SULTAN FATİH'İN AYASOFYA VAKFİYESİNDE "İNSAN"
"Fatih¸ geleneklere uygun olarak İstanbul'da bulunan bazı Bizans kiliselerini camiye dönüştürmüş ve bunlara ait gelirleri kurmuş olduğu vakıflara tahsis etmiştir. Padişahın vakıflar kurmasındaki en büyük gayesi¸ hiç şüphesiz Allah'ın rızasını kazanmak¸ din ve mezhep ayrımı gözetmeksizin İstanbul halkına hizmet etmekti."
Fatih Sultan Mehmet¸ nezih bir çevrede yetişmiş ve birçok alanda kendini geliştirmiş müstesna padişahlardan biridir. İstanbul'u fethetmek gibi büyük bir lutfa mazhar olan Fatih¸ bu mazhariyetin hakkını verebilmek için gecesini gündüzüne katmış devleti ve ülkesi için çalışmasının yanı sıra Allah'a kul olduğunu da hiçbir zaman unutmamıştır. Onun için esas olan¸ Allahın rızasına nail olabilmektir. Bu düşüncelerle Peygamber Efendimiz tarafından fethi müjdelenen İstanbul gibi bir beldeyi gerek maddeten gerek manen ihya ve imar etmeyi en büyük gaye bilmiştir.
İstanbul'un fethi ile bir çağı kapayıp yeni bir çağı açan Fatih Sultan Mehmet Han¸ "Küçük cihattan büyük cihada döndük." manasınca nefis ile mücadeleyi devletlerle mücadeleden daha büyük ve daha önemli görmüştür. Topluma hizmeti¸ Hakk'a hizmet olarak telakki eden büyük padişah¸ fethin akabinde ilk iş olarak Ayasofya'da ezan okunmasını emretmiş¸ Cuma namazını kalabalık bir maiyet ile birlikte Ayasofya'da eda etmiştir. Ardından Ayasofya'yı vakıf olarak tahsis etmiş¸ vakfın idaresi ve Ayasofya'nın imarı için birçok görevliler tayin etmiştir. Bu amaçla vakfa gelir olarak¸ İstanbul'da 2360 kadar dükkân¸ 1300 ev¸ 4 kervansaray¸ 30 kadar boyahane ile 2 hamamın kira gelirleri buraya tahsis edilmiştir.
Bugün elimizde olan Ayasofya Camiinin vakfına dair belgeler ve muhasebe kayıtları vakfın devamlılığını sağlamak hususunda gösterilen gayretlerin birer delilidir. Bu kayıtlar¸ Fatih'ten başlayarak Osmanlı padişahlarının Ayasofya'nın müştemilat ve müesseselerine ne kadar değer ve önem verdiklerini açıkça göstermektedir. Bu gelir kaynakları sayesinde Ayasofya'nın bütün ihtiyaçları karşılandığı gibi vakfın çevresinde vücuda getirilen diğer müesseselerin de ayakta durması sağlanmıştır.
Fatih¸ geleneklere uygun olarak İstanbul'da bulunan bazı Bizans kiliselerini camiye dönüştürmüş ve bunlara ait gelirleri kurmuş olduğu vakıflara tahsis etmiştir. Padişahın vakıflar kurmasındaki en büyük gayesi¸ hiç şüphesiz Allah'ın rızasını kazanmak¸ din ve mezhep ayrımı gözetmeksizin İstanbul halkına hizmet etmekti. "De ki; lütuf ve ihsan Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah'ın rahmeti geniştir ve O her şeyi hakkıyla bilir" (3/Âl-i İmran¸73). Ayetinin ışığında Fatih¸ Allah'ın kendisine vermiş olduğu bütün imkânları yine O'nun yolunda¸ O'nun varlıklarına tahsis etmeyi kendisine bir şiar ve düstur edinmiştir. Bu yolda kendisinden sonra gelecek padişahlara iyi bir örnek olmaya çalışmış¸ hayatının sonuna kadar doğru bildiği istikametten hiçbir zaman ayrılmamıştır. Fatih¸ bir Hakk ve bir halk aşığıdır. Bundan dolayıdır ki halka hizmeti Hakk'a hizmet bilmiştir. Nitekim Fatih'in vakfiyelerinde en göze çarpan husus insandır. Onun gözünde insan¸ bir "Vedîa-i Bâri" ve "eşref-i mahlûkat"tır. Yaptığı bütün hayrat ve kurduğu vakıf müesseselerinde ana unsur yine insandır.
