Somuncu Baba’nın Kırk Hadis Şerhi: Dünyada Bulunma Sebebimizi Unutmamak
6. Hadis: Ebû Mûsâ (r.a.)’dan: Rasûlullah aramızda ayağa kalkıp şu beş hususu söyledi: “Allahu Teâlâ uyumaz. Zaten uyku onun şanına lâyık değildir. Kullarının maddî-manevî durumlarında (sürekli) değişiklikler yapar. Gündüz amelinden önce gece amelleri, gece amelinden önce de gündüz amelleri Allah’a yükseltilir. Onun görülmesini engelleyen nurdur. Eğer perdeyi açsaydı, celâl ve cemâli, onun gördüğü bütün mahlûkatını yakardı.” 1 Somuncu Baba Diyor ki; “Burada Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmaya işaret vardır. Hz. Muhammed (s.a.v.) sanki lisân-ı hâl ile mü’mine diyor ki: ‘Gaflet uykusundan uyan, hesâba çekilmeden önce nefsini hesâba çek. Her vaktini Allah’a tâate harcamak suretiyle değerlendir. Böyle yaparsan, Allah senden beşeriyetinin karanlık perdelerini kaldırır, enâniyetini yakar ve kerîm olan zâtının nuru sana tecellî eder.” Hadisin Yorumu Allahu Teâlâ kulların her yapıp ettiğinden haberdardır. O’nun için gizli bir şey kalmaz. Zaten “âlemlerin ilâhı” için böyle bir şey düşünülemez. Bu yüzden insanın gönlünden geçenlerden hiç kimsenin olmadığı karanlık ve izbe mekânlarda yaptıklarına varıncaya kadar hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz. Bunu günümüzdeki kamera sistemi bunun en basit bir örneğidir; aydınlıkta da karanlıkta da çekim yapan kamera sayesinde bir işyerindeki her şeyi gözleme imkânı olabilmektedir. Kamera sisteminin güvenlik ve asayiş açısından çok faydalı olduğu ve önemli oranda suçu önlediği bilinmektedir. Verilen cezâların ağır olması da suç oranlarının azalmasında hiç kuşkusuz etkili olur. Özellikle de insan canına kıyma, fiilî yaralamalarda, gaspta ve benzeri toplum düzenini bozan ağır suçlarda cezâların da aynı oranda caydırıcı olması gerekir. Rabb’imizin bizleri tarassut altında bulundurması da bunun gibidir. Lakin her şeyi kayıt altına almasına ve suçların oranına göre cezâlar takdir etmesine rağmen, bunun, özellikle günümüzde yeterince caydırıcı olduğunu söylememiz neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Dinî değerlerin iyice zayıflamasına paralel olarak ibadetlerin edâsında gözle görülür bir azalma yaşanmaktadır; bunun yanında haramlardan kaçınma hususunda da yakalanma endişesi büyük oranda belirleyici olmaya başlamıştır. İnsanlar kamera kayıtları veya başka delillerle yakalanmayacaklarını anladıklarında suça meyletmektedirler. Yakalandıklarında fazla cezâ almayacaklarını düşündüklerinde de kamera kayıtları veya diğer deliller caydırıcı olmamaktadır. Yaşamış olduğumuz ve her gün daha kötüye giden dünyada değerlerimizin ne kadar önemli olduğunu her an daha fazla anlamaktayız. Bu sebeple hem dünyamız hem de âhiretimiz için Rabb’imize dönmekten ve geçmişimize tevbe etmekten başka bir yolumuz yoktur. Çünkü bu hadiste dile getirildiği gibi, Rabb’imizin aslâ uyumayacağını, dolayısıyla her bir şeyden haberdar olduğunu bilen ve her an hatırda tutan insanın sergileyeceği yaşantı ile, bunlara karşı umursamaz olan ve Allah inancını kaybedecek noktaya gelmiş kişinin hayatı aynı değildir, o her fenâlığı yapabilir. Âyete’l-Kürsî Her namaz sonrası tesbîhât öncesi okuduğumuz Âyete’l-Kürsî’nin esasında anlamını öğrenmeye gayret etmemiz hoş olur. Çünkü bu âyette Rabb’imizin hususiyetleri ana hatlarıyla zikredilmekte ve Yaratıcı’mızın durumu çok güzel bir şekilde özetlenmektedir. Şöyle buyurulmaktadır: “Allah, ondan başka ilah olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri ve her an yaratıklarını gözetip