SIRÂT-I MÜSTAKÎME ULAŞTIRAN DERGÂHIMIZ VAR
"Mutasavvıf şairler¸ yazdıkları şiirlerde¸ genel olarak¸ kendi hâllerini¸ anlayışlarını¸ yollarını dile getirirler. Meselâ Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî¸ Mesnevî'de ve Dîvân-ı Kebir'de yaşadığı tasavvufî tecrübeyi bizlere aktarmış; Yunus Emre de¸ şeyhi Taptuk Emre'den aldığı mânâyı insanlarla buluşturmaya çalışmıştır. Hulûsi Efendi ise Dîvân ve Mektûbât'ında kendi yolunu¸ hâlini sevenlerine arz etmiştir." Bundan yirmi beş yıl önce¸ 14 Haziran 1990 tarihinde ruhunu Rabb'ine teslim ederek dünyadan ayrılan son devir mutasavvıflarından Osman Hulûsi Efendi¸ dinî-tasavvufî edebiyatımızın XX. yüzyıldaki önemli temsilcilerindendir. O¸ cemâatin önüne geçip namaz kıldıran ve hutbeleriyle onları bilgilendiren bir imam-hatip; müritlerini terbiye ederek onların gönül dünyasını aydınlatan Nakşî-Hâlidî yoluna mensup bir tasavvuf önderi; aynı zamanda Divan edebiyatı geleneğine uygun olarak tertip ettiği Dîvân'ı ile önemli bir mutasavvıf şairimizdir. Onun bir başka önemli husûsiyeti ise¸ okul¸ cami¸ çeşme¸ hastane vb. sosyal hizmetlerin yapılmasına öncülük eden bir gönül insanı¸ hayırsever bir şahsiyet olmasıdır. Biz bu yazımızda¸ onun Peygamber ahlâkını taşıyan kişiliğinin şekillenmesini sağlayan yolunu¸ ana çizgileriyle¸ anlattığı bir gazelini açıklamaya çalışacağız. Kendi Yolunu¸ Hâlini Sevenlerine Anlatıyor Mutasavvıf şairler¸ yazdıkları şiirlerde¸ genel olarak¸ kendi hâllerini¸ anlayışlarını¸ yollarını dile getirirler. Meselâ Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî¸ Mesnevî'de ve Dîvân-ı Kebir'de yaşadığı tasavvufî tecrübeyi bizlere aktarmış; Yunus Emre de¸ şeyhi Taptuk Emre'den aldığı mânâyı insanlarla buluşturmaya çalışmıştır. Hulûsi Efendi ise Dîvân ve Mektûbât'ında kendi yolunu¸ hâlini sevenlerine arz etmiştir. Aşağıda açıklamaya çalışacağımız Dîvân'ın 121. gazeli olan dokuz beyitlik¸ "vardır" redifli şiirinde o¸ Allah'a samîmî olarak inanan bir mü'min; Hz. Peygamber (s.a.v.)'e¸ onun aile ve ashâbına gönül vermiş¸ onun şerîatına teslim olmuş uyanık gönül sahibi bir Müslüman ve Nakşbendî Tarîkatı'na mensup bir mutasavvıf olduğunu şöyle belirtmiştir: Hudâ'ya bin şükür bir mü'miniz Allâhımız vardır Şehâdet eyleriz ancak Rasûlu'llâhımız vardır "Hudâ'ya binlerce şükürler olsun ki Allah'a inanan bir mü'miniz ve Allah'ın elçisinin olduğuna da şehâdet ediyoruz." Bu beyitte Hulûsi Efendi (k.s.) tevhîd inancına dayalı bir mü'min¸ kul ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ümmet olduğu için Cenâb-ı Hakk'a binlerce şükür ettiğini söylemektedir. Bir kul için en önemli nimet¸ şüphesiz sağlam bir inançtır. Mü'min olmanın ilk şartı kelime-i şehâdette ifadesini bulan¸ Allah'ın birliğine iman ve Hz. Muhammed (s.a.v.)'