ŞİİR VE SATRANÇ USTASI BİR SULTAN ŞAİR YAVUZ SULTAN SELİM VE ŞİİR
Savaş Meydanlarından Şiir Meclislerine
Osmanlı’da “şair sultanlar” geleneğinin önemli bir ismi de “Selimî” mahlasıyla şiirler yazan “Yavuz” lakaplı Sultan 1. Selim’dir. O da atalarından pek çok isim gibi şiirler söylemiş olup devrinin tezkirecilerince güçlü bir şair olarak anılmaktadır. Şimdi onun şairlik özelliğine geçmeden önce kısaca hayatına bakalım.
Dokuzuncu Osmanlı padişahı olan Yavuz Sultan Selim, II. Bâyezîd Han’ın oğludur. Annesi ise Dulkadıroğlu Alaüddevle’nin kızı Aişe Hatun‘dur. İyi bir eğitim görmüş ve şehzade olarak çok iyi yetiştirilmiştir. Trabzon’a vali olarak gönderildikten sonra orada da hem devlet işleriyle uğraşmış hem de kurduğu ilim ve sanat meclislerinde bu yönünü daha da geliştirmiştir. Yavuz, burada iken Gürcülerle savaşmış ve onların Müslüman olmalarına vesile olmuştur ama içinde çok daha büyük bir hedef taşımaktadır. O da
“Milletimde ihtilaf u tefrika endişesi/Kûşe-i kabrimde hatta bî-karar eyler beni/İttihad
oldu hücum-ı hasmı def’e çâremiz
/İttihad
olmazsa daim dağdâ
r eyler beni” dörtlüğünde dile getirdiği Müslümanların birliği idealidir. Bu idealin önünde ise ciddi bir engel vardır. O da Şiî-Safevî Devleti’nin kurucusu olan ve Anadolu için yıkıcı emeller besleyen Şah İsmail’dir. Yavuz, bu belayı def ederek Safevî Devleti’ni tamamen ortadan kaldırmak için uğraşır. Ama ufku o kadar geniştir ki Orta Asya’ya kadar giderek oralardaki Sünnileri nüfuzu altına alıp, tam bir birlik meydana getirmek ister. Bu yüzden seferleri hep doğuya olur. Ridaniye, Mercidabık Çaldıran onun bu uğurda yaptığı ve Osmanlı topraklarını genişlettiği savaşlardır. Bunların neticesinde Mısır, Filistin, Lübnan, Suriye, Anadolu’da ise Adana, Gaziantep, Hatay, Diyarbakır, Siirt, Muş, Urfa, Bingöl, Bitlis ve Tunceli gibi doğuda bulunan önemli şehirleri de Osmanlı topraklarına katmasıdır. Böylece Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın birçok kısmını Osmanlı sınırlarına dâhil etmiş ve 29 Ağustos I516′da mukaddes emanetlerin hepsi İstanbul’a getirtmiştir. Onun idealleri burada da bitmez. Batı da hedefindedir. 1519 yılında Haçlı İttifakı’nın yeni savaş hazırlığına başladığını haber alınca sefer hazırlıklarına başlamış, ancak o sırada çıkan salgın hastalığın neticesi sırtında çıkan bir ur sebebiyle 21 Eylül 1520 tarihinde Çorlu civarında vefat etmiştir.
Şairliği
Yavuz’u şair kılan asıl özelliği şahsî kabiliyetinin yanı sıra ilim, sanat, kültür meselelerine duyduğu yakın ilgidir. Bulunduğu daha doğrusu gerek şehzadeliğinde gerekse sultanlığında oluşturduğu ilmî ve edebî çevre onun sürekli olarak edebî konularla iç içe olmasını sağlamıştır. Mesela sohbet meclislerinde Zembilli Alî Efendi, Kemâlpaşazâde, İdrîs-i Bitlisî ve Halîmî Çelebi gibi isimler yer almıştır. Tâcîzâde Ca’fer Çelebi, Âhî Benli Hasan ve Revânî gibi şairler de değer verdiği sanatçılar arasındadır Arapça ve Farsça dışında Tatar lehçesini bildiği, tasavvufa ilgi duyduğu bilinmektedir. Bu sebeplerle Osmanlı padişahlarının en bilgililerinden kabul edilir. İşte bütün bunlar, onun güçlü bir sultan olmanın vasıflarını taşımasının yanında büyük bir şair olmasını da sağlamıştır. Sehî Bey, Yavuz’un taht meşgalesi ile uğraşmayıp tamamen şiire yönelmesi hâlinde Hüsrev-i Dehlevî ayarında bir şair olacağını, Latîfî ise belâgat ve fesâhat sahibi ârif bir padişah olduğunu söylemiştir.
Ne var ki ondan geriye Türkçe şiirleri olmasına rağmen Türkçe bir divan kalmamıştır. Tek eseri Farsça Divan’ıdır. Divan’ı ilkin 1890’da İstanbul’da, ardından Alman İmparatoru II. Wilhelm’in emriyle 1904’te Prof. Horn tarafından Berlin’de yayımlanmıştır. Bu divan, Ali Nihat Tarlan tarafından 1946 yılında Türkçeye tercüme etmiştir. Araştırmalara göre çeşitli kütüphanelerde 16 yazma nüshası bulunan eserde iki münâcât, bir na’t ve 333 gazel yer almaktadır.
