ŞİİRDE FESAHAT KUSURLARI
Şairin şiirden maksadı mana mıdır, sesler arası uyumu bulmak/duyurmak mıdır, musıkî midir? Bugün efkâr-ı umumun itilaf ile kabul ettiği şaheser durumdaki şiirlere baktığımızda mana derinliği, sesler arası uyum, rahat anlaşılırlık… gibi birtakım özelliklerin beğenilen bu şiirler üzerinde toplandığını biliyoruz. Fakat gramer açısından incelediğimiz zaman bu şaheser durumundaki şiirlerde, düzyazıda hemen fark edilen birtakım anlatım hatalarının âdeta gizlendiğini de görebiliyoruz. Bu açıdan şiir için kullanılan sihir sözünün de gerçekliği ortaya çıkmaktadır. Yani aslında gördüğümüz değil, şairin bize göstermek istediği ön plana çıkabiliyor. Günümüzde “anlatım bozukluğu” diye bilinen fesahat kusurları sözün ses yapısı ve anlamıyla ilgilidir. Anlatımın sözlü olduğu durumlarda sık sık kuralsız ya da bozuk anlatıma düşülebilir; ama yazılan yazıda düşülen kuralsızlıklar fazla da hoşgörüyle karşılanmaz. Bu yüzden hele yazarın/şairin ne söylediğini ne anlatmak istediğini iyi tespit etmesi, yazdıktan sonra tekrar gözden geçirmesi gerekiyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, konuşurken yapılan hatalar hoş görülebilir çünkü insan konuşurken kullanacağı kelimeleri bir anda toparlayamayabilir. Rast gele bir yazıda da aceleden dolayı, hata yapılabilir. Ama bir edebî eserde, bir şiirde anlatım bozukluğunun yapılması hele bunların bir yerde o şekilde yayınlanması pek hoş görülemez. Çünkü yazılan bir yazının tekrar gözden geçirilmesi gibi bir fırsat her zaman vardır. Peki, acaba eskilerin “fasih” dediği anlatımın açık, akıcı, duru olmasının sırrı nedir? Evvelâ yazdığımızın/söylediğimizin ne anlama geldiğini, okuyanın/dinleyenin bunlardan nasıl bir anlam çıkarabileceğinin hesabını iyi yapmalıyız. Vermek istediğimiz mesajın alıcı tarafından nasıl duyulabileceğini kestirebilmeliyiz. Anlatım bozukluğunun sebeplerine baktığımız zaman şöyle bir durumla karşılaşıyoruz: Noktalama eksikliği: Fuzulî’nin “Kâh bir nokta eksiğiyle gözümüzü kör eyler.” dediği türden. Bu durum en çok da virgül eksikliği ya da virgülün farklı yere konulmasından kaynaklanır. Zamir eksikliği: Eski yazıda böyle bir fesahat kusuru yoktu. Çünkü nun (n) harfinden hâriç Osmanlı alfabesinde bir de nazal n harfi vardı. Nazal n ile yazıldığında “Kalemiňi aldılar.” cümlesinde olduğu gibi nesnenin muhataba (2. tekil şahıs); nun ile yazıldığında da gâibe (3. tekil şahıs) ait olduğu bilinirdi. Oysa günümüz alfabesinde bir tek n harfi olduğu için kullandığımız çoğu cümlede “senin, onun” gibi zamirleri, dolayısıyla anlatımda sadeliği bozan söz katmaya mecbur kalıyoruz. Söz gelişi aşağıdaki cümlede nesnenin kime ait olduğu belli olmadığı için anlam açık değildir: “Sesini duyunca dağıldılar.” Burada ses kime ait; sana mı yoksa ona mı belli değil. Dolaylı tümleç eksikliği: Dolaylı tümleç eksikliği de anlatım bozukluğuna yol açar. “Size gelip gidenlerin haddi hesabı belli değil.” cümlesindeki anlatım bozukluğu buna örnektir. Doğrusu “Size gelen, sizden gidenlerin haddi hesabı belli değildir.” olmalıydı. Özne eksikliği, özne yanlışlığı: Genellikle sıralı cümlelerde bir cümle için yeterli olan özne ikinci cümlede kullanılmadığı için anlatım bozukluğu meydana gelir. Mesela, “Bu durumu herkes biliyor ama aldırış etmiyor.” cümlesinde ikinci cümlenin başına “hiç kimse” öznesi gelmeli, vs. İşte bir kısmını zikretmeye çalıştığımız anlatım bozuklukları hem düz yazıda hem de şiirlerde çokça rastlanmaktadır. Şiirlerde Görülen Anlatım Bozuklukları Şiirde yukarda belirttiğimiz anlatım bozukluklarının yanı sıra, şiire ait bazı kurallardan dolayı anlatım kusurları ortaya çıkmaktadır. Şiirlerde meydana gelen anlatım bozukluğunun birkaç sebebi vardır. Bunlardan en fazla dikkat çekeni, şairin ölçüyü tutturma ya da kafiyeyi denk getirme gayretinden kaynaklanıyor. Kafiye sebebiyle yapılan hatalar: Yahya Kemâl Beyatlı’nın Sessiz Gemi şiirindeki “Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol” mısraında geçen “kol sallamak” kafiye kaygısıyla yapılan bir hatadır. Her ne kadar biyolojik olarak el sallanırken kol da sallanır; lâkin bir deyimi bozarsanız bu bir anlatım kusuruna sebep olacaktır. Başından savmak yerine kafasından savmak sözü ne kadar yanlışsa el sallamak yerine kol sallamak da en az o kadar yanlıştır. Burada bir yanlışlık daha vardır. O da bir cümlede ne… ne bağlacı kullanılıyorsa cümlenin yüklemi olumlu kullanılmalıdır hâlbuki şair sallanmaz fiilini kullanıyor. Ölçüyü tutturmak için yapılan hatalar: Faruk Nafiz Çamlıbel’in ünlü Han Duvarları şiirinde de epey anlatım bozukluğu vardır. Bunlardan birisi ölçüye sâdık kalabilmek için yapılan hatadır: “Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim.” Burada “hana rastlasam” denilmesi gerekiyordu. Dolaylı tümleç eksikliği: Bu da çok sık karşılaştığımız anlatım kusurlarındandır. Ne hikmettir şu dünyaya Gelen ağlar giden ağlar. (Seyrânî) Bu iki mısraa ileride tekrar müracaat edeceğiz. Ama önce dolaylı tümleç eksikliğinden nasıl bir anlatım çıktığına bakalım. Şair “dünyaya” kelimesini hem “gelen” hem de “giden” fiilimsileri ile birlikte kullanıyor. Dünyaya gelen sözü doğrudur; ama “dünyaya giden” yanlıştır. “Dünyadan” kelimesinin kullanılması gerekiyordu. Aynı durum Yunus Emre’nin Yalancı dünyaya konup göçenler Ne söylerler ne bir haber verirler mısralarında da vardır. Gereksiz söz kullanımı: Şiirde yine kafiye ya da ölçü tutturmak için yapılan hatalardan biri de gereksiz söz kullanımıdır. Ben garip çizgilerle uğraşırken baş başa Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa Bu mısralarda da “baş başa” kelimesi gereksiz yere kullanılmıştır. Belli ki arkadaşa kelimesine kafiye için böyle bir yola başvurulmuş. Bir yüklemin farklı zamirlerde ortak kullanımı: Sen petek misali Veysel de arı İnleşir beraber yapardık balı. Ben bir insanoğlu sen bir dut dalı Ben babamı sen ustanı unutma. Âşık Veysel’in yukarıdaki dörtlüğünün son mısraında da anlatım bozukluğu vardır. Sen ustanı unutma, doğru bir anlatımdır; ancak ben babamı unutma sözü yanlıştır. Yüklemin unutmayalım olması gerekirdi. Fuzulî’nin dile hâkimiyetini biliyoruz; fakat “Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su” mısraındaki “Saçma ey göz/ gözyaşından …” ifadesi berrak değildir. Göz, gözyaşından su saçamaz. Gözün kendisi kaynaktır. Buradaki söyleyişe göre göz; yaşın kaynağı değil de araç gibi düşünülmüş. Düşünülmüş demek de pek doğru değil. Fakat bu eksiklik o kuvvetli söyleyiş arasında göz önüne alınmayacak hatâlardan kabul edilebilir. Pekiyi baştan beri cümleyi düzeltmek adına yaptığımız o eklemeleri şiirde yapsak acaba o eski estetik güzellik kalır mıydı, şiirler o güzelliklerini koruyabilir miydi? Kesinlikle hayır. Demek ki şiir gramer kuralı dinlemiyor ve şiirin kendine göre bir dili vardır ve nihayet şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Şiir gerçekten sihir...
Vedat Ali TOK
YazarEy fahr-i rüsül pâdşeh-i ‘arş-ı cenâbKim zikrini ref’ içün nüzûl itdi kitâbBir nüsha-i hikmet-i ilâhîsin senŞerh itse n’ola sadrını Rabbü’l-erbâb“Ey bütün peygamberlerin padişahı, göğün efendisi! Kita...
Yazar: Vedat Ali TOK
Hayatlarının merkezine Kur’ân-ı Kerim’i yerleştiren sûfîler, “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülüğü nehyeden bir grup olsun.”[1] emrine uymaya çalışmışlardır. Zira bu vazifeyi ifa etmek a...
Yazar: Hamit DEMİR
Aşk, muhabbet, bir kâl (söz) meselesi değil bir hâl (yaşama, hissetme) meselesidir. Hâli söze dönüştürmek ise nerdeyse imkânsızdır. Zira büyüklerin dediği gibi “Bilen söylemez, söyleyen ise bilmez.” N...
Yazar: Mustafa ÖZÇELİK
Şeyyâd Hamza (13. yüzyılın sonu?-14. yüzyılın ikinci yarısı?)Senün aşkun kamu derde devâdur yâ RasûlallahSenün katunda hâcetler revâdur yâ RasûlallahSenün nûrun gören gözler ne ay gözler ne yılduzlarN...
Yazar: Vedat Ali TOK