SIRLARLA DOLU BİR ŞAHESER: “FATİH CAMİİ”
İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından 1470 yılında, Bizans’ın Ayasofya’dan sonraki ikinci kutsal tapınağı Havariyun Kilisesi kalıntıları üzerine büyük bir külliye ile yaptırılan Fatih Camisi, ilk selâtin cami olma özelliğini taşımaktadır. Osmanlı sultanları ve ailesi tarafından yaptırılan ve ‘’sultan camileri’’ anlamına gelen selâtin camilerinin ilkidir. İlk Fatih Camii’nin inşasına 1463 Mart ayında başlanmış, inşaat yedi sene, on ay kadar sürmüş 1470 yılında tamamlanmıştır. Fatih Camii zamanın en büyük dinî ve kültürel merkezi olacak bir külliye şeklinde inşa edilmiştir. Caminin kuzeyinde ve güneyindeki Fatih Medreselerini, sekiz adet Tetimme Medresesi ve sekiz tane Sahn-ı Seman Medreseleri oluşturmaktadır. Fakat bu medreselerden Tetimme Medreseleri bugün mevcut değildir. Külliyenin güneydoğusundaki imaret, hastane konumunda olan darüşşifa, nekahethane konumunda olan tabhane, kütüphane, ilkokul konumundaki mektep, kervansaray ve türbeler külliyenin diğer bölümlerini oluşturmaktadır. 108.000 metrekarelik bir alanı kaplayan külliye o zamanın üniversitesi ve İstanbul’un Fatih tarafından yeniden kuruluşunun şehirle kaynaşan kültür merkezini ihtiva ediyordu. Bu büyük külliyenin merkezi konumunda olan ve Türk-İslâm mimarisinin en önemli basamaklarından birini oluşturan caminin mimarı hakkında hâlâ kesin deliller mevcut değildir. Buna rağmen araştırmacıların çoğu mimarının Atik Sinan yani Sinan Yusuf bin Abdullah el Atik olduğunda ittifak etmişlerdir.
1766 Depremi Sonrası Fatih Camii/Yeni Fatih Camii
Osmanlı devrindeki İstanbul zelzelelerinin en şiddetlilerinden sayılan ve muhtemelen İkinci Bayezid zamanındaki küçük kıyamete benzetilen depremle yalnız İstanbul değil civarı da sarsılmıştır. 22 Mayıs 1766 tarihi, Kurban Bayramı’nın üçüncü Perşembe günü vuku bulan bu büyük deprem gün doğduktan yarım saat sonra, iki dakikadan az sürerek İstanbul ve civarında büyük hasara sebep olmuştur. Depremin tarihî abidelerdeki tahribatının da hayli korkunç derecede olduğu, Sultan Selim, Şehzade, Süleymaniye, Nuru Osmaniye, Laleli, Valide ve Ayasofya Camileri hariç diğer camilerin bazılarının minarelerinin, bazılarının ise kubbelerinin çöktüğü kaydedilmektedir. İstanbul surlarının bazı yerleri de yıkılarak, ahşap saraylardan Beşiktaş Sarayı epeyce zarar görmüş, Topkapı Sarayı ve Eski Saray’da da bir hayli hasar meydana gelmiştir. Fatih Camii’ndeki hasar ise yeniden inşa etme gereği duyulacak kadar fazla olmuştur. Depremde caminin büyük kubbesi tamamen çökerek harap hale gelmiş, küçük kubbeler ve duvarlar da oldukça hasar görmüştür. Ayrıca imaret, hastane ve medrese yıkılmış, yüzden fazla öğrenci medrese yıkıntıları altında kalmıştır. Bunun üzerine cami Sultan III. Mustafa’nın emri ile tamamen yıkılarak yeniden inşa edilmiştir.
Evliya Çelebi’den Bir Kıssa
Evliya Çelebi’nin “Seyahatname”sinde yer alan hikâye şöyledir:
“Kutlu fethin sultanı şöhretine uygun bir cami beklemektedir. Ancak cami inşası tamamlanınca gördüğü yapı kendisini öfkelendirir. Atik Sinan’ı yanına çağırır ve mimar başını azarlar, ‘Benim camimi niçin Ayasofya kadar yüksek etmeyip bir Rum haracı değer sütunlarımı üçer arşın kesip Ayasofya’dan alçak ettin?’ diye sorar.
Mimarbaşı da ‘Padişahım, İstanbul’da zelzele çok olur, yıkılmasın diye iki sütunu iki arşın kesip Ayasofya’dan alçak ettim.’ diye özür dileyince, Fatih, ‘Özrü cürmünden şiddetlidir.’ diyerek mimarbaşının iki ellerini bileklerinden kestirir.”