Ayasofya vakıflarını kısaca şu şekilde özetlemek mümkündür;
Ayasofya Camiinde Görevli Bulunanlar ve Vazifelileri
Ayasofya Camiinde hatiplik ve imamlık görevini yapan dinî ilimlere vâkıf vazifelilere günde 30 akçe tahsis edilmişti. Ayrıca günde beş vakit namaz ile teravih namazlarını kıldıran iki imam vardı. Bunlar nöbetleşe görev yaparlar ve on akçe yevmiye alırlardı. Camiinin on iki müezzini vardı. Her biri ayrı minareden günde beş vakit ezan okurlardı. Bunların günlüğü ise beş akçe idi. Yine her gün cüz okuyan hafızlar¸ kelime-i tevhit çekenler¸ salâvat-ı şerife getirenler¸ Fatih'in ruhu için dua eden¸ amelleriyle amil vazifeli görevliler vardı. Bunların yanı sıra camiinin bakımı¸ temizlenmesi ve çevre düzenlemesi gibi değişik işlerde istihdam edilmiş maaşlı vazifeliler mevcuttu. Özellikle de çevre düzenlemesine ayrı bir ehemmiyet verilirdi. Bunların denetimi ise camiinin müfettişleri tarafından yapılırdı. Vazifelerinde aksaklıkları görülen görevliler ikaz edilir¸ aynı durum tekrar ettiği takdirde derhal uzaklaştırılırlardı.
Medresede Bulunan Vazifeliler
Ayasofya Camiinin her iki tarafında sekiz medrese vardı. Burada dinî ve aklî ilimler¸ dönemin önemli âlimleri tarafından verilirdi. Görevli hocalar¸ eğitim ve öğretimi aksatmayacak şekilde öğrenci yetiştirmenin yanı sıra¸ eser telifiyle de meşgul olurlardı. Devletin ve ülkenin ihtiyaç duyduğu âlimlerin bir kısmı buralardan yetişirdi. Her müderrisin asistanları vardı. Bunlar bazı derslerin kavratılması konusunda öğrencilere yardımcı olurlardı. Her medresede on beş öğrenci ders görürdü. Eğitimin kalitesinden hiçbir zaman taviz verilmez¸ medresede okuyacak öğrencilerin zekî ve kabiliyetli olmalarına dikkat edilirdi. Gerek hocaların gerekse öğrencilerin ders kitapları vakıfça sağlanır¸ bu konuda sıkıntı çekilmesine izin verilmezdi. Dönemin önemli kaynak eserlerinden oluşan zengin bir kütüphane vardı. Yine bu kütüphanede¸ hoca ve öğrencilerin bu hizmetlerini yerine getirecek görevliler bulunmaktaydı. Medresedeki hoca ve öğrencilerin eğitim dışındaki diğer ihtiyaçları da titizlikle karşılanırdı.
Dârüş-şifada Bulunan Görevliler ve Vazifeleri
Dönemin hastanesi olan Darüşşifada devamlı iki doktor bulunur¸ buraya gelen hastaların tedavileri bunlar vasıtasıyla yapılırdı. Kapıdan içeri girenlerin kimliğine bakılmaksızın hasta iseler tedavileri yapılır¸ ilâçları verilirdi. Hastanenin temizliğiyle meşgul olan görevliler vardı. Hijyene son derece önem verilir¸ gerek malzemelerin gerek mekânın temizliğine azami dikkat gösterilirdi. Malzeme tedariki veya yiyecek hususunda masraftan kaçınılmaz ve her şeyin en iyisinin alınması sağlanırdı. Burada görev yapan hastabakıcılar ve diğer görevliler titizlikle seçilir¸ hastalara şefkat ve merhametle davranmaları istenirdi. İlaçlar konusunda uzmanlaşmış görevliler ilâç ve şurupların zamanında hazırlanarak hastalara ulaştırılmasından sorumlu idi. Bu bağlamda ilâçların saklandığı¸ rutubetten arındırılmış depolar vardı.
İmaretteki Görevliler ve Vazifeleri
Fakir ve yoksulların¸ yolcuların¸ kimsesizlerin karınlarını doyurduğu bu mekânda aksatmaksızın her gün birkaç çeşit yemek çıkarılırdı. Görevlilerin iyi nitelikli¸ salih insanlar olmalarına özen gösterilirdi. Ekmek yapımında en kaliteli unlar kullanılır¸ yemeklerde kullanılan etler besili koyunlardan tedarik edilmesi sağlanırdı. Pirinç¸ buğday¸ bal¸ tereyağı vs. malzemenin de kaliteli olmasına dikkat edilirdi. Mübarek gün ve gecelerde özel menüler hazırlanırdı. İhtiyaç sahibi dul bayanların imaretten yıllık yemek tahsisatları vardı.
İmaretin müdürünün maiyetinde çalışacak olan elemanların hepsi seçilerek tayin edilirdi. Bununla birlikte imaretin bürokratik işlerini yürüten kâtipler vardı. Aşevine giren-çıkan her şeyin muhasebe ve kayıtları tutulur¸ herhangi bir suiistimale meydan verilmezdi.
