SULTAN II. ABDÜLHAMİD’İN ANNE SEVGİSİ VE TİRİMÜJGAN KADINEFENDİ
Sultan Abdülmecid’in eşi, Sultan II. Abdülhamid’in annesidir. Çerkez asıllı olup, Şapşığ kabilesindendir. 1819/1822’de doğduğu ve çocukken Kafkasya’dan getirilip Osmanlı Sarayı’na verildiği sanılmaktadır. Sultan Abdülmecid’e eş olmasına kadarki hayatı hakkında fazla bir bilgi yoktur. Sarayda kendisine, “ok kirpikli” anlamına gelen “Tîr-i Müjgân” adı verilmiştir. Haremde belirli bir süre talim ve terbiyeden geçirildikten sonra kalfa olmuştur. Nahif (zayıf) endamı, güzelliği, incelik ve nezaketi ile dikkatleri üzerine çekmiştir. Bilahare, 1839’da Sultan Abdülmecid’e eş olmuş ve iki şehzade, bir sultan dünyaya getirerek ikinci kadınefendiliğe yükselmiştir. İlk evladı Naime Sultan olup, 1843 Mart’ında, iki buçuk yaşındayken çiçek hastalığından kaybetmiştir. İkinci evladı Şehzade (II.) Abdülhamid’i, 21 Eylül 1842’de doğurmuştur. Üçüncü evladı ise Şehzade Mehmed Abid Efendi’dir; onu da bir aylıkken kaybetmiştir. Böylece hayatta kalan tek evladı Şehzade Abdülhamid olmuştur. Kızının ve şehzadesinin ölüm acılarını derinden yaşayan Tirimüjgan Kadın, kendisini ve tüm analık duygularını biricik şehzadesi Abdülhamid’e hasretmiştir. Onu bahtiyar edebilmek için elinden geleni esirgememiş; belki bir gün tahta çıkar ümidiyle küçük şehzadesine büyük ve kıymetli hediyeler almıştır. Sultan Abdülhamid de ölünceye kadar annesinin hediyelerine sahip çıkmış ve “Annemin yadigârıdır.” diyerek korumuştur. Tirimüjgan Kadınefendi, maalesef genç yaşta vereme tutularak ağır bir hastalık evresi geçirmiştir. Hava değişiminin iyi geleceği düşüncesiyle, bir süreliğine, deniz kıyısında bulunan Beylerbeyi Sarayı’na gönderilmiştir. Ne yazık ki bu da fayda etmemiş ve bir müddet sonra, 3 Ekim 1852/1853’te burada vefat etmiştir. Cenazesi, Eminönü’nde bulunan Yeni Cami Külliyesi dâhilindeki Havatin Türbesi’ne defnedilmiştir. Sultan Abdülhamid’in kızı Ayşe Osmanoğlu’nun aktardığına göre babası, annesinin hastalığı süresince her gün Beylerbeyi Sarayı’na gidip gelir, hâlini hatırını sorarmış. Tirimüjgan Kadın, amansız bir hastalığa müptela olduğunu ve şehzadesinin mürüvvetini göremeyeceğini bildiğinden, oğlunun bu ziyaretlerini iple çeker, onu nasıl eğlendireceğini ve mutlu edeceğini bilemezmiş. Zaman zaman karyolasının önündeki kırmızı kadife minderlerin altına bir kese lira çeyrek, bir kese gümüş kuruş koyar, sonra da şöyle seslenirmiş: “Arslanım, şu minderlerin altında bakalım ne bulacaksın?” Şehzade Abdülhamid paraları bulunca çok sevinirmiş. Evladına doyamayacağını bilen talihsiz anne ise, oğlunun sevincini paylaşarak kalbinin elemlerini, hastalığının şiddetini bir an olsun unuturmuş. Tirimüjgan Kadın vefat edinceye kadar şehzadesiyle geçirdiği bu mesut günler/anlar devam etmiştir. Nihayet dünyadan ayrılık vakti geldiğinde, annesinin ölüm haberi Şehzade Abdülhamid’den bir süreliğine gizlenmiş. Fakat “içli” şehzadenin bunu anlaması uzun sürmemiş. Annesini kaybetmenin acısını bütün derinliğiyle kalbinde hissetmiş ve gözyaşlarına boğulmuş. Babası Abdülmecid Han, onu teselli edip bağrına basmış. Başını okşayarak şöyle demiş: “Ağlama oğlum, Allah’ın emrine karşı gelinmez! Senin hem anan