Somuncu Baba’nın Kırk Hadis Şerhi: Güvenilir Olmak
4. Hadis: “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden emin oldukları kimsedir. Mü’min, insanların kanları ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kişidir. Mücâhid, Allah’a ibâdet etmek hususunda nefsiyle mücâdele edendir. Muhâcir de, hatâlardan ve günahlardan uzaklaşandır.” 1 Somuncu Baba Diyor ki: “Hz. Peygamber (s.a.v.), ‘Allah katında din, İslâm’dır.’2 âyetiyle işaret edilen hakîkî İslâm’ın, Dâru’s-Selâm’a (Emniyet Yurdu’na, cennete) giriş olduğuna işaret etmektedir. Bu yurda giren kişi emniyette olur. Ancak mü’min bu yurda selâm (güvenilir) sıfatına sahip olduğunda girer ve diğer Müslümanlar onun her türlü eziyetinden emin olurlar. Hakîkî iman, hakîkî cihad ve hakîkî hicret de aynı şekilde gerçekleşir. Buna dikkat et.” Hadisin Yorumu İslâm bir toplum dinidir. Mecbur kalınmadıkça tek başına yaşanmaz. Zaten insanlığa gönderilmesinin maksadı da budur. Çünkü İslâm’ın inşâ etmek istediği bir medeniyet, oluşturmayı hedeflediği bir toplumsal yaşam projesi vardır. Onun buyruklarına baktığımız zaman öncelikle kulların rableri ile olan iletişimini sağlıklı bir zemine oturtmayı hedeflediğini, bunu yaparken de bireyin kendisini ahlâkî anlamda eğiterek topluma yararlı bir fert olmasını arzuladığını görürüz. Ardından da bireylerin birbirlerine iyi davrandığı ve ahlâkî ilkelerin egemen olduğu bir toplum oluşturmayı hedefler. İşte burada ele alacağımız hadis sözünü ettiğimiz hususların ana ilkelerini ele almaktadır. Hamîd-i Velî’nin bir toplum önderi olarak bu hadisi seçmiş olmasında bu açıdan ince hikmetler vardır. Çünkü o, bir yandan kendi nefsini arındırmaya çalışırken, diğer yandan da toplumu mânevî olarak eğitmeye gayret ediyordu. Dolayısıyla eksikliklerin neler olduğunu ve nelere öncelik verilmesi gerektiğini çok iyi bilmekteydi. Bu nedenle buradaki hadisi seçmiş olması hikmetlidir. İslâm’ın Yaşayarak Teblîğ Edilmesi Hz. Peygamber (s.a.v.)’in İslâm’a daveti gerçekleştirdiği dönemde okur-yazar oranı son derece azdı. Bu sebeple Allah Rasûlü ile sahâbîlerinin âyetleri aktarmak yanında, yaşamlarıyla sundukları Müslümanlık insanları çok etkilemekteydi. Dolayısıyla teblîğ, yaşantı ile destekleniyordu. Bazen yaşantı teblîğin de önüne geçmekteydi. Çünkü insanlar İslâm’ın nasıl bir dünya va’dettiğini Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ve arkadaşlarının ortaya koymuş oldukları uygulamalardan görüyordu. Bu sebeple çoğu zaman hâl, kâl’in yani sözün önündeydi. Nitekim bir insana istediğiniz kadar ahlâkî değerlerden bahsedin; yaşantınız anlattıklarınızı yalanlıyorsa, karşıdaki size aslâ inanmaz ve dinlemez. Bu yüzden bizler, gayr-i Müslimlere ilâveten, İslâm’ın ne demek olduğunu kavrayamamış Müslüman kardeşlerimize de dinimizi yaşantımızla sunmak zorundayız. Her şeyin kirlendiği, insanların zihinlerinin sorularla ve şüphelerle darmadağınık olduğu şu dönemde, İslâm’ın nasıl bir din olduğunu ve hayatı erdem üzerine nasıl bina ettiğini insanlara gösterebilmemiz için iyi bir Müslüman olmamız gerekmektedir. Bunu yapamazsak İslâm ile ona davet edilmesi gerekenler arasındaki en büyük engel bizler oluruz. Nitekim günümüzde durum budur. İnsanlar yeryüzünde Müslümanların nasıl bir yaşam sergilediklerine bakarak dinimizle ilgili maalesef olumsuz kanâatler edinmektedirler ve İslâm’a olumsuz bakmaktadırlar. Hatta İslâm’a dair bilgileri aileden öğrendikleriyle sınırlı kalan Müslüman kardeşlerimiz bile yeryüzünde maalesef Müslümanların yaptıkları fecâatlere bakarak çok şeyi sorgular hale gelmişlerdir. Bu da bize önce kendimizi düzeltmemiz gerektiğini göstermektedir. Karşıdakine Güven