SÛFÎNİN BENLİK İNŞASINDA ZAMAN MEFHUMU
Bireyin zamanla münasebeti, kişiliğinin inşasında çok önemli bir konuma sahiptir. Bu nedenle Kur’ân-ı Kerim’de zamana yemin edilmiş ve zaman merkezli bir anlam arayışının kişiyi hüsrana uğramaktan alıkoyacağı hakikati dile getirilmiştir.2 Yine Kur’ân-ı Kerim’de verimli, bereketli, hareketli, faydalı, düzgün ve ahirete yatırımla geçecek bir hayatın şifrelerinin kişinin zamanla münasebetine bağlı olduğu vurgulanmıştır.3 Bu anlamda Kur’ân-ı Kerim’e bakıldığında ‘dehr, asr, kıyamet, saat, sene ve âm, şehr, yevm, nehâr, fecr, sabah, kuşluk/duha, zuhr, mağrib, ışa, leyl ve ân’ gibi zamanın tamamına işaret eden birçok kavramdan bahsedildiği görülecektir.4 Hadis-i şeriflerde ise yaratılış, kıyamet ve günlük hayatın zamanla münasebetine dair uyarılar yapılmış ve zaman kıymeti bilinmesi gereken bir olgu olarak zihinlere takdim edilmiştir.5
İslâm kültür zemininde ‘rüzgâr, dehr, vakt, saat, müddet ve mühlet, an, dem ve lahza’ gibi geniş bir yelpazede karşılık bularak değerlendirilen zaman mefhumu sûfîlerin de üzerinde hassas bir şekilde durduğu kavramlar arasındadır.6 Sûfîler, zamanın felek, kader, yıl, mevsimler, günün bölümleri, yaratılış ve ahiretle doğrudan ilişkili olduğunu ifade ederek bu öğenin hayatlarında merkezi bir konumda olmasına özen göstermişlerdir.7
Sûfîlere Göre Zamanın Benlik İnşasındaki Merkezi Konumu: Ebû’l-Vakt veya İbnü’l-Vakt Şuuru
Sûfîlere göre, sâlik/birey ânın/zamanın ne kadar değerini bilirse o kadar olgunlaşmış demektir. Onlara göre, her an yaratma fiiline devam etmesi hasebiyle zamanın sahibi olan Allahu Teâlâ’nın tecellilerine mazhar olma gayreti sûfînin hedefi olmalıdır. Bir başka ifadeyle sûfî, geçmişe pişmanlıkla veya geleceğe dair kurgularla ömür tüketmek yerine içerisinde bulunduğu zamanı, şartlarına göre en güzel/iyi şekilde değerlendirip ‘ânın/zamanın çocuğu’ olmalıdır. Bunun anlamı, sûfînin içinde bulunduğu âna göre en uygun şeyi yapmasıdır.
O, içerisinde bulunduğu halin yani kişinin içerisinde bulunduğu durumu/konumu gönül gözüyle okuyup bu durumda yapması gereken ödevleri hakkıyla yerine getirme gayretinde olmalıdır.
8 Sûfî, musibetler karşısında rıza ve teslimiyet; nimetler karşısında ise şımarıklık haline bürünmeden istikrarlı bir şekilde hedefine doğru ilerlemelidir. Sûfîler, halin tasarrufu altında olan ve halin kendisini kullandığı kimseye ‘ibnü’l-vakt’, hali kendi tasarrufuna alan kişiye ise ‘ebü’l-vakt’ demişlerdir.
9 Her iki durumda da sûfîler, ‘Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde zamana karşı mü’minî bir tavır nasıl olmalı?’ sorusunun doğru cevabıyla hayatlarına yön verme gayretinde olmuşlardır.