Atik Sinan daha sonra kadı efendiye başvurarak adalet isteyecek ve görülen mahkeme sonunda Fatih Sultan Mehmet, mimar başının ailesine bakmakla görevlendirilecektir...
İlk Mimarî Yapı Değiştirildi
Caminin depremlerle hasar görmesinden sonra orijinalliğinin korunmasına dikkat edildiyse de Mehmet Tahir mimarî yapıyı değiştirdi. Fatih Camii’nin ilk yapımında, cami alanını genişletmek için duvarlar ve iki ayak üzerine bir kubbe oturtulmuş ve bunun da önüne bir yarım kubbe ilave edilmiştir. Caminin ikinci defa yapılışında payandalı camiler planı uygulanarak küçük kubbeli sivri bir bina meydana getirildi. Şimdiki durumda, merkezi kubbe dört fil ayağına oturmakta ve bunu dört yarım kubbe çevrelemektedir. Yarım kubbelerin etrafında ikinci derecede yarım ve tam kubbeler, mahfildeki ve dıştaki abdest musluklarının önündeki galerileri örtmektedir. Mihrabın sol tarafından, türbe yanından geniş bir rampa ile girilen hünkâr mahfili ve odalar bulunmaktadır. Minarelerin taş külahları ise 19. yüzyıl sonunda yapıldı. Caminin alçı pencereleri son devirlerde harap olduğundan değiştirildi. Avlu kapısının yanındaki yangın havuzu Sultan II. Mahmut tarafından 1825 yılında yaptırıldı. Caminin geniş bir dış avlusu ile avlunun tabhaneye çıkan kapısı eski camiden kaldı.
Fatih Sultan Mehmet Han’la İkinci Abdülhamid Han’ın Mülakatı
Yeni Padişah İkinci Abdülhamid Han, Eyüp’te Ebû Eyyub el-Ensarî Hazretleri’nin türbesinde yapılan merasimde, ananeler gereği Hazret-i Ömer’in kılıcını kuşanmış Edirnekapı üzerinden geri dönüyordu. Sultan Selim Camii’nde Yavuz Sultan Selim ve babası Sultan Abdülmecid Hanların türbelerini ziyaretten sonra Fatih Camii’ne gelindi. Padişah ve yanındakiler, büyük hükümdar, İstanbul fatihi Sultan Mehmed Han’ın türbesine girdiler. Dedesi, karşısındaydı.
Padişah büyük büyük dedesi olan bu büyük Türk hükümdarının kabri başında hürmetle ayakta duruyor, okunması gereken sure-i şerifleri ve diğer duaları okuyordu. Bir an elâ gözleri kapandı. Karşısında Fatih Sultan Mehmed Han’ı gördü. Mübarek dedesinin iki yanında hocaları ve art arda şeyhülislâmları olan Molla Hüsrev ve Molla Gürani vardı. Kalbi sızladı. Gözlerini açtı. Bir de şu anda arkasında duran devlet ricalini düşündü. Amcasının tahttan indirilmesi ve ardından şehit edilmesinde parmakları bulunan Sadrazam Rüştü Paşa, Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi, Mithat Paşa ve diğerleri. Aman yâ Rabbi, ne günlere kalınmıştı…
Gözleri yine kapandı. Aklına huzurunda bulunduğu büyük dedesi Fatih ile ilgili olarak Osmanlı tarihi hocası Vakanüvis Kazasker Lütfi Efendi’den işittiği menkıbe geldi. Fatih Sultan Mehmed Han Fatih Camii civarındaki meşhur medreseleri yaptırmıştı. Talebelerin medreseye girdiği ana kapının önüne mezar büyüklüğünde bir çukur kazılmasını emretmişti. Emri hemen yerine getirilmişti. “Çukurun üzerine bir ızgara koyun!” diye devam etmişti cihan padişahı. Demirden ızgara da yerleştirilmişti çukurun üzerine. Ancak hiç kimse bu yapılanlara bir mana verememişti. Ta ki büyük Fatih son emrini verene kadar: “Ben vefat edince üzerime, mezarımdan çıkan toprağı atmayın! Onun yerine bedenimi, medreseye devam eden ilim talebelerinin ayakkabılarından koparak ızgaranın altında biriken bu mübarek tozlarla örtün. Umulur ki Cenab-ı Hak, onların yüzü suyu hürmetine bana merhamet eder.”
