine, Unkapanı’ndaki Şâzelî Tekkesi’nin ilk şeyhi 1242/1826 yılında vefat eden el-Hâc Ahmed Efendi olmuştur. El-Hâc Ahmed Efendi’nin ismi, II. Mahmud tarafından kızı Sâliha Sultan’ın düğününde saraya davet edilen şeyhler arasında Alibeyköy Şâzelî Tekkesi şeyhi olarak geçmektedir.
[26]
Şâbâniyye müntesiplerince pîr-i sânî kabul edilen Çerkeşî Mustafa Efendi (ö. 1229/1813), Sultan II. Mahmud’un sualleri üzerine
Risâle fî Tahkîki’t-Tasavvuf isimli eserini kaleme almıştır.
[27]
[1] Hür Mahmut Yücer,
Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. Yüzyıl), İnsan yayınları, İstanbul 2003, 679.
[2] İrfan Gündüz,
Osmanlılarda Devlet Tekke Münasebetleri, İstanbul 1984, s. 193.
[3] Hilmi Ziya Ülken,
İslâm Düşüncesi –Türk Düşüncesi Tarihi Araştırmalarına Giriş-, Ülken yay., İstanbul 1995, s. 156-157.
[4] Yücer,
Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 673-674.
[5] Sezai Küçük,
Mevlevîliğin Son Yüzyılı, Simurg Yayınları, İstanbul 2003, s. 330-374.
[6] Mustafa Kara,
Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler, Dergâh Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1990, s. 210; Sezai Küçük, “Mevleviyye”,
Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, ed. Semih Ceyhan, İSAM Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2018, s. 513-514.
[7] Yücer,
Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 686.
[8] Yücer,
A.g.e., s. 687.
[9] Yücer,
A.g.e., s. 687-688.
[10] Hür Mahmut Yücer, “Sa’diyye”,
Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, ed. Semih Ceyhan, İSAM Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2018, s.246-247.
[11] Yücer,
Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 684-686.
[12] Gündüz,
Osmanlılarda Devlet - Tekke Münasebetleri, s.153.
[13] Gündüz,
A.g.e., s. 153
[14] Gündüz,
A.g.e., s.153-154.
[15] Mustafa Kara,
Buhara Bursa Bosna Şehirler/Sûfîler/Tekkeler, Dergâh Yayınları, İstanbul 2012, s. 563.
[16] Yücer,
Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 679-680.
[17] Yücer,
A.g.e., s. 686.
[18] Yücer,
A.g.e., s. 686.
[19] Yücer,
A.g.e., s. 687.
[20] Yücer,
A.g.e., s. 687.
[21] Yücer,
A.g.e., s. 687.
[22] Yücer,
A.g.e., s. 688.
[23] Yücer,
a.g.e., s. 688.
[24] Kara,
Buhara Bursa Bosna, s. 564-567.
[25] Adalet Çakır, “Kâdiriyye”,
Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, ed. Semih Ceyhan, İSAM Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2018, s.187.
[26] Mustafa Salim Güven, “Şâzeliyye”,
Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, ed. Semih Ceyhan, İSAM Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2018, s. 400.
[27] Semih Ceyhan, “Halvetiyye”,
Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, ed. Semih Ceyhan, İSAM Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2018, s. 723-724.