Sohbette Devamlılığın Manevî Kazanımları
Sohbet, Arapça bir kelime olup arkadaşlık yapmak, karşılıklı konuşmak, kısa bir süre de olsa birlikte olmak[1] gibi anlamlara gelir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in arkadaşlarına "ashâb" denilir ki, bu kelime "suhbe" mastarından türemiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sahâbe-i kirâmı sohbet yoluyla yetiştirmesi sûfiyye yolunda vazgeçilmez, göz ardı edilemez bir metot olarak kabul edilmiştir.[2] Bununla birlikte hadis âlimlerinin yaptığı tanımlarda sahabenin, mü’min olarak Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sohbetine katılmış kimseler şeklinde tarif edilmesi, sohbetin ve nazarın (göz temasının) önemine işaret etmektedir. Yapılan tanımda Hz. Peygamber (s.a.v.)’le cihat etmek, onunla konuşmuş olmak, ondan hadis nakletmek gibi işler sahabe olmanın şartlarından sayılmazken mü’min olarak Rasûlullah’ı görmenin öne çıkarılması dikkat çekicidir.[3] Ashâb-ı Nebî işlediler bu işi akdem Bilsen ne şereftir şeref-i akdem-i sohbet[4] Beyitte de ifade edildiği gibi sohbetin ilk olarak sahabe tarafından uygulanması tarikatlara ilham kaynağı olmuş ve insanları Allah'a ulaştıran tasavvuf okullarının her biri sohbeti, terbiye metodu olarak kullanmışlardır. Sohbette, mürşid-i kâmilin ruhundaki kabiliyetlerin müride yansıması (in'ikâs) ve kabiliyet aktarımı söz konusudur. Yani tarikatlardaki sohbet usûlünün sebebi zikirden, zikir ehlinin bereket ve feyzinden müstefid olma ümididir. Zira sohbete “hal transferi” denir. Hali zayıf olan hali kuvvetli olandan istifade ederken hali kuvvetli olanın halinden de bir şey eksilmez. Dolayısıyla sohbet bir bakıma diri nefsi ölü nefis sahipleri ile buluşturma ve öldürme[5], ölü ruhu diri ruhlarla buluşturma ve diriltme vesilesidir. Sohbet uygulaması özellikle Nakşî gelenekte önemli bir yere sahiptir. Şah Bahâeddin Nakşbend (k.s.) "Yolumuz sohbetledir. Halvette şöhret, şöhrette âfet vardır. Hayır, (Hak için olan) cem'iyyettedir. Sohbete devam ede ede hakiki imana ulaşma söz konusu olur.” sözü ile sohbeti Nakşî yolunun ana düsturu haline getirmiştir. Bu tercihin arkasında Abdulhalık Gücdevani’nin “Halvet kapısını kapat, sohbet kapısını aç.” telkini yer almaktadır.[6] Sahabenin sohbet meclislerindeki manevî kazançlarına işaret eden bir hadise nakledilir. Rasûlüllah’ın kâtiplerinden olan Hanzala el-Useyd (r.a.) anlatıyor: Ebu Bekir benimle karşılaştı ve “Nasılsın Ya Hanzala?” diye sordu. Ben de “Hanzala münafık oldu.” diye cevap verdim. Hz. Ebu Bekir bu sözlerime şaşırınca “Rasûlüllah’ın yanında olduğumuzda, bize cenneti ve cehennemi hatırlatıyor, sanki görmüş gibi oluyoruz. Rasûlüllah'ın yanından çıktıktan sonra ise hanımlarla, çocuklarla ve geçim sıkıntısı ile meşgul oluyoruz. Bu sebeple çok şeyi unutuyoruz.” dedim. Hz. Ebu Bekir “Allah'a yemin olsun ki, bizde de böyle şeyler oluyor.” dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir ve ben Rasûlüllah'ın yanına gittik. Ben “Ya Rasûlallah, Hanzala münafık oldu; senin yanında bulunuyoruz. Bize cenneti ve cehennemi hatırlatıyorsun. Sanki gözle görmüş gibi oluyoruz. Senin yanından çıktığımız zaman hanımlarla, çocuklarla ve geçim sıkıntıları ile meşgul oluyoruz. Bu sebeple çok şeyi unutuyoruz." deyince Efendimiz (s.a.v.) “Nefsim elinde olan Allah 'a yemin olsun ki siz benim yanımda bulunduğunuz hali muhafaza edip zikre devam edebilseydiniz melekler sizinle yataklarınızda ve yollarınızda musafaha ederlerdi. Fakat ya Hanzala bazen öyle bazen böyledir.” buyurdu ve bunu üç defa tekrar etti.