ŞÜKRÜ EDÂ EDİLMEZSE NİMETLER ALINIR!
El-Mennân, el-Vehhâb, er-Razzâk Yüce Rabb’imizin isimlerindendir. Bu isimler, “bol bol nimet veren”, “karşılıksız ve sürekli veren”, “bol bol rızıklandıran” anlamlarına gelir. O, her varlığa nimet verendir, hem de karşılıksız ve devamlı olarak nimet verendir. Her varlık gibi insan da O’nun sayısız nimetleri içerisinde yaşar. En yoksul, en kötürüm insan bile Yüce Allah’ın sayısız nimetleri içerisinde varlığını sürdürür. Var olmak, insan olmak, yaşamak nimetlerin en büyüğüdür. Varlığımızı sürdürmek için gerekli olan hava, su, gıdalar yanında ruh, akıl, din gibi maddî ve manevî pek çok nimet her insan için söz konusudur. Bunaldığımız, daraldığımız bir zamanda yalnız bir odaya geçip doğuştan bugüne kadar sahip olduğumuz ve tükettiğimiz nimetleri saymaya kalksak kısa zamanda bunları sayıp bitiremeyiz. Elimize bir defter alıp bu nimetleri yazmaya kalksak sayfaları tüketmek zorunda kalırız. “Allah'ın nimetini sayacak olsanız bitiremezsiniz.”[1] İnsan, O’nun nimetlerini ne sayı olarak sayıp bitirebilir, ne de o nimetlere layıkıyla şükredebilir. Çoğu zaman da o nimetlerin farkında olmaz, onları kanıksar ve hatta unutur. Allah’ın nimetleri bizlere emanet olarak sunulmuştur. Onlar bu dünya hayatında sınırlı bir süre kullanılmak üzere bize sunulmuştur. Onlardan bir kısmı dünyada iken elimizden çıkabilir, bir kısmı dünyadan ayrılırken elimizden çıkacaktır. Nimetlerin her biri birer sınav sorusudur. Onların bize sunulması da, elimizden alınması da sınav içindir. “Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için, ölümü ve dirimi yaratan O'dur. O, güçlüdür, bağışlayandır.”[2] “Verdikleriyle denemek için sizi yeryüzünün halîfeleri kılan ve kiminizi kiminize derecelerle üstün yapan O'dur.”[3] “Andolsun ki mallarınız ve canlarınızla sınanacaksınız.”[4] “Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenlere müjdele.”[5] Nimetler şükür içindir. Gerçek anlamda şükür nimetin fark edilmesi, nimetin asıl sahibi olarak Yüce Rabb’in tanınması ve nimetin O’nun ölçüleri doğrultusunda kullanılması ve dilimizin de O’na hamd ü senâ etmesiyle olur. Rabb’imizin bize va’di vardır, nimetlere şükredersek nimetler bize artırılacaktır. Nankörlük yaparsak nimetler elimizden alınacak ve ardından azaplar gelecektir: “Rabbiniz, ‘Şükrederseniz andolsun ki, size karşılığını artıracağım; nankörlük ederseniz bilin ki azabım pek çetindir.’ diye bildirmişti.”[6] “Şükreden kimse ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden ise, bilsin ki, Allah her şeyden müstağnîdir, övülmeye lâyık olandır.”