SİVAS'IN ÖNDE GELEN ÂLİMLERİNDEN MUSTAFA TAKÎ EFENDÎ'YE GÖRE NEFSİ TEZKİYE ETMENİN YOLLARI
Osmanlı döneminin son yıllarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarını idrak etmiş (1873-1925)¸ ömrünü dine¸ vatana ve millete adamış olan Mustafa Takî Efendi¸ Sivas’ın yetiştirdiği ender âlim¸ mutasavvıf ve mütefekkir şahsiyetlerden biridir.
Osmanlı döneminin son yıllarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarını idrak etmiş (1873-1925)¸ ömrünü dine¸ vatana ve millete adamış olan Mustafa Takî Efendi¸ Sivas’ın yetiştirdiği ender âlim¸ mutasavvıf ve mütefekkir şahsiyetlerden biridir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna katkı sağlayan gizli kahramanlardan biridir. Meclisin ilk açılışına Sivas mebusu olarak katılmış¸ Mecliste yapılan kanun müzakerelerinde pek çok kez söz hakkı almış¸ fikir beyan etmiş¸ kanunların şekillenmesine büyük katkılar sağlamış¸ bu esnada oldukça parlak fikirler ileri sürmüştür. Ayrıca yazmış olduğu kitap ve makalelerinde de son derece parlak¸ ileriyi gören¸ yol gösterici nitelikte fikir ve düşünceler serdetmiştir; fakat ne yazık ki bu fikirler şimdiye kadar arzulanan düzeyde halka sunulamamıştır. Kitap düzeyinde fikirlerini en açık bir şekilde yansıttığı eseri¸ Kırk Hadis’idir. Biz¸ Kırk Hadis’ine yansıttığı fikir ve düşünceleriyle¸ makaleleri ve Meclis kürsüsüne yansıttığı fikir ve düşüncelerini kitap haline getirdik. 1
Hayatı ve İlmî Kişiliği
Mustafa Takî Efendi 1873 (Rûmî 1289) yılında Sivas’ta doğdu. Annesi Saniye Hanım¸ babası Mehmet Selim Efendi’dir. Bu yüzden Mustafa Takî Efendi’ye Selim Efendizâde de denilmiştir. Anne ve babası hakkında yazılı kaynaklarda kayda değer bir bilgi mevcut değildir.
İsmindeki Takî ilavesini sonradan aldığı anlaşılmaktadır. Meclis zabıtlarında ve Milli Eğitim Bakanlığı kayıtlarında adı Mustafa Takî olarak geçerken¸ nüfus kaydında sadece Mustafa olarak geçmektedir.
Burada şunu da belirtmekte yarar var. Mustafa Takî’nin adı Meclis zabıtlarında ve bazı makalelerinde Mustafa Takî olarak geçerken¸ Kırk hadisinde ve yine bazı makalelerinde Mustafa Nakî olarak da geçmektedir. Takî; ‘Allah’tan korkan¸ muttakî¸ dindar’ demektir.2 Nakî ise ‘saf¸ katıksız¸ pak¸ tertemiz¸ arınmış’ anlamına gelir.3 Mustafa Takî’nin¸ makalelerinde¸ isminden sonra soyadı ya da belirleyici vasıf olarak her iki ifadeyi de bilinçli olarak kullandığı anlaşılmaktadır.