10
Vaktin tasarrufu altında olmak/ibnü’l-vakt veya vakti tasarrufu altına alma şuurunun/ebü’l-vaktin somut örneklerini takdim etmemiz gerekirse bu konuda İmam-ı Gazalî’yi hatırlamamız yerinde olacaktır. Gazalî, dönemindeki felsefe, kelam ve tasavvuf alanındaki sapmalarla mücadele etmeyi önceleyerek döneminin şartları içerisinde İslâm ümmetinin büyük bir kırılmadan kurtulmasına vesile olmuştur. Sapkın fırkaların İslâm’ı ve Müslümanları kasıp kavurduğu bir başka dönemin ‘zaman merkezli anlam arayışının’ kahramanı İmam-ı Rabbânî (k.s.)’dir. Nakşî geleneğin önemli temsilcilerinden olan İmam-ı Rabbânî (k.s.), İslâm’ın aslı olan Kur’ân-ı Kerim’i anlama noktasında usul olan sünnet-i seniyyeye, mü’minleri tekrar davet ederek ‘Usulsüz vusul olmayacağı’ hakikati peşinde ömür harcamıştır. Bu alanda döneminin zalim idarecileri, içerden ve dışardan gelen birçok tehdit ve yıldırma gayreti karşısında mücadelesinden taviz vermeden kararlı bir şekilde hedefine ulaşabilmek için topyekûn bir diriliş hareketinin kahramanı olmuştur.
11
Mevlâna Hazretleri’nin dönemindeki bilim, kültür ve sanatta ulaşılan seviyeye paralel olarak kendisiyle ölümsüzleşen muhteşem eseri Mesnevî’yi Farsça olarak kaleme alması, eserinde en düşük seviyedeki insanların Kur’ân ve sünnet ahlakıyla yaşantılarını güzelleştirebilmesi için döneminin önemli sorunu nefse dur diyememe ve toplumsal konulardaki duyarsızlaşma gibi hastalıklarına karşı mücadele vermiştir. Âşık Yunus’un iman ve ihlâs hassasiyetiyle gönülleri şekillendirebilme adına şiirin ve Türkçenin eşsiz gücünü kullanması da zamanının gereği atılması gereken adımları atan bir sûfî olduğunun göstergesidir. Öyle ki onun çağlar öncesinden günümüze ulaşan evrensel çağrıları hâlâ gönülleri mest etmeye devam etmektedir.
12
Doğu ve Batı Arasında Bir Köprü
İlim ve irfanı birleştirerek doğu ve batı arasında bir köprü vazifesi gören İbnü’l-Arabî (k.s.) ve onun sıkı takipçisi Sadreddin-i Konevî (k.s.) maddî ve manevî birliğin fikir babaları olarak tarihe geçmişlerdir. Bu manada onlardan tefekkür/düşünme, üretme, anlam arayışında mü’minin tavrı, fikir üretmede derinlik ve hoşgörünün mimarları olarak bahsedebiliriz.
13
Gerektiğinde fiilî mücadele ile de meşgul olunmasını bizlere telkin eden bu anlamda kendi imkânlarıyla savaşa iki yıl kadar süren bir hazırlık sürecinin ardından at sırtında Sivas’a binlerce kilometre uzaklıktaki Eğri Kalesi’ne yapılan sefere iştirak eden ve tanıştığı herkesi ilmî, ahlakî ve vicdanî yönüyle kendisine hayran bırakan Şems-i Sivasî (k.s.)’yi de burada anmamız isabetli olacaktır. Sivasî’nin dönemindeki bâtıl fırkalarla (İsmâilî, Hamzavî, Kadızâde vb.) mücadelesi yeğeni Abdülmecid-i Sivasî (k.s.) ve torunlarından Abdülehad Nûrî-i Sivasî (k.s.) ile devam etmiştir. Onlar, kendi dönemlerinde de devam eden bu itikadî sapmalarla mücadeleyi vaktin gereği atılması gereken en önemli adım olarak gördükleri için böyle yapmışlardır. Batı’nın sömürge salgınına birçok imkânsızlık içerisinde karşı koymaya gayret edenler, bu konuda Ömer Muhtar (k.s.)’ı ve Şeyh Ahmed Senûsî (k.s.)’yi kendilerine rehber edinmişlerdir. Yani sûfîler, sadece bâtıl ile mücadeleyi yeterli görmemişler, bu konuda liderliği ele alarak kitleleri arkalarından sürüklemişlerdir. Aynı manzarayı Anadolu’nun bağımsızlık mücadelesinde ön saflarda yer alan sûfîlerde ve Kafkasya’nın millî-manevî mücadelesinde lider olan İsmail-i Şirvanî (k.s.), Şeyh Şamil (k.s.) ve Hamza Nigarî (k.s.)’de de görmemiz mümkündür.