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna inanmaktır. Hulûsi Efendi şiirinin ilk beytinde bu inancını dile getirmiştir. Tahiyyât u selâm olsun ana hem âl u sahbına Ki şer-i pâkine münkâd dil-i âgâhımız vardır "Her türlü tahiyyât ve selâm Hz. Peygamber (s.a.v.)'e¸ onun ailesine ve ashâbına olsun. Onun tertemiz şerîatına boyun eğmiş¸ teslim olmuş bir uyanık gönlümüz vardır." Allah'a şükür ve hamdden sonra¸ bir mü'min için en önemli vazife¸ Hz. Peygamber (s.a.v.)'e¸ onun aile ve ashâbına salât u selâm eylemektir. Hulûsi Efendi bu beytin birinci dizesinde bu vazîfeyi îfâ ettikten sonra¸ ikinci dizede Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şerîatına boyun eğmiş uyanık bir kalbinin olduğunu ifade etmiştir. Tasavvuf yolunun en temel ölçüsü şerîata¸ Hz. Peygamber (s.a.v.)'in rehberliğine uygun bir şekilde teslim olmak ve onun prensiplerini takvâ ölçüsünde yaşamaktır. Tasavvufun hedefi¸ gönlü bu teslimiyeti kabul edecek şekilde tasfiye etmektir. O Şâh-ı Nakş-bendin bendesiyiz bâb-ı lütfunda Sırât-ı müstakîme muttasıl dergâhımız vardır "O Şah-ı Nakşbend'e bağlı olan bir köleyiz ve onun lütuf kapısında sırât-ı müstakîme bitişik olan bir dergâhımız vardır." Bu beyitte dile getirilen Şâh-ı Nakşbend'den murâd¸ Nakşbendîlik yolunun kurucusu olan Şeyh Muhammed Bahâuddîn-i Nakşbendî (ö.791/1389) Hazretleri'dir. Hulûsi Efendi (k.s.)¸ kendi yolunun en önemli temsilcilerinden olan bu Pîr'inin ismini zikrederek Nakşbendî Tarîkatı'na mensup bir mutasavvıf olduğunu belirtmiştir. Aynı zamanda¸ kendi temsilciliğini yaptığı tarîkatın¸ Fâtiha Sûresi'nde¸ Rabb'imizden bizi ulaştırmasını niyaz ettiğimiz sırât-ı müstakîm (dosdoğru yola)'e bitişik olduğunu dile getirmiştir. Bu ifade¸ bütün hak tarîkatların olduğu gibi¸ Nakşbendîliğin de Kur'an ve Sünnet'in gösterdiği çizgide bir yol olduğunu anlatmaktadır. Bi-hamdi'llâh bizim kaygı gününden bâkımız yokdur Şefî-i rûz-ı mahşer çâre-sâz-ı râhımız vardır "Allah'a hamdolsun ki bizim kaygı gününden bir korkumuz yoktur. Çünkü mahşer gününde şefâatçi olacak¸ yolumuzun çarelerini gösterecek bir kimse vardır." Hulûsi Efendi bu beyitte¸ kaygı günü ifadesi ile mahşerde hesâba çekileceğimiz zamanı/mahşeri ve ikinci mısrada geçen¸ Şefî-i rûz-ı mahşer çâre-sâz-ı râhımız/Mahşer günü şefâatçimiz ve yolun çâresi olacak kimse sözleriyle ise¸ Hz. Peygamber (s.a.v.)'i kasdetmekte ve onun kıyâmet günündeki şefâatine mazhar olmayı ümit etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kıyamet gününde ümmete şefâatçi olacağı sahih rivayetlerle sabit bir konudur. Reh-i aşkındayız gerçi anın âvâre bir sâlik Cenâb-ı Pîr-i rûşen-dil Karîbu'llâhımız vardır "Onun gösterdiği aşk yolunda gerçi âvâre¸ ne yapacağını