İlk ve orta tahsilini Sivas İptidai Mektebi ve Rüştiyesi’nde¸ yüksek tahsilini de Medrese’de tamamladı. Arapça ve Farsçayı çok iyi bilen Mustafa Takî Efendinin¸ her ne kadar Kelâm İlminde ihtisas sahibi olduğu söyleniyor ise de¸ makalelerinden ve Meclis kürsüsünde yaptığı konuşmalarından Fıkıh ilminde daha otorite olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca Ferâiz¸ Tefsir¸ Hadis ve Siyer alanlarında da vukûfiyeti vardır. Müderris ve Dersiâm olup Sultanî’de muallimlik¸ Medresede fıkıh ve tefsir hocalığı¸ mahkeme azalığı¸ “Sırat-ı Müstakîm” ve “Sebîlürreşâd” dergilerinde muharrirlik yapmıştır.4 Dönemin söz konusu en önemli dergilerinde¸ toplumun çeşitli kesimlerine yönelik uyarıcı ve yönlendirici makaleleri yayımlanmıştır. Zaman zaman bazı yazılara cevap vermiş¸ fikirlerini korkusuzca toplumun her kesimiyle paylaşmıştır. Örneğin İstanbul’da yayımlanan “Azâdâmârd” dergisinde çıkan İslam’daki cihadı vahşet olarak gösteren bir yazıya¸ “İslamiyet’te Cihâd” isimli makalesiyle cevap vermiştir.
Olumluluğunun hayatı hakkında verilen tamamlayıcı bilgiler kısmında belirtildiğine göre muazzam bir kütüphanesi vardı; ancak kitaplığının tamamının günümüze ulaşamadığı anlaşılmaktadır.
Memuriyet hayatına 19 Ekim 1887’de Sorgu Hâkimi (müstantik muavini) Yardımcılığı ile Adliye Teşkilatında başladı. 1 Kasım 1891’de Hafik İlçesi Sorgu Hâkimi Yardımcısı oldu. Adliyedeki görevini¸ 17 Nisan 1894- 29 Haziran 1913 tarihleri arasında Sivas Adliyesinde Bidayet Mahkemesi zabıt kâtipliği¸ müdde-i umûmî (başsavcı) katipliği¸ Bidayet Mahkemesi başkatipliği ve mahkeme aza mülazımlığı ile sürdürdü. Kısa bir süre Meclis-i Umûmî azalığında bulundu. 13 Kasım 1914’te Sivas Sultanisi Arapça öğretmenliğine atanmasıyla adliye teşkilatından ayrıldı. Bir müddet Dârulhilâfe Türkçe müderrisliği ile Arapça-nahiv ve fıkıh müderrisliği yaptı. Öğretmenlik görevini 22 Nisan 1920’ye kadar sürdürdü.
1 Ağustos 1336’da (1920) 47 yaşında iken TBMM. I. Dönem Sivas mebusu (milletvekili) olarak meclise girdi¸ 23 Nisan 1920’de yapılan ilk meclisin açılışında hazır bulundu. Mecliste Şer’iye¸ Evkaf¸ Adalet¸ İrşat¸ Anayasa¸ Dilekçe¸ Milli Eğitim komisyonlarında ve Memurîn Muhakemât Tetkik Kurulunda çalıştı. Bu arada III. Toplantı yılında bir süre Dilekçe Komisyonu başkanlığını yaptı. Dönem içinde 7’si gizli oturumlarda olmak üzere TBMM kürsüsünden 43 konuşma yaptı; 5 kanun önerisi verdi. I. Dönem milletvekilliğinden sonra 1923’te Sivas’a Hadis ve Arapça öğretmenliğine atandı.5
Ömrünün çoğu araştırmak¸ eser telif etmek¸ yazılı ve sözlü olarak insanları irşad etmekle geçti. Tokatlı Mustafa Hakî Efendinin vefatından sonra müntesipleri¸ zuhurat yoluyla Mustafa Takî Efendiyi mürşid-i kâmil olarak görmüş¸ manen teslim olarak ilminden ve feyzinden istifade etmişlerdir.
Mustafa Takî’nin ilmî otoritesi¸ devrin âlimlerince de takdir edilmiş¸ kendisinden saygıyla bahsedilmiştir. Hasan Basri Çantay¸ ondan ‘büyük sûfî¸ yüksek âlim ve ârif’ bir zât olarak bahseder.6 Onun ilmî otoritesini¸ hukuk bilgisinin derinliğini¸ mantık ve felsefeye olan vukufiyetini¸ şer’î ilimlerdeki enginliğini kanun müzakereleri esnasında meclis kürsüsünden yaptığı konuşmalardan görmek mümkündür.