Vermek, Sevilmek Bir insanın Allah katına nasıl bir kul olarak gittiğini hiç kimse kesin olarak bilemez, ancak bir tahminde bulunmak zor değildir. Tanıdıklarımızın cenâzelerine katıldığımızda hocamız nasıl bildiğimizi sorduğunda hepimiz usûlen “İyi bilirdik.” deriz, ancak kalplerimiz açılıp bakılsa belki de çoğumuzun gönlünden geçenler başka şeylerdir. Hatta cenâze namazına katılanlara isim yazmadan bir anket yaptırılacak olsa, her yüz kişiden elli birinin hüsn-i şehâdette bulunacağı insan sayısı acaba yüzde kaçtır? Bu bize nasıl bir Müslümanlık sergilediğimizin de göstergesidir Esasında ölmeye gerek yok. İnsan ölmeden de nasıl bir insan olarak algılandığını iyi bilir. Çalıştığı iş yerindekilerin veya bulunduğu muhittekilerin kendisiyle ilgili kanâatlerinin hangi yönde olduğunu çok iyi tahmin eder. Hatta buna gerek kalmadan da kendi kendisine nasıl bir kul olduğunu çok iyi bilir. Dolayısıyla etrafımızdaki insanların bize bakışı bizim Müslümanlığımızın kalitesinin de göstergesidir. Bu sebepledir ki, civârımızdakilerin bizimle ilgili iyi şehâdette bulunması son derece önemlidir. Dolayısıyla ibâdetleri yerine getirip haramlardan kaçınmamız çok mühim olmakla birlikte, ihmal edilmemesi gereken bir diğer önemli husus da insanlarla ilişkilerimizdir. Bu yüzden Müslümanlığımızı test etmek için etrâfımızdakilerin bize nasıl baktıklarını zihin dünyamızda tartarak kendimizi toparlamamız gerekir. Şâyet yanlarında yokken insanlar bizim aleyhimizde konuşuyor ve bir arada olduğumuzda bizi idare etmek için usûlen dostluk sergiliyorlarsa, hayatımızda yanlış giden bir şeyler olduğu ortadadır. Bu yüzden şu hadisi zihnimize kazımamız gerekmektedir: “Hayırlınız, kendisinden iyilik umulan ve kötülüğünden emin olunandır. Kötünüz de, kendisinden iyilik beklenmeyen ve kötülüğünden emin olunmayandır.”3 Güven Olmayınca Fesat Devreye Giriyor Ortaklıklarda bütün iş güven üzerinden yürür. Ortaklar diğerlerin hak hukuk yemeyeceğini ve birbirlerini kollayacaklarını bildikleri sürece o işyeri başarılı olmayı sürdürür. Ancak herkes kendi şahsî hesapları peşinde koşmaya başlar ve ortaklarını aldatma yoluna girerse, bunu uzun süre sürdüremez ve bir yerde patlak verir, kazanılan mesâfe hebâ olup gider. Çünkü sırtını döndüğünde kazıklanacağını düşündüğü birileriyle bir arada çalışmak ve ortaklık yürütmek tam anlamıyla mânevî bir işkencedir. Aynı şekilde komşunun veya tanıdığının malına mülküne o olmadığında zarar vermek veya köylerde komşuların arazilerine tecavüz edip bir mikdârını gasp etmek gibi durumlar da güvensizliğin göstergeleridir. Allah korkusu devreden çıktığı zaman olan budur. Nitekim kamu mallarına zarar veren veya milletin hakkını zimmetine geçiren, yolsuzluklara bulaşan, teröre karışıp insanların canına kıyan kişiler ile benzerleri, bir arada yaşama bilincini kaybetmiş ve her şeyi ben merkezli düşünen kimselerdir. İşte bu noktada cezâ devreye girmektedir. İbadetleri Gönle Sevdirmek Yaşamış olduğumuz şu dönemde, nefsimizi galeyâna sevk eden ve bizleri Allah’ın yolundan uzaklaştırmak için önümüze binlerce seçenek sunan bir dünyada yaşamaktayız. Bu zamanda Allah’ın dinini yaşamak her zamankinden zor olmuştur. Her yerde karşımıza sürekli haramlar çıkmaktadır. Bütün bunlar bizleri Allah’ın dininden koparmaya yöneliktir ve Rabb’imizle olan bağımızı zayıflatmaktadır. Çünkü bir insan neyle daha fazla haşir neşir olursa kalbinin meşgûliyeti ve hayal âlemi o yöne meyleder. Bütün bu olumsuzluklar insanların haramlardan uzak kalmasını ve helal çizgi üzerinde yürümesini zorlaştırır. Bu, beraberinde ibâdetlere karşı bir gevşeklik oluşturur, hatta bir müddet sonra gereksiz görülmeye