[7] Bu olayda ilk dikkat çeken husus, sahabe-i kiramın birbirlerine hal hatır sorduklarında dünyalık durumlarından ziyade iman ve kalbe dair hallerini anlamaları, iman ve maneviyat eksenli bir hayat yaşamalarıdır. Sohbette mürşidin nazarı müridin kalbini arındırır. Radyoloji ilmiyle bağdaşlaştırılan bilimsel araştırmalarda ve laboratuvar ortamlarında tespit edildiğine göre bakışın sarsıcı, yıkıcı ve yakıcı bir etkisi vardır. Buna göre mürşid-i kâmilin nazarı saliki sarsar, kendine getirir. Kalbindeki gizli şirk unsuru olan mâsivâ putlarını yıkar, gönülde ilâhî aşk ve tevhid çerağını yakar. Nitekim Hulûsi Efendi, İsmail Hakkı Efendi ile ilk karşılaşmasını anlattığı ve nazarı öne çıkaran şiirinde “can alıcı gözlerinin” diyerek nazarın sarsıcı, “dağladı dağlandı” diyerek yıkıcı, “canımı derdine yakıp” ifadesiyle de yakıcı özelliğine işaret etmektedir. Sohbet, manevî müşahedenin en temel vesilesidir. Müşahede, bir şeyi devamlı göz önüne getirmeğe ve bir düşüncenin kalpte galip ve kuvvetli olmasına denilir. Hz. Hanzala cennet ve cehennemi hatırlayarak "Sanki biz onları gözü açık görüyoruz." diyerek Rasûlüllah’ın yanında o hali devamlı muhafaza edebildiklerini ve manevî müşahedeyi yaşadıklarını ifade etmektir.[8] Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “bazen öyle bazen böyle” buyurması, kalpte masiva ve dünya muhabbetinin azaltılmasıyla sohbette yaşanan halin, şeyhin sohbetinden ayrıldıktan sonra da devam edebileceğini zımnen ifade etmektedir. Şu halde sohbette yaşanan manevî halin süreklilik arz etmemesi insan fıtratıyla ilgilidir ve saliki üzmemelidir. Ancak salik o halleri artırmak adına gerek şeyhi ile gerekse ihvanlarla sohbetlere devam etmeli, sair zamanlarda ise dünya muhabbetini kalbine koymamaya çalışmalıdır. Zikirde devamlılık manevî kazancın anahtarıdır. Çokça zikir Kur’an’da bütün iman edenlere emredilmiştir.[9] Takdir edileceği üzere çokluk izafi bir kavramdır. Bu sebeple sûfî yorumcular zikr-i kesîr kavramını zikr-i kalp olarak yorumlamışlardır. Zira insan hayatının doğası mütemadiyen dille zikretmeye müsait değilken kalp bu kabiliyete sahiptir. Bütün bu değerlendirmeler neticesinde sohbet ve zikirde devamlılık konusunda azami gayret göstermenin önemi açığa çıkmaktadır. Şeytan ve nefis zaman zaman saliki yaptığı ibadetleri, zikirleri ve katıldığı sohbetleri öne sürerek kanaatle aldatmaya çalışır. Ancak bilinmelidir ki kanaat dünya nimetleri için tavsiye edilen bir ahlaktır. Manevî işlerde kanaat mahrumiyettir. Zira Allah’ın zatına sınır olmadığı gibi seyr ü sülûkun de sınırı yoktur. [1] Süleyman Uludağ, “Sohbet”, DİA, XXXVII, İstanbul: İSAM Yayınları, s. 350. [2] Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2009, s. 242. [3] Sahabe tanımlarıyla ilgili detaylı bilgi için bkz. Mehmet Efendioğlu, “Sahabe”, DİA, XXXV, İstanbul: İSAM Yayınları, s. 491-500. [4] Es-Seyyid Osman Hulûsî-i Dârendevî, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, (Haz. Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz), İstanbul: Nasihat Yayınları, 2013, s. 176. [5] Ahmed İbn Acibe, el-Bahru’l-Medid fi Tefsiri’l-Kurani’l-Mecid, trc. Dilaver Selvi, Semerkand Yayınları, 2011, II, s. 452. [6] Necdet Tosun, Bahâeddin Nakşbend Hayatı, Görüşleri, Tarikatları, İnsan Yayınları, İstanbul, 2012, s. 321. [7] Müslim, Tevbe, 12; Tirmizi, Kıyame, 59. [8] Eşref Ali Tanevi, Hadislerle Tasavvuf, trc. Zaferullah Davudi-Ahmed Yıldırım, Umran Yayınları, İstanbul, 1995, s. 38, 39. [9] 33/Ahzâb, 41.
Hamit DEMİR
YazarTasavvuf literatüründe manevî rehberler olarak bilinen mürşid-i kamiller hakkında, manevî hastalıkları teşhis ve tedavide uzman kişiler oldukları için “gönül tabibi” ya da “manevî doktor” gibi benzetm...
Yazar: Aydın BAŞAR
Asıl adı Mustafa olan ve doğum tarihi net olarak bilinmeyen Ruhsâtî, hayatını âşık edebiyatının yaygın olarak yaşatıldığı ve âşıklar yatağı olarak nitelenen Sivas’ta[1] sürdüren XIX. yüzyıl âşıklarınd...
Yazar: Hamit DEMİR
Horasan’dan Anadolu’ya göçen bir ailenin çocuğu olarak 1520 yılında Tokat’ın Zile ilçesinde dünyaya gelen Şemseddin Sivâsî, Halvetiyye Tarikatı’nın Şemsiyye Kolunun kurucusu, âlim ve şair bir zattır. ...
Yazar: Hamit DEMİR
Taşkent, Semerkant arası 305 km ve yollar gayet bakımlı. Fakat azamî hız sınırının 60 km olması ve birkaç kilometrede bir koyulan radar kameraları yol süresini biraz uzattı. Semerkant’a vardığımızda t...
Yazar: Hamit DEMİR