Mustafa Takî Efendi aynı zamanda bir mutasavvıf şâirdir. Hocası ve şeyhi Tokatlı Mustafa Hâkî Hazretlerine yazdığı bir mersiye ve bir de ilahisi vardır.
“Sırat-ı Müstakîm”¸ “Sebîlürreşad” ve “Beyânu’l-Hak” dergilerinde yazmış olduğu makalelerle dikkatleri üzerine çeken Mustafa Takî Efendi¸ zamanının önde gelen fikir adamlarından biri olarak Türk siyasi ve fikir tarihinde önemli izler bırakmıştır. Yazılarında sade ve anlaşılır bir dil kullanarak halka inmeyi¸ onlara arzuladığı mesajı iletmeyi başarabilmiştir. Bu başarısıyla onun aynı zamanda bir halk ve gönül adamı olduğu da söylenebilir.
Mustafa Takî Efendi¸ 1925 (1 Ağustos 1341) tarihinde Gürün’de vefat etmiş¸ Sivas’ta defnedilmiştir. Kabri Sivas’ta Abdülvahhab Gâzi Türbesi yakınındadır. Sivas’ın önde gelenlerinden Hacı Hafız Bedreddin Efendi¸ Mustafa Takî Efendi’nin oğludur; oğlu Hacı Hafız Bedreddin de 20 Nisan 1984 tarihinde vefat etmiştir.
Toplam yedi7 çocuk babası olan Mustafa Takî Efendi dört kez evlenmiş¸ kendisinden bir kıza sahip olduğu ikinci eşi Behiye hanımdan boşanmış¸ 1950’de vefat eden üçüncü eşi Teyfika hanımdan çocukları olmamış¸ dördüncü eşi Emine hanımdan da boşanmıştır. Birinci eşi Hatice’den altı çocuğu olmuştur. Ailesi daha sonra “Doğruyol” soyadını almıştır.8
Mustafa Takî Efendi’nin hangi medreseden mezun olduğu ve hangi hocalardan ders aldığı bilinmemektedir. Ancak gerek eser ve makalelerinden gerekse meclis kürsüsünden yaptığı kanun müzakereleri konuşmalarından iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. İhramcizâde İsmail Hakkı Toprak¸ Darendeli Hacı Hasan Akyol¸ Baytarbeyli Mustafa Efendi ve müezzin Ali Efendi gibi önde gelen şahsiyetler¸ onun sohbetlerinden feyiz almıştır. Selçuk Eraydın’ın sunduğu bir tebliğde verdiği bilgiye göre¸ Mustafa Takî Efendi¸ İsmail Hakkı Toprak Efendiye¸ Mustafa Hâkî Efendinin oğlu Bahaeddin Efendiye ve bir de Yusuf Efendiye hilafet vermiştir.9
Nefsi Tezkiye Etmenin Yolları
Mustafa Takî Efendi’ye göre nefsi ve ruhu tezkiye etmenin (temize çıkarmanın) birkaç yolu vardır. Birincisi güzel ve kötü ahlâkı kesin olarak bilmektir. Çünkü ahlâkın iyisini ve kötüsünü bilmeden¸ nefsi kötü ahlâktan alıkoyup iyi ahlâka yöneltmek mümkün değildir. Ahlakî yönden bilgilenme noktasında diyanet¸ ilim elde etme yollarının başında yer alır. Çünkü o¸ fiil ve eşyanın hakikatini vicdan ve kalbin derinliklerine nakşeder. Onun gönüllere yazdığı satırlar ebediyen silinmez.10
Nefsi ve ruhu arındırmanın ikinci yolu¸ dinin emrettiği ibadet ve taatları yerine getirmektir. Bu mukaddes vazifelerle meşgul olanlar¸ içi ve dışıyla daima rabbi huzurunda¸ rabbini de her an kendisini görmekte olduğunu bildiği için¸ hemcinsine zarar verici bir fiil ve harekette bulunmak şöyle dursun¸ öyle bir fiili hayalinden geçirmeyi bile bir cinayet kabul eder.
Üçüncü vesile Allah’tan hayâdır. Kendisini rabbinin huzurunda bilen bir kimsenin¸ şayet aklına mabudunun rızasına aykırı bir davranışta bulunma cesareti gelirse¸ derhal hazır ve nazır bildiği mabudundan hayâ ederek nefsin o cesaretini kırar.
Dördüncü vesile güzel ahlâk ve üstün fazilet erbabı ile fazlaca beraber bulunmak¸ bir arada oturup kalkmak¸ nefsi güzel ahlâka alıştırır.
Beşinci vesile¸ ilim ve fen ile çokça meşgul olmaktır. İlim ve fen hep aklî bedihiyyat üzerine kurulmuş olduğu için bunlarla meşgul ola ola kendisinde iyiliklere meyletme arzusu doğar.
Altıncı vesile¸ vicdan muhakemesidir. Buna empati de denebilir. Bir suç işlendiğinde o suçu işlemeden önce başkası tarafından kendisine yapılmış olsa ne kadar etkileneceğini düşünür ve kendisi tarafından başkasına yapılması zararlı olan bir hareketin uygun olmadığını anlar.
Yedinci vesile¸ şerefi korumaktır. Bir suç işleyeceği zaman akranları arasında sahip olduğu güven ve şerefin kırılacağını düşünerek suç işlemekten çekinir.
Sekizinci vesile¸ ibret almaktır. Suç ve cinayete cesaret eden şahsın kanunî cezaya¸ şeref ve itibar kaybına duçar olacağını görerek ceza ve rüsvaylığa uğramamak için suç işlemekten sakınır.
Dokuzuncu vesile¸ kanunî ceza korkusudur. Devletin kendisine vereceği cezayı düşünerek suç işlemekten sakınır.
Onuncu vesile¸ uhrevî ceza korkusudur. Bir suç işleyeceği zaman zaten vukuuna inandığı uhrevî azabı düşünerek kaçınır.
Bu on vesile insanları ahlâkî ve kanunî suçlar işlemekten alıkor. Bu on mesele toplum fertlerine kazandırılırsa o kadar poliş jandarma ve askere¸ hapishaneye lüzum kalmaksızın toplum kısa zamanda yükselir ve saadete ulaşır. Nitekim İslam öncesi Arap kabileleri her türlü zulüm ve cinayeti hemen her gün aynı oranda işliyorken nûr-u Muhammedî’nin doğuşuyla mekârîm-i ahlâk/yüce ahlâk yayılmış kısa zaman içinde ashâb-ı kiramın her biri faziletli ahlâkın birer timsalleri olmuştur. Asr-ı saadette yüz yirmi bini geçen sahabe arasında dine aykırı hareket edip ceza terettüp eden ve cezalarda asla müsamaha edilmediği halde yirmi üç sene zarfında ancak bir iki adam hakkında ceza verilmiş¸ onların dışında cezayı gerektirecek bir suçun işlendiği duyulmamıştır. Ne yazık ki 40-50 sene sonra o samimi halin zayıflamağa başlaması sonucu ilâhî ahkâma riayet azalmış¸ o nispette genel ahlâk¸ maddî ve manevî ilerleme de azala gelmiştir.
On birinci vesile¸ polis ve inzibat teşkilatının caydırıcı tutumudur. İyi çalışan bir teşkilat¸ suç işleyenler¸ her hâl ü kârda yakalanıp cezasız kalmayacağına inanırsa¸ suça tevessül etmekten kaçınır.