Farsça Bir Gazeli
Yavuz Sultan Selim’in fütuhatçı şahsiyetinden ve seferlerini daha çok doğuya yaptığından söz etmiştik. Farsça kaleme aldığı şu gazeli onun bu yanını gösteren önemli bir örnektir. Gazel
“Leşker ez-taht-ı Sitanbul sûy-ı İrân
tâhtem/Surh-ser-râ garka-yı hûn-ı melâmet
sâhtem” beytiyle başlamakta ve şöyle devam etmektedir.
“Şud
gulâm-ı sitem ez-cân u dil vâlî-yi Mısr/Tâlivâ-yı Husrevî ber-nüh felek efrâhtem/Kerd ez-milk-i Irâkîn müjde âheng
-i Hicâz/Çeng
-i nusretrâ çü
der-bezm-i zafer bü’nvâhtem/Mâverâunnehr ez-tîgem şüde
gark-âb
-ı hûn/Çeşm
-i düşmen râzi-kuhl-ı Isfahân perdâhtem/Âb
-ı Âmû
ez-ser-i her mûrevân şüd
hasm-râ/Şüd
arak-rîz ez-teb-i gam çün
nazar endâhtem/Şâh-ı Hind ez-leşker-i ferzâneem şüd
pîl-i mât/Ber-bisât-ı milk çün şatranc
-ı devlet yâhtem/Ey Selîmî şüd
benâmem sikke-yi milk-i cihân/Tâ ki çü
zer pûte-yi mihr ü vefâ bü’gdâhtem”
Yavuz’un bu şiirdeki fetih idealini anlamak için de Türkçesine bakalım: “Askerimle İstanbul tahtından hareket edip İran tarafına sefere çıktım/Mısır valisi can u gönülden azm u himmetimin kölesi oldu. Padişahlık sancağını dokuz feleğin üzerine yükselttim./Nusret çengini zafer meclisinde çalmaya başlar başlamaz bu müjde Irak mülkünden Hicaz’a kadar yayıldı./Kılıcımdan Maveraünnehr kana gark oldu. Düşman gözünü Isfahan sürmesinden mahrum ettim/Düşmana şöyle bir bakınca gam sıtmasından ter içinde kaldı ve her kılından bir Amu nehri aktı/Mülk tahtası üzerinde devlet satrancını oynamaya başladığım zaman Hind Şahı akıl askerimin karşısında mağlup bir fil hâline geldi./Ey Selîmî, mihr ü vefâ potasında altın gibi eridikten sonra cihan mülkünün parası üzerine benim ismim yazıldı.”
Şiir ve Satranç
Şiirde “satranç” kelimesi dikkati çeken bir ifadedir. Bu da onun satranca duyduğu özel ilgiyi gösterir. Bu yüzden Yavuz denildiğinde akla gelen onun ayaklı semai tarzında tam bir satranç oyunu özelliği taşıyan şu dörtlüğüne de bakmayı gerektirir.
Sanma şâhım / herkesi sen / sâdıkâne / yâr olur
Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyâr olur
Sâdıkâne / belki ol / bu âlemde / dildâr olur
Yâr olur / ağyâr olur / dildâr olur / serdâr olur
şeklindeki muhteşem dörtlüğüdür. Bu dörtlükte soldan sağa ve yukarıdan aşağı okunduğunda mısraların aynı olduğu görülür. Bu söyleyişe takdir duygularımızla “ustalıklı bir söyleyiş” deyip geçebiliriz. Oysa bu durum, meseleyi tam olarak izah etmez. Zira bu ifadelerin ardında ibretengiz bir hikâye yatar. Bu hikâye Şah İsmail ile aralarında geçen satranç oyunlu bir muhavereyi anlatır. Buna göre yıllar sonra savaş meydanında (Çaldıran, 1514) karşı karşıya gelecek olan bu iki rakip şahsiyet, Selim’in gençliğinde de her nasılsa satranç oyununda karşı karşıya gelmişler. Çok usta bir oyuncu olan Şah İsmail, satrançta genç rakibine yenilir. Bu, onun hayattaki ilk yenilgisidir. Şah, çok etkilenir ve rakibi Selim’in yanağını okşayarak, dostluklarının devamını diler. Ayrıca, dostluğun hatırına ve oyundaki ustalığına mükâfaten, genç Selim’e çıkarıp bir kese de altın bahşeder. Satrançta olduğu kadar, şiirde de harikulâde bir usta olan şehzade Selim ise, Şah İsmail’e çok yönlü sanat ve marifetle yüklü o meşhur dörtlükle mukabele eder. Rivayet doğrudur ya da değildir. Ama bu haliyle bile başka hiçbir şiirine bakmasak bile Sultan Selim’in şiirde ve edebî sanatta da zirve bir şahsiyet olduğunu gösterir.