Yetim ve Öksüzler için Yapılanlar
Fatih vakfiyesinde en dikkati çeken hususlardan biri de¸ kimsesiz ve öksüz çocukların bakımı ve iaşesi meselesidir. Erkek veya kız olmasına bakılmaksızın¸ hem annesi ve hem de babası olmayan çocuklara günlük yarım akçe tahsis edilmişti. Ergenlik çağına kadar devam eden bu yardımların yanı sıra çocuklara bir muallim tayin edilerek asgari öğrenim görmeleri sağlanırdı. Bu amaçla çocuklara Kur'an-ı Kerim öğretilip temel dinî bilgiler verilirdi. Müstakil bir mekânda barındırılan bu çocuklar bir nevi rehabilite edilerek topluma kazandırılmaya çalışılırdı. Yukarıdaki mekânlarda olduğu gibi¸ buraların da temizlik ve çevre düzenlemesine çok önem verilmekteydi.
Belirttiğimiz hususların dışında ise¸ vakıfta çalışan bütün personelin her altı ayda bir şahitler huzurunda istişare toplantıları yapılırdı. Eğer vakfın aksayan yönleri varsa bu istişârî toplantılarda mutlaka halledilerek en iyi olması sağlanırdı. Buna göre¸ eksik ve noksan görülen herhangi bir konuda derhal tamamlanma yoluna gidilir ve vakfiyede geçen hususlara azami dikkat edilmesi kararı alınırdı. Bu da göstermektedir ki¸ bu hayır müesseselerinden maaş alan herkesin yapılan işin öneminin idrakiyle¸ meselenin ne kadar önemli olduğu şuuruna varmasını hatırlatmaktır.
Kısaca belirttiğimiz bu beş unsur; gelenlerin bütün istek¸ arzu ve ihtiyaçlarını giderecek bir şekilde tefriş ve tanzim edilmiş mekânlardır. Bu mekânlara gelen ister fakir¸ ister yolcu ne olursa olsun çağın gerektirdiği bütün ihtiyaçları kendilerine tahsis edilmesi dikkati çekmektedir. Dolayısıyla buralar¸ ihtiyaç sahiplerinin kendi evlerini ve yurtlarını aratmayacak güzellikte ve zarafettedir. İçerisinde hizmet eden görevliler de aynı sevimlilik ve zarafet içerisindedir. Yine buralarda insanlar için şifa olacak kalitede ve nefasette çeşitli içecekler ve bütün hastalıklara deva olacak ilâçlar bulunmaktadır. İhtiyaç sahipleri için bulunması gereken her şeyi burada bulmak ve bulundurmak şarttır. Zira gönüllerin arzuladığı¸ gözlere zevk veren ve gelenlerin ruhlarını ve gönüllerini doyuran bir mekândır. Buraların çevre düzenlemesi de aynı şekilde tanzim edilmiş olması insana ve çevreye verilen önemin bir göstergesidir.
Bu nedenledir ki; Fatih Sultan Mehmet Han¸ hayatı boyunca Ayasofya ve külliyesi üzerinde âdeta titremiş ve bu mabet için şu şekilde vasiyet etmiştir; "Ayasofya kıyamete kadar camii olarak vakfedilmiştir. Bunu hiçbir kimse değiştiremez. Vakıf şartlarını kim değiştirirse Allah'ın¸ meleklerin¸ bütün insanların lâneti onların üzerine olsun. Yüzlerine bakan ve onlara şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın. Ebediyen cehennemde kalsınlar¸ onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebediyen merhamet olunmasın." diyerek en büyük bedduasını yapmıştır. Ayrıca kim bunları görüp işittikten sonra hâlâ bu değiştirme işine devam ederse¸ günahı ve vebali onu değiştirenlerin üzerine olsun. "Allah'ın azabı onlaradır. Allah işitendir¸ bilendir". (Geniş Bilgi için Bkz: Ahmed Akgündüz¸ Said Öztürk¸ Yaşar Baş¸ Kiliseden Müzeye Ayasofya Camii¸ İstanbul: 2006¸ s.256311.)
Mehmet TAŞTEMİR
YazarSözlükte “arınmak, saflaşmak, kurtulmak” manasındaki ihlâs kelimesi, terim olarak “ibadet ve iyilikleri riyadan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak” demektir. İslâmî literatürde ...
Yazar: Mustafa KARABACAK
Her ilim dalı ‘hoca-talebe’ münasebetinin zorunlu olduğu süreçlere şahitlik eder. Örneğin bir ustanın dizinin dibine oturmadan usta bir marangoz olunmayacağı gibi bir kimsenin alanında uzman bir hocan...
Yazar: Fatih ÇINAR
Tefsir, hadis ve fıkıh âlimi. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in bacanağı, Şeyh Edebali’nin hemşehrisidir. Doğum tarihi bilinmemektedir. Sultan Orhan devrinde vefat etti. Karamanlı olan Durs...
Yazar: Muammer YILMAZ
Tonton tavşan yavrularını gezdiriyordu. Onlara ormanı tanıtmaya çalışıyordu. - Yavrularım, ağaçlara, yapraklara, otlara bakın ne güzel. Kelebekler uçuşuyor dört yanda. Pamuk: - Evet. Kır çiçe...
Yazar: Emine Yılmaz DERECİ