[7] Kur’ân-ı Kerim’de nimetlere nankörlük edip dünyada cezâlandırılan toplumların kıssaları anlatılır. Bu anlatımlar tarihî bilgi vermekten ziyâde ibret alınması içindir. Bu anlatılanlardan biri de Sebe’ Kavmi’dir. Yüce Allah onlara vâriyet içerisinde bir şehir hayatı bahşetmiş, bahçelerini envâi çeşit yemişlerle bezemiş ve onlardan da yalnızca kendisine kulluk ve ibâdet edip nimetlerine şükretmelerini istemiştir. Bütün bu uyarılara rağmen onlar, nimetlere nankörlük edince azap gelmiştir: “Sebe’lilerin yurtlarında Allah'ın kudretine bir işaret vardır: Sağlı sollu iki bahçe(ler) vardı. Onlara: ‘Rabb’inizin verdiği rızıktan yiyin ve O'na şükredin. İşte hoş bir şehir ve bağışlayan bir Rab.’ denmişti. Fakat onlar yüz çevirdiler; bunun için Biz de üzerlerine Arim Selini gönderdik, onların bahçelerini, buruk yemişli, ılgınlık ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik. İşte böylece, inkârlarından ötürü onları cezâlandırdık. Biz nankörden başkasına cezâ mı veririz?”[8] Sebe’ Kavmi’nin yurdu, Yemen bölgesinde stratejik ve güvenli bir yol güzergâhında bulunuyor, onlar son derece güzel ve mümbit arazilere sahiptiler. Kalabalık yerleşim merkezleriyle seyâhat ve ticâretin nimetlerinden büyük ölçüde faydalanıyorlardı. Sebe Devleti’nin tarihi milattan önce 3000 yıllarına kadar uzanır. Suriye ve Mısır’a güzel kokulu bitkiler satan, altın ve kıymetli madenler ihraç eden, zengin imkânlara sahip zengin ve güçlü bir topluluktu. Kendilerine gönderilen peygamberlerin uyarılarına rağmen şeytana uyarak yoldan sapan bu topluluk büyük Arim Seli ile cezâlandırılmış, verimli arazilere çorak topraklara dönüşmüştü.[9] Azgınlıklarının akabinde büyük barajları yıkılmış, korkunç sel sonrası o güzelim nimetler elden çıkmış, bahçeleri kurumuş, o leziz ve bereketli meyveler yok olmuş yerine acı, kekre/buruk ılgın ağaçları, yine meyvesi yenmeyen Arabistan kirazı/erak ağacı denilen bitkiler (hamt-esl-sedr) kalmıştı. Âyette acı yemişli, ılgınlık ve sedir ağacı ifadeleri dikkatimizi çekmektedir. Yüce Rabb’imiz, kâinatta acı, buruk tatlı, dikenli, yenmeyen bir kısım bitkiler de yaratmıştır. Bunlar bizim bilmediğimiz bir kısım hikmetlere mebnî olarak yaratılmış olabilir. Zira O’nun yarattığı her şeyde sayısız hikmet vardır. Hiçbir şey hikmetsiz, gâyesiz ve anlamsız değildir. Yine bu yaratılanlar bizim dışımızdaki varlıkların gıdaları olabilir. Daha önemlisi bunlar, öteki güzel görünümlü, hoş koku ve tatlı leziz yemişlerin kadr ü kıymetini bilmemize vesile olabilir. Çünkü eşyâ zıddıyla daha iyi anlaşılır; gündüzün kıymeti gecenin karanlığında daha iyi anlaşılır. Onun için bize düşen, gülün dikeninden şikâyet etme yerine, güzelim gülünü görüp şükretmektir. Kaynaklarımız yukarıda anlatılan bu bitkilerin bir kısım tıbbî faydalarından ve kullanım alanlarından bahseder. Sözgelimi Peygamberimiz (s.a.v.)’in Medine’de son dönemlerinde kullandığı minberin esl ağacından yapıldığını söylenir. Yine bu ağacın meyveleri tıbbî hastalıkların tedâvisinde kullanıldığı gibi, deri tabaklanmasında ve mürekkep yapımında da kullanılmaktadır. Erak/hamt ağacından ise misvak elde edilmekte ve diş sağlığı için pek çok faydasından bahsedilmektedir.