durandır. Göklerde olan ve yerde olan ancak Q’nundur. O’nun izni olmadan katında şefâat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir, dilediğinden başka ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Hükümranlığı gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetilmesi O’na ağır gelmez. O, çok yüce, çok büyüktür.”2 Nefsi Hesâba Çekmek Kısa aralıklarla yakın akrabalarımızdan ve dostlarımızdan birilerini toprağa veriyoruz. Bizlere sıranın geleceği de kesin. Buna rağmen insanın kendisine uzak tuttuğu ve ibret almadığı şeylerden biri de ölümdür. Çünkü dünyanın cazibesi insanın ölümü kendisine yakın tutmasını engellemektedir. Allah ile olan irtibat da zayıf olunca artık ne cenaze ne hastalık ne de başka bir şey nefis üzerinde etki etmemekte, görüp yaşadıkları tevbe etmesine vesile olmamaktadır. Oysa kendisini her gün daha iyi noktaya taşıma ve güzelleştirme azminde olan mü’min, yaşantısını düzelttikçe halinden mutlu olur, şükreder ve bu durumu onu daha da motive eder. Nitekim iyi bir yaşantı sürme azminde olan insanlara baktığımızda bugünlerinin dünlerinden, yarınlarının da bugünden daha iyi olduğunu görürüz. Çünkü yapıp ettiklerini cehennem korkusuyla değil Allah sevgisiyle yerine getirmektedirler. Bu da sonuçta onlara mutluluk vermekte ve çevrelerine de güzel bir örneklik sergilemektedirler. Hz. Ömer’in “Hesâba çekilmeden önce kendinizi hesâba çekin.” sözü her şeyi özetlemektedir.3 Elbette bu sadece Allah bilincinin kalbe yerleşmesiyle söz konusu olacak bir durumdur. Hz. Ömer’in âdil olarak tanımlanmasının sebebi de budur. Çünkü ülkenin bir yanındaki oğlağın boğulmasını kendisine dert edindiği için bütün halîfelik görevi boyunca bir ürperti içinde olmuştur. Hakkı korumaya, haksızlığa yol açmamaya gayret etmiştir. Bu onun bütün yaşantısını etkilemiş, sert tabiatlı olmasına rağmen vefat ettiğinde herkes gözyaşı dökmüştür. Çünkü ne yaptıysa Allah için yapmaya gayret etmiştir. Kendi kendimize bir soralım: Gerçekten Allah sevgi ve korkusu taşıyan bir gönül sahibi bir insandan kimseye zarar gelir mi? Gelmez çünkü sahip olduğu erdem sebebiyle kendisine yapılmasına rızâ göstermeyeceği bir şeyin başkasına yapılmasına tahammül edemez. Sahip olduğu ahlâkî değerler onu başkalarının hukukunu korumaya sevk eder. İnsan böyle olduğunda ise her hareketine ve sözüne dikkat eden kişi haline gelir. Eğer bir insan hem ibadetlerini yapıyor görünüyor, meselâ namaz ve orucuna son derece titizlik gösteriyor gözükmesine rağmen, hem de insanların ve kamunun hakkını koruma hususunda gevşekse ve kendi menfaati için hak-hukuk gözetmiyorsa, bu kişinin nefsini hesâba çektiğinden ve Allah’a olması gerektiği gibi iman ettiğinden söz etmemiz mümkün değildir. Düşünsenize, bir insan kamunun ve başkalarının hakkına tecâvüz ediyorsa, diğerlerinin ceplerinden çalıyor demektir. Yani hırsızdır. Bu kişiye “Falancanın dükkânını soy.” deseniz belki de size kızacak ve “Beni neden böyle haram bir işe yöneltiyorsun?” diyecektir. Ama aynı insan, yakalanmayacağını bildiği durumlarda yine kamunun malını kılıfına uydurarak kendi cebine akıtmakta ve başkalarının hakkına tecavüz etmekte bir beis görmüyorsa o söylediğinin bir anlamı yoktur. Bu bize Müslümanlığın çoğu kimse için tiyatro sahnesinde rol almaktan öteye geçemediğini göstermektedir. Oysa Rabb’imiz şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.”4 Yarının Ne Getireceği Bilinmez Hayat hepimiz için sürprizlerle doludur. Beklemediğimiz anda üzüntüyle yüzleşebiliyor ve yine beklemediğimiz bir anda mutluluğumuza