bilmeyen bir sâlikiz amm⸠aydınlık bir gönle sahip olan Pîrimiz¸ Karîbu'llah'ımız var." Hulûsi Efendi'nin Şeyhi İhrâmcızâde İsmâil Hakkı Toprak Efendi (k.s.)'dir Hulûsi Efendi üçüncü beyitte Nakşbendî yolunun Pîri olan Şah-ı Nakşbend'i zikrettikten sonra bu beyitte ise¸ döneminin önemli Nakşî şeyhlerinden olan kendi şeyhini anmıştır. Bu beyitteki¸ "Allah'a yakınlık elde etmiş" anlamına gelen Karîbu'llâh kelimesi ile kasdedilen kimse¸ Hulûsi Efendi'nin şeyhi İhrâmcızâde İsmâil Hakkı Toprak (ö. 1969)'tır. Nitekim Hulûsi Efendi Dîvân'ının son taraflarında kaydedilen manzûm Farşça silsile-i şerîfde de bu durum şöyle ifade edilmiştir: Be-ân hurşîd-i âlem-tâb Karîbu'llah-ı İhrâmî Celîlü'l-menkabet hem âlî-himmet-râ cihân meşhûr Hulûsi Efendi (k.s.)¸ "Gerçi biz bu yolun gereklerini tam yerine getiremeyen avare bir sâlikiz amma¸ Allah'a yakınlık kesbetmiş/Karîbullah olan¸ gönlü mârifet nurlarıyla aydınlanmış bir şeyhimiz vardır." diyerek mürşidinin Hak katında değerli bir makamının olduğunu ve onun rehberliğine olan inancını dile getirmiştir. Mukavves kaşlarından gayrı bir mihrâbımız yokdur Bizi tan eyleyen nâ-merde eyvâllahımız vardır "Onun kavisli kaşlarından başka yönelecek bir mihrâbımız¸ yönümüz yoktur. Bu hususta bizi kınayanlara da sadece eyvallâh¸ "öyle olsun" sözümüz vardır." Başka Rehber Aramam Hulûsi Efendi Hazretleri¸ bu beytin birinci mısraında şeyhine olan bağlılığını ve ondan başka bir rehber aramadığını dile getirmiştir. Dîvân şiirinde sevgilinin kaşı kavisli şekli sebebiyle yay'a¸ mihrâba benzetilmektedir. Burada mihrâb kelimesi ile kasdedilen husus¸ namazda yönelinen mihrâb değildir. Mihrâb kelimesinin sözlük anlamlarında ümit bağlanan yer¸ iktidâ olunacak yer anlamları da vardır. Bu beyitte Hulûsi Efendi¸ kemâl yolculuğunda ümit bağladığı kapının ve bu yolculukta rehberinin şeyhi İsmâil Hakkı Toprak olduğunu; bunu anlayamayıp kendisini ayıplayanlara da eyvallah demekten başka bir sözünün olmadığını söylemiştir. O müşgîn zülfü koklatmaz yanakdan bûse vermezse Kesilmez tâ kıyâmet nâle-i cân-gâhımız vardır "Pirimiz misk kokulu zülfü koklatmaz ve yanaktan bûse/öpücük vermezse; kıyâmete kadar dinmeyecek candan bir inleyişimiz vardır." Tasavvufî şiirde yâr-i hakîki/gerçek sevgili Allah'tır. Hz. Peygamber (s.a.v.) ve onun ahlâkıyla ahlâklanmış mürşid-i kâmiller¸ bizi yâr-i hakîkîye götürecek yolu ve usûlü öğreten rehberlerimizdir. Bu beyitte geçen zülüften koklamak ve yanaktan bûse vermekten murâd¸ sevgiliye yakın olmak ve onun vuslatını elde etmek; gaybî sırlara mazhar olmak ve bu tecellî ile haz duymaktır. Hulûsi Efendi (k.s.)