[10] Yanı sıra bu anlatılanlar, sahip olduğumuz nimetlerin elimizden çıkabileceğini hatırlatmaktadır. Gençliğimiz elimizden çıkacak yerini ihtiyarlık alacaktır. Gündüz yerini geceye bırakacaktır. Sağlık yerini hastalıklara terk edebilir. Onun için nimetler elimizde iken onların kıymetini bilmeli ve onları Yüce Rabb’imize şükür fırsatı olarak değerlendirmeye gayret etmeliyiz. “Onlar Allah'ın azâbından güvende miydiler? Fakat ziyan eden topluluktan başkası Allah'ın azâbından emin olamaz Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanlar hâlâ şu gerçeği açıkça anlamadı mı? Biz dileseydik onları da suçlarından dolayı musibetlere uğratırdık.”[11] “Rabb’im, senin bahçenin üzerine gökten bir felâket gönderir de bahçen yerle bir olabilir. Yahut suyu çekilir bir daha da bulamazsın…”[12] “De ki: ‘Suyunuz yere batarsa, söyleyin, size kim temiz bir su kaynağı getirebilir?”[13] Yüce Rabb’imiz, envâi çeşit özellik ve güzellikteki rızıklarını kullarına sunmuş ve yiyiniz-içiniz buyurarak onlardan istifade etmemizi istemiştir. Buna karşılık da şükredin buyurarak nimete karşılık kulluk görevlerimizi yerine getirmemizi emretmiştir. Buna göre nimet şükür içindir, her nimet bize emânettir ve her nimet bir sınav sorusudur. İşte hoş bir şehir ve bağışlayan bir Rab. Önemli olan bu güzelim nimetleri fark etmek ve onların asıl sahibini tanımaktır. İnsan ne yaparsa yapsın nimetlerin şükrünü tam olarak yerine getiremez. Ama buna karşılık kusurları bağışlayan bir Rab vardır. Yeter ki insan O’na inansın, O’na güvenip dayansın. O halde kullara düşen Rabb’e kul olmak, O’nun rızâsını kazanmaktır. Bu, nimetlerin bereketlenmesine ve artmasına vesile olacaktır. Unutmayalım ki geçici dünya nimetlerine yapacağımız süreli şükür/kulluk, bizlere kalıcı âhiret nimetlerini kazandıracaktır. [1] 14/İbrâhîm, 34, 16/Nahl, 18. [2] 67/Mülk, 2. [3] 6/En’âm, 165. [4] 3/Âl-i İmrân, 186. [5] 2/Bakara, 155. [6] 14/İbrâhîm, 7. [7] 31/Lokmân, 12. [8] 34/Sebe’, 15-17. [9] İsmail Yiğit, Sebe’ DİA, XXXVI, 241-243. [10] Abdülmü’nim Fehîm, Âlemü’n-Nebât, s, 121, 133-134. [11] 7/A’râf, 99-100. [12] 18/Kehf, 40-41. [13] 67/Mülk, 30.
Ali AKPINAR
YazarFetih, “açma, başlama, başlatma” anlamlarına gelir. Bizim Hayat Kitabımızın bir bütün olarak ilk inen ve Mushaf’ın en başında olan sûresi Fâtiha Sûresi’dir. “Açan” anlamına gelir ve Kitabımız o kutlu ...
Yazar: Ali AKPINAR
15.Hadis: "Size amellerinizin en hayırlısını, mâlikiniz (Allah) katında en çok beğenilen, (cennetteki) derecelerinizi en çok yükselten, altın ve gümüşü (Allah yolunda) vermekten daha sevaplı olan v...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
O’na lâyık olmasak da Âhir zaman ümmetiyiz Bir kararda kalmasak da Âhir zaman ümmetiyiz Emre uymak zorlaşsa da Elde ateş korlaşsa da Muhtevâ buharlaşsa da Âhir zaman ümm...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN
Yüce Allah’ın son kitabı Kur’ân-ı Kerim, bütün zamanlara ve bütün coğrafyalara gelmiş bir kitaptır. O’nun son peygamberi Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in 23 yıllık emeğinin sonlarına doğru gerçekleştir...
Yazar: Ali AKPINAR