sebep olacak bir güzel haberle karşılaşabiliyoruz. Üzüntü ve mutluluğun bir kapıda sürekli durmadığını hayat bizlere öğretti. Bu sebeple hangi halde bulunursak bulunalım halimize şükretmek ve mutluluk sebebiyle azmamak, üzüntü verici bir keder sebebiyle de isyan etmemek durumundayız. Çünkü hem azdığımızda hem de isyan ettiğimizde zararlı çıkan biz olmaktayız. İşte bu yüzden her zaman için tevekkül ve şükürle hayatımızı bezemek durumundayız. Karşılaştığımız nice sıkıntı bizim için imtihan vesilesi olmakta sonrasında bütün dertlerimizi unutturacak bir gelişmeyle rahat nefes alabilmekteyiz. Elbette bunun tersi de olabilmektedir. O yüzden, “Rabb’imiz ne yaparsa elbette en güzelini yapar.” diyerek ona rızâ göstermeyi hayat felsefemiz haline getirmemiz gerekmektedir. Unutmayalım ki, her ne olup bitiyorsa Rabb’imizin gözetiminde olmaktadır. Üzüntülerimiz ve şükürlerimiz bizlere âhiret sermâyesi olarak döneceği gibi, yaşadığımız hayatı kabullenmeyi, dolayısıyla mutlu olmamızı da sağlayacaktır. Çünkü o Semî’, Basîr ve Habîr’dir. Yani her şeyi işitir, görür ve haberdâr olur. Allah’ı Çıplak Gözle Görememek Rabb’imiz, bu dünya hayatımızın gerçek bir sınav olması ve kimin üzerine düşen sorumlulukları yerine getirdiğini tesbit etmek için zâtını bizlere görünür kılmadı. Görünür kılmış olsaydı, hayatımız tamamen korku temelli olacak ve ondan ürperdiğimiz için kendimize çeki düzen verecektik. Oysa onun bizlerden istediği bu değildir. Bize görünmemesine rağmen onu bilmemiz ve görüyormuşçasına kulluk etmemizdir. Buna “ihsân” denmektedir. Kulluğun güzelliği işte buradadır. Nitekim sözlü sınavında hocanın karşısında oturan öğrencinin sınavdaki başarısı sadece bildiği kadarla sınırlıdır. Çünkü hocanın gözü üzerinde olduğu için yazılı sınavındaki gibi rahat hareket edemez. Bizler de böyle bir sınavda olduğumuzu unutmazsak dünya inanın cennet gibi olur. Rabb’im bizleri hayatını Kur’an ve sünnetin çizdiği istikamette, gönülden gelen bir coşkuyla yaşamaya gayret edenlerden eylesin. Sözü Hulûsi Efendi (k.s)’ye bırakmanın yeridir: Uyan uyan artık uykudan uyan Bu hâb-ı gaflete âyâ ne düşdün * * * Kudretin izhâr edip her yüzden olmuşdur ayân Seyre sen de aç gözün bu hâb-ı gafletden uyan Hâb-ı gafletden uyanmaz nice bir dil olası Güle zâr eylemeye yâ nice bülbül olası Eyâ gâfil gönül dâim yatarsın hâb-ı gaflette Bu vîrân hâneden hâtırına nâgâh sefer gelmez Dipnot * Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM 1. Muslim, İman, 293; İbn Mâce, 195. 2. 2/Bakara, 255. 3. Tirmizî, 2459. 4. 3/Âl-i İmrân, 102.
Enbiya YILDIRIM
YazarHer insan kötü günleri için köşede bir şeylerinin olmasını arzular. Çok zengin olsa da bu düşüncesi değişmez. Bir gün sıkışabileceğini ve elindeki imkânları kaybedebileceğini veyahut da amansız bir ha...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Anadolu’nun vatan olmasında Orta Asya bozkırından yeşeren manevî iklimin rolünü asla inkâr edemeyiz. Vatan, toprak parçasına akıtılan kan, dökülen ter, verilen kutsal mücadele ile şekillenir. Ahmet Y...
Yazar: Ramazan YILDIZ
Bizim inancımıza göre, insanın yaratılış gayesi bellidir; Allah onu bir sınav için dünyaya getirmiş ve sınav sonunda alacağı puana göre âhirette hak ettiği karşılığı verecektir. Kul nereyi hak ediyors...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Bundan 30 yıl kadar önce ülkemizde yaşayan insanların dinlerini öğrenmek istediklerinde mürâcaat edecekleri eserlerin sayısı oldukça azdı. Mevcût kitapların pek çoğu Arap dünyasından veya Pakistan’dan...
Yazar: Enbiya YILDIRIM