hem de baban benim.” Sultan Abdülhamid, annesinin genç yaşta vefat etmesinden duyduğu üzüntü ve ona karşı kalbinde beslediği bitmez tükenmez sevgi ve özlemden şöyle söz etmiştir: “Zavallı anneciğim! Pek genç yaşta gitti. Hayali daima gözümün önündedir; onu hiç unutamadım. Beni çok severdi. Hasta olduğu müddetçe karşısına oturtup yüzüme bakmakla iktifa ederdi; öpmeye kıyamazdı. Allah rahmet eylesin.” Annesinin anısına, 1887’de Rodos’ta bir cami yaptırmış ve bir vapura adını vermiştir. Babası Abdülmecid, 10 yaşında öksüz kalan küçük şehzadesinin bir anne şefkat ve ilgisine ihtiyaç duyacağını düşünerek onu dindarlığı, ağırbaşlılığı ve güngörmüşlüğü ile tanınan ve hiç evladı olmayan Dördüncü Kadınefendi Perestu’nun yanına götürmüş. Dilerseniz bundan sonrasını, Şehzade Abdülhamid’in bir ay sonra yeni annesiyle ilk karşılaşma ânını ve aralarında geçen hoş diyaloğu, Ayşe Osmanoğlu’nun ağzından dinleyelim: “Büyükbabam, bir gün babamı odasına getirtip karşısına oturtmuş. Birçok nasihatler ettikten sonra, giydiği harmanisinin altına alarak, Dördüncü Kadın’ın dairesine götürmüş. Odasına girince: “Bak Kadınım! Sana ne güzel bir evlat getirdim!” diyerek babamı harmanisinin altından çıkarmış. Babama da: “Bugünden sonra senin anan budur, öp elini evladım!” demiş. Kadınefendiye ise: “Allah’tan sonra sana emanet.” diyerek ona da oğulluğunu öptürmüş. Babamı kucaklayıp bağrına basan kadınefendi, o günden sonra kendisini hakiki bir anne şefkatiyle ihtimamla büyütmüştür. Babam da anneliğine daima hakiki bir anneye olan sevgiyle bağlı kalmış, ölünceye kadar hürmette kusur etmemiştir.” Perestu Kadınefendi, Şehzade Abdülhamid’i öz evladı gibi görüp annesinin yokluğunu aratmadığı gibi, Abdülhamid de onu öz annesi gibi sevmiş ve saymıştır. Sultan Abdülhamid, anneliğinden bahsederken: “Annem ölmemiş olsaydı, o da bana ancak bu kadar bakabilirdi.” diyerek onu hayırla yâd etmiş, hürmet, muhabbet ve vefasını dile getirmiştir. Tahta çıkışının ertesi günü elini öptükten sonra, ona verdiği kıymeti şu sözlerle ortaya koymuştur: “Siz annesizliğimi bana bir gün hissettirmediniz. Nazarımda öz annemden farkınız yoktur ve mevkiiniz Valide Sultan mevkiidir. Sarayda Valide Sultanlığın bütün hak ve salahiyetlerine sahip olacaksınız.”
Zühal ÇOLAK
YazarOrhan Bey, 17 yaşındayken Yarhisar Tekfuru Aydos’un kızı Holofira/Olivera ile tanıştı ve ona gönlünü kaptırdı. Tanışmaları şöyle oldu: Orhan Bey, bir gün Yarhisar’ın önünden geçiyordu. O sırada hisarı...
Yazar: Zühal ÇOLAK
Yanıklar; ısı, güneş, elektrik ya da çeşitli kimyasallara maruz kalma sonucunda oluşan doku hasarlarıdır. Yanıklar dört derecedir: Birinci derece yanıklar küçük yanık tipidir, sadece cildin dış tabaka...
Yazar: Nesibe AYDIN
Osmanlı toplumunda kadına yüksek bir değer verilir, her anlamda hak ve hukuku korunurdu. Kadınlar, sosyal, ekonomik, kültürel, eğitim ve fikrî hayattaki faaliyetleriyle hatırı sayılır bir yere sahipti...
Yazar: Zühal ÇOLAK
Haseki Sâliha Dilâşûb (Dil-Âşûb), Sultan II. Süleyman’ın annesi, Sultan I. İbrahim’in ikinci eşiydi. İsmi, Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağa’nın Silâhdar Tarihi’nde “Aşûb Sultan” şeklinde geçerken, başka...
Yazar: Zühal ÇOLAK