14
Siyasî ve ekonomik buhranlarla birlikte çevre hassasiyetinin arttığı bir dönemde bu konularda İslâmî ve insanî bir bilinç oluşturabilmek için bazen medresede bazen tekkede bazen de millet meclisinde boy gösteren Nakşî-Hâlidî şeyhlerinden Mustafa Takî Efendi (k.s.) de burada zikredilmelidir. Onun ömrünü tekkeye kapanıp geçirmek yerine kişisel ve toplumsal sorunlarla ağların örüldüğü bir dönemde geniş kitleleri ardından sürükleyerek hayatını sürdürmesi yine ibnü’l-vakt veya ebü’l-vakt olabilme gayretinden kaynaklanmaktadır.
15
Döneminde ihtiyaç duyulan ibadethane ihtiyacını karşılamak, yaygınlaşan ahlakî kötülükleri bertaraf etmek için gerekli tedbirleri alarak bu konuda atılması gereken adımları atan, küsleri barıştırmak için olağanüstü gayret gösteren ve sohbetleriyle gönülleri fetheden Darendeli Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.) ve Yahyalılı Hacı Hasan Efendi (k.s); yine Hz. Peygamber (s.a.v.) aşkıyla insanları buluşturmak için gece gündüz demeden büyük bir efor sarf eden, kitapları ve gönülleri aydınlatan manevî kişiliğiyle tesir halkasını oluşturan üstadı Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.); şiirleri, Abdülhamid Han’ın yanındaki tavrıyla siyasî kargaşaların önüne geçmeyi hedefleyen tercihi ve karizmatik ilmî konumuyla kişisel ve toplumsal bir mücadelenin marka ismi haline gelen Muhammed Es’ad-ı Erbilî (k.s.) de burada isimlerini zikretmeden geçemeyeceğimiz sûfîlerdir.
16
Yozgat’ta imam-hatiplerin kurulması, birçok hayır hizmetlerinin öncülüğünü üstlenmesi ve zikirle kalplerin buluşmasına ön ayak olan Şeyhzâde Ahmet Efendi (k.s.), Sivas’ta tarihî Ulu Cami başta olmak üzere birçok caminin dernek başkanlığını üstlenerek buraların ihtiyaçlarını gidermek için elinden geleni yapan, yetim, öksüz, öğrenci, dul ve ihtiyaç sahibinin dertleriyle birebir ilgilenerek bir neslin değişim ve dönüşümüne vesile olan İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak (k.s.) ve insanların Rablerine yönelerek iman, ibadet ve ahlakî gelişimlerinin önündeki nefsî ve şaytanî engelleri aşabilmeleri için gayret gösteren Muhammed Raşid Erol (k.s.) burada zikredebileceğimiz birçok isimden sadece birkaç tanesidir.
17
Netice olarak ifade etmemiz gerekirse sûfîler, insanı kuşatan ve bir şekilde onu tesiri altına alan zaman konusunda Kur’ân ve sünnet merkezli bir tavırla hareket etmişlerdir. Bu konuda daima uyanık olmayı benimseyen, zamanın gereği hasletlerle donanmayı hedefleyen ve anlam arayışlarını zaman merkezli şekliyle belirleyen sûfîler, birçok alanda bu tavırlarından dolayı örnek ve önder kişiler olarak tarihteki yerlerini almışlardır. Bu manada sûfîler, şiir, el sanatları, savaş alanlarında mücadele, nefse dur diyebilme mahareti ve insan yetiştirme gibi kişisel ve toplumsal birçok alanın şahları olmuşlardır. Günümüzün tasavvufî akımları, sûfîlerin zaman merkezli benlik inşasına verdikleri önemi yeniden gözden geçirmeli, ilmî, fikrî ve fizikî yapılarında dönemlerinin şartlarını göz önünde bulundurarak hareket etmelidirler. Özellikle sûfîlerin ilk etapta ilgi alanına girmeyen idareye talip olma, devlet içerisinde devlet oluşturma ve maddî gücün sarhoşluğuna kapılarak kendi alanlarını açıkta bırakma hastalığına düşmemelidirler.