SILA-İ RAHİM
Akraba” aynı soydan gelen kimseler demektir. Akrabalık kan bağı ile oluştuğu gibi, evlilik yoluyla da oluşabilir. Bu kavramın İslam literatüründeki karşılığı sıla-i rahimdir. Sıla-i rahim, Kur’an ve sünnet tarafından düzenlenen, akrabaların birbirlerine karşı yerine getirmeleri gereken hak ve sorumlulukları düzenler. Bu sorumluluklar arasında, karşılıklı ziyaretleşme, haberleşme, maddî ve manevî yardımlaşma gibi çeşitli yollarla akrabalık bağlarının korunması ve güçlendirilmesi yer alır. Bu kavramdaki “rahim” kelimesi, Cenab-ı Allah’ın “Rahman” isminden alınmıştır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu gerçeği şöyle ifade etmektedir: “Merhamet edenler, Rahman’ın da kendisine merhamet ettiği kimselerdir. Siz yeryüzündekilere merhamet ederseniz, göktekiler de size merhamet eder. ‘Rahim’ (akrabalık bağı) Rahman kökünden türemiştir. Kim onu sürdürürse Allah da onunla ilişkisini sürdürür; kim de onu koparırsa Allah da o kimseyle ilişkisini koparır.”1 “O halde, akraba ilişkileri, bir ucu Rahman ve Rahim olan Yüce Allah’a uzanan son derece kıymetli ve bir o kadar da anlamlı ilişkilerdir. Akrabalarımızla kurduğumuz bağ, bir kul olarak Allah’la kurduğumuz bağı etkileyecek kadar önemlidir. Onlarla iyilik, hoşgörü, merhamet ve adalet üzerine geliştirdiğimiz sağlıklı bir ilişki, her bakımdan rahmete yol açacaktır. Bu rahmet ve merhamete birey, toplum ve hatta topyekûn insanlık olarak ne kadar da muhtaç olduğumuz açıktır. Şurası bir gerçek ki, gittikçe kalabalıklar içinde yalnızlaşıyor, sahipsizleşiyoruz. Gerek akrabalarımız gerek diğer insanlarla ilişkilerimiz zayıflıyor. Kendimizin dışındaki insanları ve onların problemlerini günden güne umursamaz oluyoruz. Huzuru, sevinci, üzüntüyü, varlığı, yokluğu tek başımıza yaşamaya doğru hızla ilerliyoruz. Oysa problemler, üzüntüler paylaştıkça hafifler, aynı şekilde sevinçler de paylaşıldıkça daha bir anlam kazanır. Ahlakımız, ticaretimiz, sanatımız, dinlenme ve eğlence kültürümüz, insanî ilişkilerimiz gittikçe yozlaşıyor. Bunun en önemli sebebi, modern dünyanın bizlere sunduğu hayat tarzı ve kendi değerlerimizden uzaklaşmamız olsa gerek. Kentlere doğru yaklaştıkça gündelik hayatın hengâmesi içinde aile ve akraba ilişkilerinin zayıfladığını, hatta kaybolma noktasına geldiğini görüyoruz. Oysa dinimiz, bir taraftan akraba ilişkilerini mümkün mertebe kuvvetlendirmemizi, onlardan muhtaç konumda olanları koruyup desteklememizi emrederken, diğer taraftan da yakınlarla ilişkilerimizi koparmamızı yasaklamaktadır.”2 Yüce Allah; Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz Allah, üzerinizde bir gözetleyicidir.”3 “Demek, siz başa geçtiğinizde yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve akrabalık bağlarını koparacaksınız, öyle mi? İşte bunlar, Allah’ın lanetleyip kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği kimselerdir. Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerin üzerinde kilitler mi var?”4 Kendi akrabalarına, süt akrabalarına ve eşlerinin yakınlarına da her zaman çok yakın ilgi gösteren Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de, insan hayatı açısından sıla-i rahmin önemine işaret eden hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: “Kim rızkının genişletilmesini veya ömrünün uzatılmasını isterse akrabalarıyla ilgilensin.”5 Bir başka hadis-i şerifinde ise şöyle buyurmaktadır: “Haddi aşmak ve akraba ile ilişkiyi kesmek kadar, Allah’ın bu dünyada cezasını peşin olarak vereceği başka bir günah yoktur.”6 Aslında dünya insanlığı olarak yaşadıklarımız bu hadis-i şerifin tecellisini göstermiyor mu? Anne ve babalarımızı huzur evlerine ve yaşlı bakım evlerine yerleştirdik. Sonra da bakıcılara emanet ettiğimiz çocuklarımızı takip edebilmek için evlerimize kameralar yerleştirmek zorunda kaldık. Bir arkadaşımın anlattıklarını onun dilinden aktarayım: “Liseye giden ergenlik çağındaki oğlumun bir sorunu vardı. Dersleri her geçen gün kötüye gidiyordu, ona bir türlü ulaşamıyorduk. Bize kendisini tamamen kapatmıştı. Eşimle birlikte büyük bir çaresizlik içindeydik. Okulundaki rehber öğretmene vs. gittik ama bir türlü oğlumu çözemedik. Sonra başka bir şehirde oturan kayınvalidem ve kayınbabam bir haftalık bir ziyaret için bize geldiler. Üç dört gün sonra mutfakta yemek yaparken kayınvalidem yanıma geldi ve oğlumun sorununu bana anlattı. Hayret ettim. - Anne, biz aylardır bunu öğrenmek için uğraşıyoruz ama anlatmadı bir türlü, sen nasıl öğrendin, dedim. Kayınvalidem: - Sizin durumunuzu bilmiyordum. Ben namazımı kıldım. Tespih çekiyordum. Dizime uzandı. Ben bir yandan tespih çekerken bir yandan saçlarını okşadım. Sonra yavaş yavaş konuşmaya başladı ve her şeyi anlattı, dedi. Sanırım, bizler çocuklarımızın başını okşayan bu eli evimizden uzaklaştırdığımız için onlara ulaşamaz olduk. Yaşadığımız birçok sorunun altında da bu yatıyor olsa gerek.
Cansever DOKUZ
YazarSon zamanlarda ilahiyatçılar olarak gençlerin iman konusundaki yaklaşımları ile ilgili soru ve sorunlarla daha fazla muhatap olmaya başladık. Meselenin daha rahatsız edici olan yanı ise bu sorunları y...
Yazar: Cansever DOKUZ
Âdem Peygamber’den bugüne kadar, Yeryüzünde tüm insanlar kardeşiz. Kucaklaşacağız mahşere kadar, Her ülkede tüm insanlar kardeşiz. Dostunu yaralar dosttan gelen taş, Dünya baki değil, nedir bu ...
Şair: Rabia BARIŞ
Gıdaların genetiğiyle mi yoksa yeni neslin genetiğiyle mi oynandı bilmem ama anne babaların, çocuk eğitiminin genetiğiyle oynadığı bir gerçek. Eskiden çocuklarını doğal yollarla (anne sütü, ev yapı...
Yazar: M. Emin KARABACAK
Ömer b. Hattab (r.a.)’dan rivayet edildi: “Bir gün Rasûlullah (s.a.v.)’in yanında bulunduğumuz sırada elbisesi beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah, üzerinde yolculuk izi bulunmayan fakat hiç birimi...
Yazar: Cansever DOKUZ