¸¸ eğer bu tecellîlere mazhar olamazsa¸ bu yakınlığı elde edemezse bunun acısı ile inleyişlerinin kıyâmete kadar devam edeceğini söylemektedir. Ne derlerse desinler bîgânelerden ictinâbım yok Harîm-i yâra mahrem dilde resm-i râhımız vardır "Bize ve yolumuza yabancı olanlar¸ bizi bilmeyenler ne derlerse desinler onlardan çekinecek bir durumum yok. Sevgilinin mahremiyetine/esrârına ermiş olan gönlümüzde¸ belirlenmiş bir yolumuz vardır." Hakikat Yolundayız Tasavvuf yolunun müesseseleşmiş hâli olan tarîkatların¸ vuslat yolculuğunda takip ettikleri zikir¸ râbıta¸ murâkebe¸ halvet vb. belli başlı usulleri vardır. Bunlar hakkında bilgisi olmayanların yapmış olduğu eleştiriler¸ bu yolun hakikatine inanmış kimselere tesir etmez. Çünkü yolun sâliki¸ yolunun kendisini yâr-i hakîkî olan Allah'ın tecellîleriyle buluşturacağından emindir. Hulûsi Efendi de bu beyitte¸ yolunun doğruluğundan ve hakikatinden emin bir şekilde bu husûsu dile getirmiştir. Hulûsî kûy-ı yâra kazsalar mezârımız dostlar Yolunda öldü derler başka ne günâhımız vardır "Ey Hulûsi¸ dostlar¸ sevgilinin diyarına mezarımızı kazsalar; çok olsa onun yolunda öldüğümüzü söylerler; bundan başka ne günâhımız vardır?" Gazelinin son beytinde Hulûsi Efendi¸ mezarının sevgilinin diyârına/kûy-ı yâre kazılmasını istiyor. Seven sevdiğine hayatta yakın olmak istediği gibi¸ öldüğünde de yakın olmak ister. Bu aşkın en belirgin göstergelerinden biridir. Sevginin isbâtında en önemli şâhit ise¸ sevgilinin yolunda canını verebilmektir. Hulûsi Efendi¸ Kur'an ve Sünnet çizgisinde bir yol olduğuna inandığı Nakşbendîlik Tarîkatı'na gönülden bağlı bir kimse olduğunu bu şiiriyle dost düşman herkese anlatmıştır. Dostlarını bu yola teşvik ederken¸ bu yolda yürürken düşmanların kınamasından çekinilmemesi gerektiğini ve gerekirse bu yolda can vermekten geri durmayacağını veciz bir şekilde ifade etmiştir.
Zülfikar GÜNGÖR
YazarTefsir, hadis ve fıkıh âlimi. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in bacanağı, Şeyh Edebali’nin hemşehrisidir. Doğum tarihi bilinmemektedir. Sultan Orhan devrinde vefat etti. Karamanlı olan Durs...
Yazar: Muammer YILMAZ
Millî şairlerimizden Orhan Şaik Gökyay’ın “Bu Vatan Kimin” adlı şiirinden iki dörtlükle yazımıza başlayalım. Bu vatan toprağın kara bağrında Sıradağlar gibi duranlarındır, Bir tarih boyunca onun ...
Yazar: Sırrı ER
Yavuz Sultan Selim’in kısa süren saltanatından sonra Osmanlı Devleti’nin başına geçen oğlu Kanûnî Sultan Süleyman da babası ve dedeleri gibi tasavvufa meyilli bir padişahtı. Hatta o tasavvufa meyli ba...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Sultan I. Ahmed, 18 Nisan 1590 günü Manisa’da doğdu. Babası Sultan III. Mehmed, annesi Handan Sultan’dır. Çok mükemmel bir tahsil gördü. Arapça ve Farsçayı mükemmel derecede konuşurdu. Ok atmak, kılıç...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE