Şeyh, Müfessir, Şâir Bir Osmanlı Âlimi: Bursevî
Bir Osmanlı âlimi, Celvetî şeyhi, müfessir ve şair olan İsmâil Hakkı Bursevî, 1653’de bugün Bulgaristan sınırları içinde bulunan Aydos’ta doğdu. Ömrünün büyük bir kısmını, hizmetlerinden çoğunu Bursa’da geçirip orada vefât ettiği için “Bursevî” diye anılır.
1685 itibaren Bursa Ulu Camii’ndeki va’zlarında Kur’ân-ı Kerîm’i Fâtiha’dan başlayarak tefsir etmeye, va’zda söylediklerine tasavvufî yorumlar ekleyip şiirler zikrederek yazmaya başladı. Bu şekilde meydana getirdiği Rûḥu’l-beyân adlı tefsirini yirmi bir senelik bir sürecin sonunda 1705’de tamamladı. Tefsirin va’z olarak takrîri 28 Cemâziyelevvel’de Ulu Camii’nde sona ermiş, hatim meclisine büyük bir cemâat katılmıştır.
Askerin moral gücünü arttırmak için II. Mustafa’nın daveti üzerine katıldığı I. ve II. Avusturya seferlerinde yaralanarak Bursa’ya döndü.
1111/(1700)’de hacca gitti, yedi ay kadar Mekke ve Medine’de kaldı. Hac dönüşünde Medine ile Tebük arasındaki Ulâ yakınlarında eşkıyânın baskınına uğradı, canını zor kurtardı. Esrârü’l-hac adlı eseri bu sırada kayboldu.
Bereketli bir ömür sürdükten sonra 1725’de Bursa’da vefât etti.
Vahdet-i vücûd anlayışına sıkı sıkıya bağlı olan İsmâil Hakkı, hakîkat-i Muhammediyye’nin zuhûrunu, ayın bir aylık hareketine benzeterek anlatır. Ona göre hakîkat-i Muhammediyye mutlak nübüvvet ve velâyeti içerir. Onun Hz. Âdem’de hilâl kadar olan zuhûru Hz. İbrâhim’de ayın on dördü gibidir.
Hz. Muhammed (s.a.v.)’de bu zuhûr kemâle ererek ayın on beşinci gecesindeki dolunayın zuhûru gibi olmuş, davet onunla zâhirde ve bâtında tamamlanmış, kendisinden sonra başka bir peygambere ihtiyaç kalmamıştır. Bu sebeple o son peygamberdir.
100’den fazla eser kaleme almıştır. Eserlerinin çoğu Türkçe, 40 kadarı Arapçadır. Kendisi manzûmelerinin 10.000’den fazla olduğunu söyler. Aynı zamanda bestekâr olan İsmâil Hakkı, kendisinin ve Aziz Mahmud Hüdâyî’nin bazı ilâhilerini bestelemiştir. Rûḥu’l-beyân fî tefsîri’l-Ḳurʾân adlı tefsiri, tefsir birikimini yansıtan mev‘ıza türü önemli bir sûfî/işârî/irfânî tefsirdir. Tefsir ilmine dair başka eserleri de vardır.
Tefsiri, Kur’ân’ın zâhirî ve bâtınî mânâlarını içine alan hem rivâyet hem dirâyet tefsirinin özelliklerini taşıyan çok yönlü bir eserdir. Arapça olarak hazırlanan tefsirde çok miktarda Farsça şiirlere de yer verilmiştir. İsmâil Hakkı, kelâm ilmine dair meselelere kısaca temas etmiş, bazen kendi görüşlerini de belirtmiş, başta Mu‘tezile olmak üzere Kaderiyye, Cebriyye ve Cehmiyye gibi mezheplerin Ehl-i Sünnet’e muhâlif görüşlerini tenkit etmiştir.
Hanefî mezhebine mensup olmakla birlikte ahkâm âyetlerinin tefsirinde diğer Sünnî mezheplerin görüşlerine de yer vermiş, ahkâm âyetlerini tefsir ederken zaman zaman usûl-i fıkıh kâidelerini zikretmiştir. Mezhep imamlarının görüşlerini açıklarken bazen kendi görüşünü de ortaya koymuştur.
Zâhid-i Kevserî, vâizlerin kalplere rikkat veren hikâyeler ihtivâ etmesi sebebiyle Rûḥu’l-beyân’a çok önem verdiklerini söyler. Müellif, eserinde halka zulmeden devlet adamlarına ağır eleştiriler yöneltmiş, bu arada dönemin padişahı IV. Mehmed’i dahi tenkit etmekten çekinmemiştir. Tefsîr, sonraki dönemde Türkiye’de hazırlanan tefsirlere kaynaklık etmiştir. Bu geniş tefsirin ihtisarları yapılmış, Türkçeye çevrilmiştir.[1]
Hayatından kısa kesitler sunduğumuz müfessirimizin hayatından bazı dikkat çeken mesajları şöyle özetleyebiliriz:
Bir Osmanlı âlimi olan müfessirimiz, Balkanlar’da doğmuş, Osmanlı’nın önemli merkezleri Edirne, İstanbul, Üsküp, Şam ve Bursa’da yaşamış, yetişmiş ve yetiştirmiştir.
Va’zlar ve bir kısım devlet görevleriyle iç içe olması, tarîkat halîfesi olması, halk ve devlet ricâliyle ilişkileri, ilmî çalışmalarına mâni olmamıştır. O yeri gelmiş şartlar ve görevleri sebebiyle pek çok seyahatlerde bulunmuş, askerle beraber cihad cephelerine gitmiş, yaralanarak gâzilik rütbesine de nâil olmuştur. Usturumca ve Şam müftülük tekliflerine, hocasının “Müftü takvâlı olur, ama takvâ ehli müftü olmaz. Tasavvuf ruhsat yolu değil, azîmet yoludur.” şeklindeki tavsiyesini gerekçe göstererek kabul etmez.
Kur’ân’ın baştan sona tefsirini önce cami kürsülerinden halka yapmış, sonra eserini kitaplaştırmıştır. O, ilmî birikimini talebeleri ve müritleriyle paylaştığı gibi halkın her kesimi ile de paylaşmasını bilmiştir.
Osmanlı medreselerinde tefsir dersi genellikle medresenin son sınıflarında okutulurdu. Bunun anlamı, talebe Arapça başta olmak üzere usûl, akâid, hadis, fıkıh, mantık gibi ilimlerde sağlam bir alt yapıya sahip olduktan sonra Allah kelâmını anlamaya başlarlardı.
Çoğu müfessir de tefsirini ömrünün sonlarına kemâl yaşında doğru kaleme almıştır. Bu durum müfessirimizde de görülmektedir. O da tefsirini elli yaşından sonra tamamlamıştır. Nitekim o, bu büyük tefsirinden yıllar sonra Fâtiha Sûresi tefsirini müstakil bir eser olarak kaleme almış ve vefâtından kısa bir süre önce yüz bir varaklık Türkçe eserini tamamlamıştır.[2]
Kendisi iyi bir hattat, ilâhileri besteleyecek kadar mûsikîşinâs ve binlerce beyitlik (on binden fazla) şiir yazan bir şairdi. Talebelerine matematik (riyâziyye) ve geometriyi (hendese) öğrenmelerini tavsiye ederdi. Bu da onun çok yönlü bir kişi olduğunu gösterir.
Cami-Medrese-Tekke merkezli çalışmalarını kesintisiz sürdürmüştür. Ki bu üç merkez Osmanlı insanını yetiştiren mektep kompleksidir.
Çoğu müfessirimiz, bir mescidde imamlık yaparak, va’z ederek ilmî müktesâbâtını halk ile paylaşırdı. Bu faaliyetleri onları, sahanın içerisinde çok yönlü olarak bizzat yetiştirirdi. Müfessirimiz de Kur’ân’ın baştan sona tefsirini cami kürsüsünden yapmış, tefsir hatmini tamamlayınca da yine camide, tefsir hatim merasimi yapılmıştır.
Dikkat edersek bu merasim, Kur’ân’ın baştan sona okuma hatmi değil, onu baştan sona tefsir etme hatmidir. Nitekim 1885-1960 yılları arasında Erzurum’da yaşayan müftü Solakbay, Muhammet Sadık, Cumhuriyet’in ilânından sonra işgal sırasında harap olan Erzurum’un cami, mescid ve medreselerinin imârı ile uğraşırken, Kur’ân-ı Kerîm’i va’z yoluyla tefsir ederek hatmetme geleneğini de sürdürmüştür.
Dedesinden ve babasından kalan tefsir hatmini tamamladıktan sonra Kur’ân-ı Kerîm’i Lala Mustafa Paşa Camii kürsüsünden va’z yoluyla iki defa daha hatmetmiş, üçüncüsünü bitirmeye ömrü yetmemiştir.[3] Gönümüz insanının Kur’ân ile tanışması adına bugün de bu geleneğin camilerimizde sürdürülmesi önem arz etmektedir.
Müfessirimiz hem şair, hem de sûfî idi. Hem çok sayıda talebe yetiştirdi, hem de irşâdıyla mürid yetiştirdi. Hem üst düzey devlet ricâliyle hemhal oldu, hem de halkın her kesimine karşı ilmî sorumluluklarını yerine getirdi. Kürsüde halkı, zâviyede dervişleri irşâd ederken, yazdığı mektuplarıyla yanlış yapan devlet ricâlini de ikaz etmeyi ihmal etmedi.
Bütün bu çalışmalarının yanında büyük bir tefsir başta olmak üzere farklı alanlarda yüzden fazla eseri bizlere bıraktı. Üç yıl kadar kaldığı Üsküdar’da va’z ve irşat çalışmalarını yaparken otuz kadar eser telif etmiştir. İlmî çalışmaları ne eser yazmasına, ne de halkı irşâd etmesine engel oldu. Zamanın Sahibi, onun ömrünü bereketlendirdi. O da boş durmayıp hep koşturdu.
1723’de Üsküdar’dan Bursa’ya döndü. Burada kitaplarını vakfetti. Mallarını vârislerine paylaştırdı. Çeşitli vesilelerle elinde toplanan parayla Tuzpazarı semtinde Cami-i Muhammedî’yi yaptırdı ve orada yetmiş beş yaşına vasıl olduğunda vefât etti. Mevlâ rahmet eylesin.
[1] Ali Namlı, “İsmâil Hakkı Bursevî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, XXIII, 102-106; XXXV, 211-213.
[2] Z. Coşan, İsmâil Hakkı Bursevî ve Fâtiha Sûresi Tefsiri, (Yüksek Lisans Tezi) İstanbul, 2001.
[3] Selahattin Kıyıcı, “Solakbay, Muhammet Sadık”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, XXXVII, 369-370
Ali AKPINAR
YazarYüce Allah’ın son kitabı Kur’ân-ı Kerim, bütün zamanlara ve bütün coğrafyalara gelmiş bir kitaptır. O’nun son peygamberi Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in 23 yıllık emeğinin sonlarına doğru gerçekleştir...
Yazar: Ali AKPINAR
Sultan II. Abdülhamid'in, baş ikbal iken dördüncü zevcesi olan Müşfika Kadınefendi’den dünyaya gelen kerîmesidir. 1 Kasım 1887 tarihinde Yıldız Sarayı’nda doğmuştur. Babası Abdülhamid Han, doğmadan ön...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Kur’ân-ı Kerim, bütün insanlığa hayat düsturu olarak gelmiş, Yüce Allah’ın son evrensel mesajıdır. O’nun Peygamberi de bütün insanlığa gelmiş son evrensel elçidir. Bu konu, âyetlerde şöyle ifade edili...
Yazar: Ali AKPINAR
18.yüzyıl şairlerinden Yahyâ Nazîm (öl. 1139/1727), şiir ve mûsikiye olan kabiliyeti anlaşılınca Enderun mektebine alınmış, burada Arapça ve Farsça öğrenmiştir. IV. Mehmed Devri’nde İstanbul meyve hâl...
Yazar: Hamit DEMİR