başlanır. Saatlerce televizyon karşısında oturup bir şeyler seyretmekten bıkmayan bir insanın on dakikasını akşam namazına ayırarak ibâdetini edâ etmesi zor gelir. Çünkü karşısında nefsini okşayan bir film veya program vardır. Onu, Allah’a ibâdete rahatlıkla tercih eder. Doğrusu insanın zamanımızda nefsinin kölesi olduğu bu durumları kendi başına aşabilmesi gerçekten zordur. Bu sebeple onu ayakta tutacak, mânevî değerleri hatırlatacak ve kulluk yapmanın hazzını tattıracak güzel arkadaşlıklara ve iyi ortamlarda bulunmaya şiddetle ihtiyacı vardır. Bu olmadığı zaman, çevresinde kendisini hayra teşvik edecek ve ibâdete yönlendirecek birileri olmayan bir insanın nefsinin ardına takılıp gitmesi çok kolay olur. Namazların cemâatle kılınması üzerinde titizlikle durulmasının sebeplerinden biri de budur. İnsanı kendi haline bırakmamak ve ümmetin kucaklayıcılığı ile Müslüman kardeşleriyle bir arada olmasını sağlamaktır. Böylesi bir hayat onu istikâmet üzere tutacaktır. Her Gün Daha İyi Olmaya Çabalamak Mekke’den Medine’ye hicret eden mü’minlerin esas dertleri dinlerini istedikleri gibi yaşayabilmek ve haram-helal çizgisi üzerinde bir yaşam inşâ edebilmekti. Yurtlarını bu amaçlarla terk etmeleri onların yolculuğunu kutsal bir yolculuğa dönüştürmüştü. Bu asrın Müslümanları olarak artık hicret etmenin bir faydası olmayacağı ve gereksiz olduğu açıktır. Her yer yaşam tarzları itibarıyla birbirine benzemeye başlamış ve iletişim imkânları sebebiyle Türkiye’de yaşamak ile bir başka ülkede yaşamak arasında fazla fark kalmamıştır. Dolayısıyla sorun insanın kendi iç güzelliğini inşâ edebilmesindedir. Demek oluyor ki, asıl olan insanın kalp hicretini gerçekleştirmesi ve Allah’ın murâd ettiği bir hayat tarzını hayata geçirebilmesidir. Bunu yapamadığı takdirde gerçekten de kısa süreli olan hayat bir gün biter ve artık geri dönüş olmaz. Kaldı ki bizler iyi kuşaklar yetiştirme sevdâsı olan insanlarız. Bu sebeple başta kendimiz olmak üzere yakın çevremize karşı da sorumluluklarımız bulunmaktadır. Dünyaya niye geldiğini unutmamış olanlara ne mutlu. Hulûsi Efendi (k.s.)’nin dizeleri tam da onların gönüllerindekini özetlemektedir: Varlığından boşal kim yokluğa erişesin Sözünü gerçek söyle Hulûsî’nin dili ol * * * Hulûsî nefsini râm eyle nefsin râmî olmazdan Anı bas pehlivân ol başka bir mağlûb arama * * * Sana cân u dil verüben ismini Âdem koydu Nefsini katl eyleyüben kurb-ı “levlâk” olagör Dipnot * Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM 1. Bkz. Buhârî, rakam: 10; Ahmed b. Hanbel, Musned, rakam: 23951; İbn Balaban, İhsân, rakam: 230, 510. 2. 3/Âl-i İmrân, 19. 3. Tirmizî, 2263.
Enbiya YILDIRIM
YazarHepimiz etrafımızdakilerin bizi sevmesini arzularız. Beraber olduğumuz insanlarla aramızda sorunlar yaşanmasını istemeyiz. Bizden bahsedilirken meziyetlerimizin dile getirilmesinden memnun kalırız. Bu...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Her insan kötü günleri için köşede bir şeylerinin olmasını arzular. Çok zengin olsa da bu düşüncesi değişmez. Bir gün sıkışabileceğini ve elindeki imkânları kaybedebileceğini veyahut da amansız bir ha...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Müslüman için ibâdet kavramı hayatın bütün alanını kuşatır. İbâdet sadece namaz kılmak, oruç tutmak veya hacca gitmek değildir. Yoldan karşıya geçmekte zorlanan yaşlıya yardım etmek, otobüste engelli,...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
İslâm diniyle özellikle de onun ibâdet boyutuyla ilgili meselelerde konuşacak olanların, bu alanda konuşmayı hak eden ehil zevât olması gerekir. Çünkü din birilerinin düşünmeden, araştırma yapmadan fi...
Yazar: Enbiya YILDIRIM