Elâ gözler açıldı. Karşısında tecessüm eden ve memleketin düştüğü durum sebebiyle sitem dolu bakışlarını hissettiği dedesine yürekten söz verdi: “Cenab-ı Hakk’ın yardımıyla bu memleketi savaşlardan uzak tutacağım. Osmanlı mülkünün her tarafını okullarla donatacağım!”
Gerçekten de Sultan İkinci Abdülhamid Han, 33 senelik saltanatı süresince gerçekleştirdiği eğitim yatırımlarıyla Fatih’ten sonra eğitime en çok hizmet etmiş padişah unvanını alacaktı.
Fatih’in Naaşı
1766 senesindeki depremde civarındaki yapılarla birlikte harap olan türbe kısa zamanda onarılmış. Bu büyük onarım sırasında türbenin ilk yerine göre daha ileriye alındığı hususunda iddialar var. Buna göre Fatih Sultan Mehmed Han’ın türbesi daha ileri bir noktaya yeni baştan inşa edildiğinden Fatih Sultan Mehmet’in kabri de şimdiki câminin mihrabı altında kalmıştır. Hâlbuki bazı yeni araştırmalara dayanan bir iddiaya göre Fatih Camii’nin kıble duvarı ileri alınmamış, türbe de eski yerinde ve ilk binanın temelleri üzerine kurulmuştur. Yaygın bir söylentiye göre Sultan Fatih’in naaşı, türbeden caminin mihrabı altına kadar uzanan bir dehlizin sonundaki bir mezar odasında bulunmaktadır.
Reşat Ekrem Koçu “Osmanlı Padişahları” adlı kitabında bu konu hakkında şu bilgileri aktarmaktadır: “İkinci Abdülhamid devrinde, bir yıl, Fatih semtinden geçen ana suyolları patlamış geniş bir sahada evlerin bodrumlarını su basmış, semt halkından birkaç kişi de rüyalarında Fatih Sultan Mehmet’i görmüşler, “Boğuluyorum... Beni kurtarın…” demiş. Bu gibi şeyler üzerinde çok hassas olan Sultan Abdülhamid büyük ceddinin kabrini gizlice açtırmağa karar vermiş, bu işi de gayet gizli yapılması şartı ile Fatih İtfaiye Kumandanı Mehmed Paşa’yı memur etmiş. O da, gördüklerini hiçbir yerde söylemeyeceklerine güvendiği kimselerle işe başlamış. Türbede sanduka kaldırılmış, kabir açılmış, fakat üç metreden fazla derinliğe inildiği halde Fatih Sultan Mehmet’e ait hiçbir iz bulunamamış. Nihayet karşılarına bir demir kapak çıkmış, kapağı kaldırınca bir taş merdiven görmüşler. Merdiven gayet büyük bir mahzene iniyormuş, mahzenin ortasında büyük bir mermer, onun üstünde aynı taştan bir lâhit, lâhidin kapağını açmışlar, içinde Fatih’i bulmuşlar.
Yüz, ölümünden birkaç yıl evvel Gentile Bellini tarafından yapılmış portresindeki simayı tamamen andırıyormuş. Keyfiyet Abdülhamid’e arz edilmiş, o da, her ne sebepten ise, mahzen yolunun bir daha girilemeyecek şekilde kapatılmasını emretmiş. Fakat Mehmed Paşa bu tarihî sırrı muhafaza edememiş, Damat Şerif Paşa’ya nakletmiş, Şerif Paşa da Yahya Kemal’e söylemiştir. Fatih Sultan Mehmed türbesindeki sandukanın altında değil, camiin mihrabı altında yatmaktadır.
Kaynakça
Ahmet Vasıf, Vasıf Tarihi, İstanbul 1219, cilt: 1.
Celal Esat Arseven, Türk Sanatı, Cem Yay. İstanbul 1984.
Ekrem Hakkı Ayverdi, Fatih Devri Mimarisi, İstanbul Fetih Derneği Neşriyatı, No:11, İstanbul, 1953.
Evliya Çelebi, Seyahatname, Cilt 1-2. , İstanbul, 1985.
İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, cilt:1-4, İstanbul, 1972.
Kemal Altan, Mimari Eserlerimiz ve Mimarlarımız, sayı 5/6, İstanbul.
M. Cezar-M. Sertoğlu, Mufassal Osmanlı Tarihi, cilt: 1, İstanbul 1971.
Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, cilt 1 - 2, İstanbul, 1971.
Oktay Aslanapa, “Fatih Sultan Mehmet Zamanındaki Mimari Eserler”, İstanbul Armağanı, Fetih ve Fatih, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Bşk. Yay
Semavi Eyice, “Fatih Camii ve Külliyesi”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Fasikül 80, Haziran 1995.