Bu on bir vesileden 1. 2. 3. 4. ve 10. vesileler¸ sırf dinî duygulardan kaynaklanıp insanların duygu ve kalplerini kontrol eder¸ temizler. Suçların kaynağını ıslah ettiği için dinin etki gücü ve önemi takdir ve izahtan uzaktır.11
İlimle meşguliyetin de insanın üzerinde olumlu etkileri vardır. Uzun süre ilimlerle uğraşan ve akl-ı selim olanların duyguları güzel ahlâkla ünsiyet eder. Fakat bu durum¸ fıtratında iyiliğe olan meyli galip olanlara mahsustur. Kötülüğe meyli ve istidadı galip olanlar¸ ilim ve marifet elde etmekle nefislerini tamamen ıslah edemedikleri gibi kötülüğü de ilim ve fen sayesinde hasenat renginde göstermeye çalışırlar.
Mustafa Takî Efendi’nin ifadesiyle¸ -dinî ilimler dâhil- ilim¸ amelin bir mukaddimesi olsa da¸ müstakil sebebi değildir. İnsan¸ yüksek fikirlere sahip olsa bile¸ kötü fiile eğilimlidir. Hiçbir hırsız¸ yaptığı işin iyi olduğunu söylemez. Medenî memleketlerin tecrübe ve istatistiklerinin tespitlerine göre bir memlekette ilim ve fen ilerledikçe suç oranı azalmıyor¸ sadece şekil ve nevileri değişiyor. Mesela bir hırsız ilim tahsil ettikten sonra artık adi şekilde hırsızlık yapmıyor¸ memur ise devletten¸ işçi ise şirketten¸ sanatkâr ise müşteriden yanlış hesaplamalarla bir şeyler çarpmak istiyor. Bu alanda iktidar ve fikri kapasitesi nispetinde daha da ileri giderek bilgisiyle¸ matematik ilmi ve bedihî akıl ile sabit olan kaidelerin aksini ispata kadar cüret edebiliyor. Medenî memleketlerde kanun ve nizamlar günden güne arttığı halde yine hatır ve hayale gelmeyen¸ kanun ve nizamlarda bahsi geçmeyen acayip suç ve vakalar ortaya çıkıyor. Mustafa Takî Efendi¸ Jan Jak Russo gibi bazı filozofların¸ fen ve ilmin dahi ahlâkı güzelleştiremediği için insanlığı terbiye etmeye/eğitmeye gerek olmadığına kail olduklarını belirtir.
Mustafa Takî Efendi bunları söylerken maksadının ilim ve maarifin gereksiz olduğunu vurgulamak olmadığını söylemektedir. Aksine ‘ilim ve fennin lazım değil elzem’¸ hatta bir mülkün¸ idarenin ruhu olduğunu¸ ahlâkı güzelleştirmeye faydası olmadığı iddiasının da doğru olmadığını¸ fakat ilim ve irfanın¸ dinî terbiye ile iç içe olmazsa ahlâkı güzelleştirmeye faydasının oldukça sınırlı kalacağını söylemektedir.
Mustafa Takî Efendi’ye göre muhakeme ve vicdanın ne demek olduğunu bilmek¸ namus ve şerefi korumayı maddi menfaatten üstün tutmak havassa/seçkin tabakaya mahsus olmakla beraber ahlâkı güzelleştirmenin önemli vesilelerinden biridir.12
Polis ve inzibat önemli ve gerekli olmakla beraber¸ teşekkülünden önce suçun engeline tesiri oldukça azdır. Polis ve jandarmanın evlerde¸ özellikle de zihinlerde ve düşüncelerde tasavvur edilenlere ne tesiri olabilir? Buralara ancak Allah korkusu girebilir; ancak gizlilik ve sırları bilen vakıf olabilir. Her dinde mevcut olan bu inanç en büyük uyarı vesilesidir.
Mustafa Takî Efendi¸ yöneticilerin¸ dinin birey ve toplum üzerindeki olumlu etkisini ve dinî meziyetlerini hakkıyla takdir edemiyorlarsa¸ bari pragmatist bir yaklaşımla devlette asayişin yerleşmesi ve memleketin bekası için olsun¸ toplumun her ferdinde dinî duyguların idame ve artırma sebeplerini kemale erdirmeleri gerektiğini söyler. Her türlü teşebbüs ve icraatta her dinin emir ve adabını da nazari dikkate almalıdırlar ki halk dininden ve devletinden soğumasın¸ dinleri vasıtasıyla kazandıkları ahlâk ve yüce hayat düsturlarını kaybetmesinler. Çünkü bir devlet ve milletin ilerleme ve saadet ölçüsü ahlâktır. Ahlâkı güzelleştirmede ise dinden daha etkin bir vasıta yoktur.13
Sonuç ve Değerlendirme
Özet olarak Mustafa Takî’ye göre din¸ her hâl ü kârda birey ve toplumun hayatında belirleyici rol oynaması gerekir. Toplumu geri bırakan ve ilerlemesine mâni olan asıl meselenin İslam’a olan bağlılıktaki zayıflıktır¸ Allah ve rasûlünün adaletinden uzaklaşmak ve bunun tabii sonucu olarak sekülerleşmek yani dünyevileşmektir. İslam’ın terakkiye mani olduğu fikrini bize empoze etmeye çalışanların ıslahat telkinleri tamamen bir yutturmacadır.
Beşeriyetin ilerlemesi¸ İslamiyet’in doğru anlaşılıp doğru yaşanmasına bağlıdır. İslamiyet buna yeterlidir. Ancak şimdiye kadar İslam dininin bu yeterliliği bilfiil ispat edilememiştir. Bundan sadece birinci ve ikinci asırlar istisna edilebilir. İslam dini her bir ulviyeti kapsar. Ancak dinin bu kapsamı nazarî ve amelî yönden değil¸ aynı meseleleri temel kaidelerden istihraç edebilme potansiyeli şeklindedir.
Bazılarının iddia ettiği gibi¸ İslam’ın bugünkü beşeri ilerlemeyi temin edemeyecek şekilde sınırlı bir vizyona sahip olduğunu söylemek haksızlıktır. İslamiyet genel bir bakışa sahip ve güçlü kaideler içermektedir. Beşeriyet bugünkü ilerleyişinin milyonlarca üstüne çıksa yine onun muhteva alanının gerisinde kalır. Görülen sınırlılık İslamiyet’te değil ona atfedilen fikir ve bakıştadır. Göç beyinlilik¸ Müslüman adı altında yaşayan ve ne olduğunu bilmeden Avrupa taklitçiliğini kendisine şeref bilen bazı gençlerdedir.
* Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi.
Dipnotlar:
1- Tarafımızdan yayım aşamasına getirilen bu eser¸ basımını üstlenecek birilerini beklemektedir.
2- İbn Manzûr¸ Lisân¸ ‘vky’ md.¸ XV¸ 401-405.
3- İbn Manzûr¸ Lisân¸ ‘nky’ md.¸ XV¸ 338-340.
4- Türkiye Büyük Millet Meclisi Birinci Döneminde Sivas Milletvekili Mustafa Takî’nin ‘olumluluk’u.
5- Çöker¸ Fahri¸ Türk Parlâmento Tarihi¸ Milli Mücadele ve TBMM I. Dönem (1919-1923)¸ Ankara 1995¸ III¸ 890¸ (TBMM Vakfı Yayınları); Kesenceli¸ Resul¸ “Mütefekkir Olarak Mustafa Takî Efendi’de Mebus Olmanın Nitelikleri”¸ Somuncu Baba Kültür Edebiyat ve Araştırma Dergisi¸ Yıl: 7¸ Sayı: 29¸ Kasım-Aralık 2000¸ s. 14.
6- Çantay¸ Hasan Basri¸ Kurâ’n-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm¸ İstanbul 1976¸ II¸ 755¸ dn.103.
8- Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin verdiği ‘Olumluluk’; Kutay¸ Cemal¸ Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları¸ (DİB Yayınları); Doğruyol¸ Mithat¸ “Sivas’ta Yetişen Mümtaz Şahsiyetlerden: Hacı Mustafa Takî Efendi”¸ Revak Dergisi¸ Sivas 1995¸ Aralık Sayısı¸ s. 82¸ (Esnaf Ofset Matbaacılık); Mithat Doğruyol’un notları; İsmail Özbilgin’in kaleme aldığı notlar; Mustafa Takî¸ Târîh-i Nûr-i Muhammedî (İsrâ ve Mirâc bölümü)¸ sadeleştiren İbrahim Argut¸ byy.¸ trs.¸ (Dış kapak); Sarıkoyuncu¸ Ali¸ “İlk Meclisin Din Adamı Milletvekilleri”¸ Diyanet Aylık Dergi¸ Nisan 1993¸ Sayı. 28¸ s. 25-29; Alıcı¸ Lütfi¸ İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi Hayatı¸ Şahsiyeti ve Eserleri¸ Ankara 2001¸ s. 18-19; Memiş¸ Abdurrahman¸ Hâlidî Bağdâdî ve Anadolu da Hâlidîlik¸ İstanbul 2000. s. 195-196; Çöker¸ Fahri¸ Türk Parlâmento Tarihi¸ Milli Mücadele ve TBMM I. Dönem (1919-1923)¸ Ankara 1995¸ III¸ 889¸ (TBMM Vakfı Yayınları).
7- Olumluluğunda beş çocuğu olduğu ifade edilen Mustafa Takî’nin¸ torunu Mithat Doğruyol’un notlarında yedi çocuk babası olduğu ifade edilmiştir.
9- Eraydın¸ Selçuk¸ “İsmail Hakkı Toprak”¸ Somuncu Baba Kültür-Edebiyat ve Araştırma Dergisi¸ Yıl: 3¸ Sayı: 11¸ Aralık 1996¸ s. 24.
10- Mustafa Takî¸ “Diyanetin Medeniyete Lüzumu (III)”¸ Beyânü’l-Hak Dergisi¸ Cilt: 2¸ Sayı: 28¸ Yıl: 1327¸ s. 657.
11- Mustafa Takî¸ “Diyanetin Medeniyete Lüzumu (IV)”¸ Beyânü’l-Hak Dergisi¸ Cilt: 2¸ Sayı: 29¸ Yıl: 1327¸ s. 687.
12- Mustafa Takî¸ “Diyanetin Medeniyete Lüzumu (IV)”¸ Beyânü’l-Hak Dergisi¸ Cilt: 2¸ Sayı: 29¸ Yıl: 1327¸ s. 687.
13- Mustafa Takî¸ “Diyanetin Medeniyete Lüzumu (IV)”¸ Beyânü’l-Hak Dergisi¸ Cilt: 2¸ Sayı: 29¸ Yıl: 1327¸ s. 687.
Cemal AĞIRMAN
YazarSevgili çocuklar; “Bizim en vefalı dostlarımız kitaplardır.” desem abartmış olur muyum acaba? Beni bu yargıya götüren etkenlere bir göz atalım isterseniz. Hiç unutmam; orta ikinci sınıfa gidiyordum....
Yazar: Sırrı ER
Şeyh Abdurrahman Erzincanî’nin soyu, Orta Asya’dan gelerek Erzincan’a yerleşmiştir. Evlâd-ı Rasûl’den ve Yıldırım Bâyezîd devri meşayihlerindendir. Zamanının gerekli ilimlerini memleketi olan Erzincan...
Yazar: Resul KESENCELİ
Her ilim dalı ‘hoca-talebe’ münasebetinin zorunlu olduğu süreçlere şahitlik eder. Örneğin bir ustanın dizinin dibine oturmadan usta bir marangoz olunmayacağı gibi bir kimsenin alanında uzman bir hocan...
Yazar: Fatih ÇINAR
Sultan I. Abdülhamid’in yedinci kadınefendisi ve II. Mahmud'un annesidir. Eski hayatı ve Osmanlı Sarayı’ndaki yaşantısı hakkında çok sağlam ve tatmin edici bir bilgi yoktur. Kafkas kökenli olması muht...
Yazar: Zühal ÇOLAK