ŞİİRİN UFKU ŞAİRİN HAYALİ
Bilindiği üzere peygamberlerin mucizeleri, kendi devirlerinde revaçta bulunan ve gelişmiş olan bilim ve sanata göre farklılık arz etmektedir. Bu durum, onların gönderildikleri kavimde kabul edilmelerini ve itibar görmelerini de kolaylaştırma hikmetine mebnidir. Söz gelimi sihir maharetinin zirve yaptığı bir dönemde Hz. Musa, insanların bizzat görebilecekleri şekilde asanın yılan olması ve elinin beyaza dönmesi, Hz. İsa ise tıbbın revaçta olduğu bir demde â‘mâları iyileştirmek ve ölüleri diriltmek gibi hissî mucizelerle gönderilmişlerdir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ise devrin icabı olarak, edebiyat ve şiirin adeta hayatın bir parçası hâline geldiği, şiir yarışmalarının düzenlendiği, insanların neseplerini ve asaletlerini ortaya koymak için şiir inşâd ettikleri bir dönemde i‘câzı ve üslûbu ile dönemin Arap ediplerini ve muteber şahsiyetlerini hayrette bırakan Kur’an-ı Kerim’le gönderilmiştir.[1] Fakat bu durum aynı zamanda müşrikler tarafından, vahyi şiir ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’i de şair olarak yaftalamak suretiyle, iman etmeyi düşünenlerin zihinlerinde şüphe uyandıracak bir delil olarak da kullanılmıştır. Kur’an bu iddiaları reddederken,[2] şiiri de ıslah etmiştir. Buna göre sapkınlara uyan ve yapmadıklarını söyleyen şairler eleştirilmiş; iman edip sâlih amel işleyen, Allah’ı çokça anan ve haksızlığa karşı gelenler övülmüştür.[3] İlgili ayet ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Şiirde hikmet vardır.”[4] buyurması, Arap toplumunda var olan şiir söyleme geleneğinin meşru bir zeminde devamını sağlamıştır. Öyle ki şiir, adeta Hz. Peygamber (s.a.v.)’i ve Müslümanları savunma, düşmanlarının aleyhteki söz ve davranışlarını etkisiz hâle getirmek için kullanılan bir silaha dönüşmüştür. Bu faaliyetleri ile ciddi başarılar elde ede Abdullah b. Ravâha, Hassân b. Sâbit ve Ka’b b. Mâlik bilahare Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şairleri olarak tanınmışlardır.[5] Şiirin dinî bir kimlik kazanması, ihtiva ettiği konulardaki değişimle gerçekleşmiştir. Buna göre İslâmî şiir, tevhidi, Hz. Peygamber (s.a.v.) sevgisi ve övgüsünü, ayet ve hadisleri, dua ve nasihatleri, ahlâkî öğretileri konu edinmiştir. Özellikle Hz. Peygamber (s.a.v.)’i ve hayatını muhtelif yönleri ile konu edinen hilye, mevlid, miraciye, delail, şemail türü eserler ve na‘t-ı şerifler, İslam edebiyatında ciddi bir yekûna tekabül etmektedir. Bunlar arasında da na‘t-ı şerîf yazmak, Müslüman şairin hayali, özlemi ve kızıl elması olmuştur. Şairler, yazdıkları şiirlerde tıpkı önceleri Hz. Peygamber (s.a.v.)’i hicveden, Müslüman olduktan sonra da özür mahiyetinde bir methiye yazan ve affedilen Ka‘b b. Züheyr gibi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sevgisini kazanmayı ve şefaatine nail olmayı umarak şiir kabiliyetlerini göstermişlerdir.[6] Dahası Cenâb-ı Allah, Habibi’ne na‘t yazılabilmesi için insana şiir kabiliyetini vermiştir. Yazılan bütün şiirler aslında En Sevgiliye na‘tla taçlanacak denemeler hükmündedir. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v.) nasıl insanlığın ufku ise na‘t da şiirin ufkudur.[7] Peki, na‘t nedir? Lügatte “nitelemek, iyi ve güzel şeyleri abartılı biçimde dile getirmek; nitelik, vasıf” anlamlarına gelen na‘t kelimesi daha sonra Hz. Peygamber (s.a.v.)’i övmek için yazılan şiirleri konu edinen türe adını vermiş ve bir edebî ıstılah haline gelmiştir.[8] Yukarıda ismi geçen sahabelerin, müşriklere karşı Hz. Peygamber (s.a.v.)’i yüceltmek için söylediği şiirler bu türün ilk nüvelerini teşkil etmektedir. Na‘tlarda Hz. Peygamber (s.a.v.)’in isimleri, doğumundan irtihaline hayatının mühim sahneleri, mucizeleri, âlemlerin varlık sebebi olması, insanlık tarihine katkıları, varlık sahnesinde bıraktığı emsalsiz izler, şemaili, güzel ahlakı ve örnekliği konu edilir. Ayrıca Medine’ye ve Asr-ı Saadet’e duyulan özlem, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in risaleti, savaşları, yaşadığı dönemin şartları, kullandığı eşyalar, ümmetine olan düşkünlüğü, şefaati, mü’min kalplere vurduğu sevgi mührü ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’e bağlılık da ele alınmaktadır. Bütün bunlar adeta Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayatının portresini şiirle çizme[9] çabasının tezahürleridir. Fakat hangi resim aslını tutar. Bizzat Yüce Yaratıcı tarafından “Muhakkak sen yüce bir ahlâk üzeresin.”[10] sözüyle övülen ve ömrüne yemin edilen[11] Peygamber Efendimiz (s.a.v.), yaratılmışların diliyle ne kadar övülebilir? Hangi kelime O’nu vasfeder, hangi beyit O’nu anlatabilir, hangi şiir O’nu tanıtmaya kifayet eder? Beşerin dili, kalpten doğan sevgiyi, ruhu besleyen manevî tecrübeyi, özlem ve hasret gibi naif duygulara yetişebilir mi? Hz. Peygamber (s.a.v.)’i övmek, O’nun değerine değer katan bir şey midir? İşte tam bu demde Hz. Mevlânâ, “Övmek bir mertebe işidir, övmek için tanımak.” gerekir diyerek[12], Hz. Peygamber (s.a.v.)’i methetmenin alelâde bir iş olmadığını, övenle övülen arasında bir ünsiyet, tanışıklık ve kalbî irtibat olması gerektiğini ima eder. Hal böyleyken şairler neden na‘t-ı şerif yazarlar sorusuna ise Ebû Temmâm, Hassan b. Sâbit’ten aktardığı şu beyitle cevap verir gibidir: Sözlerimle Muhammed (s.a.v.)’i methetmedim Bilakis O’nunla sözlerimi methetmiş oldum[13] Bu düşünceye göre na‘t-ı şerif yazmak, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in methetmek suretiyle söze, şaire ve şiire kıymet vermekten ibarettir. [1] Bu konuda detaylı bilgi için bkz. İslâm ve İhsan, Peygamberlerin Mucizeleri Nelerdir? (Erişim 11 Şubat 2021) [2] 69/Hâkka, 44; 36/Yasin, 96. [3] 26/Şuarâ, 224-227. [4] Buhârî, Edeb, 90. [5] Mehmet Yalar, İslami Arap Şiiri ve Hz. Peygamber, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 18/1, 14. [6] Emine Yeniterzi, “Na‘t”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul, TDV Yayınları, 2006), 32/436-437. [7] Emine Yeniterzi, Divan Şiirinde Na‘t, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1993, 2. [8] Mustafa Çiçekler, “Na‘t”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul, TDV Yayınları, 2006), 32/435-436. [9] Emine Yeniterzi, Divan Şiirinde Na‘t, 2. [10] 68/Kalem, 4. [11] 15/Hicr, 72. [12] Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, Çev. Cemal Aydın, İstanbul: Sûfî Kitap, 2019, 34. [13] Ahmed El-Fezari El- Kalkaşendî, Subh’u-l A’şa Fi Kitabeti’l-İnşa, Beyrut: Daru’l-Kütüb’l- İlmiyye, 1987, II, 321; Bu söz için ayrıca bk. İmam Rabbânî, Çev. Orhan Ençakar, Mektûbât-ı Rabbânî, İstanbul, Yasin Yayınevi, II/59.
Hamit DEMİR
Yazar“Birlik ve beraberlik”, çok sık duyduğumuz kavramlardan olsa gerek. Öğrencilik yıllarımızdan tutun, mezuniyetten sonra, askerlik görevinde, iş hayatında, kitle iletişim araçlarında, velhasıl bu toprak...
Yazar: Selçuk ALKAN
Taşkent, Semerkant arası 305 km ve yollar gayet bakımlı. Fakat azamî hız sınırının 60 km olması ve birkaç kilometrede bir koyulan radar kameraları yol süresini biraz uzattı. Semerkant’a vardığımızda t...
Yazar: Hamit DEMİR
Asıl adı Ebû Hâmid Ferîdüddîn Muhammed b. Ebî Bekr İbrâhîm-i Nîsâbûrî (öl. 618/1221) olan, Mantıku’t-Tayr ve Tezkiretü’l-evliyâʾ eserleri ile daha çok tanınan Ferîdüddîn Attâr, Horasan Selçuklularının...
Yazar: Hamit DEMİR
El-İstifâ min Esmâi'l-Mustafâ (s.a.v.)15.yüzyıl Arap şairlerinden Allâme Bulkînî, Mısır’da Memâlikü’l-Burciyye[1] Devleti’nin faaliyet gösterdiği bir dönemde yaşamıştır. O dönemde hem doğudan hem de b...
Yazar: Hamit DEMİR