ŞEYH EBÛ’L-VEFA HAZRETLERİ VE BİR ŞİİRİ
Dört bir tarafı büyük sufilerin türbeleriyle manevî bir zenginlik ve güzellik kazanan İstanbul’dasınız. Yolunuz elbette Vefa semtine düşecektir. Zira burada da kendisini ziyaret edip feyz almanız gereken bir gönül sultanı vardır. Kendi adını taşıyan caminin haziresindeki türbesinde sırlanan bu büyük zat, ebetteki Şeyh Ebû’l Vefa Hazretleri’dir. Hakkında fazla bir şey bilmeseniz bile mezar kitabesindeki yukarıya yazdığımız beyit, aslında her şeyi özetleyecektir. Zira bu beyitte onun adı ve hususiyeti en veciz şekilde dile getirilmektedir: “Muslihuddin Ebû’l Vefa; mana ehlinin, velilerin kendisine uyduğu kimsedir. Mezarının toprağı âşıkların gözüne sürmedir.”
Bu ifadeden de anlaşılacağı gibi, güzellik, mahlasından başlıyor. “İbnü’l Vefa” yahut “Ebû’l Vefa”…Asıl adı “Mustafa” olan Hazret şiirlerinde böyle bir mahlası tercih etmiş. Lakabı da aynı güzellikte: “Muslihuddin”… Hadise bunlardan ibaret değil. Konya’dan İstanbul’a gelmesi dolayısıyla kendisine “Vefa Konevî” de denilmekte. Bu da onun hem meslek hem de nesep olarak Sadreddin Konevî’ye nisbet edildiğini gösteriyor.
Vefa Semtinde Vefaiye Dergâhı
İsim, lakap, mahlas bir yana Ebû’l Vefa Hazretleri öncelikle bir mutasavvıf. Dahası âlim ve şair. Bu sıfatların mahiyetini anlamak için de hayat hikâyesine kısaca bakmak gerekiyor. 15. asrın ilk çeyreğinde yaşayan bu zatın doğum tarihi kesin olarak bilinmese de doğum yeri biliniyor. Kendisi Mevlâna toprağında yani Konya’da doğmuş. Zaten Vefa Konevî denmesi de bu yüzden. İlk tahsili ilim üzerine bu şehirde gerçekleşir. Tasavvuf vadisine girmesi ise Edirne’de olur. Burada Tabakçılar İmamı Muslihuddin Efendi’ye intisap eder. Nitekim bu zatın adını da kendisine lakap olarak seçecektir. Sonra onun işaretiyle manevi eğitimini Zeyniye Tarikatı şeyhlerinden Abdüllatif Kudsi Hazretleri’nin yanında devam ettirir. Edirne sürecinden sonra önce Konya’ya, ardından bir süre burada kaldıktan sonra Hicaz’a gider. Dönüşte Rodos’ta Rodos şövalyelerine esir düşerse de Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından kurtarılır. Fakat bir daha Konya’ya dönmez ve İstanbul’a yerleşir. Bazı kaynaklara göre onu İstanbul’a bizzat Fatih davet etmiştir.
Gerçek bu ya da değil. Önemli olan Şeyh Ebul Vefa Hazretleri’nin daha sonra burada kendi adını taşıyan semtte bir dergâh kurarak Zeyniye Tarikatı’nın Vefaiye kolunun şeyhi olarak irşada başlamasıdır. Kısa zamanda şöhreti bütün İstanbul’a yayılır. Fakat o, daha çok halkla beraber olmayı tercih eder. Bu yüzden onlardan biri gibi hareket ederek kendini çok da deşifre etmeyen mütevazı hatta münzevi sayılacak bir hayat sürer. Belli vakitlerde talebelerine ve halka kısa sohbetler yapar. Fakat bu kısa sohbetler öylesine etkilidir ki namı kısa sürede saraya kadar ulaşır ve devrin padişahları onun sohbetinde bulunmak üzere can atarlar. Devrin pek çok önemli kişisi kendisine intisap etmek ister. Fakat birkaç ismin dışında onların devlet işlerini aksatmasından endişe ederek bu taleplere olumlu cevap vermez. Sadece iki ismin ziyaretini kabul eder.
Bunlar Sinan Paşa ile Molla Hüsrev Hazretleri’dir. Sarayla münasebet de bu iki isim vasıtasıyla kurulur. Hizmetleri saray tarafından o kadar itibar görür ki Fatih tarafından adına dergâhı dışında bir de cami inşa ettirilir. O da bu jesti karşılıksız bırakmaz. Öldüğünde Fatih’in cenaze namazını kendisi kıldırır. Onun saraya neden mesafeli durduğu ise misyonuyla ilgilidir daha çok. O sanki vefa semtindeki gariplerin, yoksulların, kimsesizlerin sığınağı olmak istemiştir. Bu da onun “vefa” sıfatıyla çok uygunluk gösteren bir tutumdur. Böylece Fatih’in maddî anlamda fethini gerçekleştirdiği İstanbul’un manevî inşasında önemli bir rol oynar.
Sonra gün gelir ve ömrünü tamamlar. Saygı duyulan, hayranlık uyandıran hizmetlerini geride bırakarak 1491 Ramazan ayının ilk pazartesi gününde vefat eder. Adı ve hatırası daha sonra adını verdiği Vefa semtiyle, cami ve dergâhıyla yaşamaya devam edecektir.
Şairliği ve Bir Şiiri
Şeyh Ebû’l Vefa Hazretleri’ni bugüne taşıyan bir hususiyeti ise âlim ve sufi kimliğiyle geride bıraktığı eserleridir. Bunlardan bir kısmı mensur bir kısmı da manzumdur. Kaynaklar kendisinin Arapça, Farsça ve Türkçe olarak üç dilde şiirler yazdığını söylerler. Yine musiki, astroloji ve astronomi sahasında da derin bilgiye sahiptir. Şiir dalında ise “Makâm-i Sülûk” adını taşıyan ve tasavvufi konuları işleyen üç yüz doksan altı beyitlik manzum Türkçe eseri öne çıkar. Bu eserde tasavvufî, ahlâkî konuları şiir yoluyla anlatmış olup edebiyat ve şiir bakımından hayli kıymet taşıyan bir eserdir. Aynı şekilde “Sâz-i İrfân” adlı Türkçe manzum eseri de aynı derecede kıymet taşır. “Ruzname-i Vefa” adlı eseri ise hakkında şerh yazılacak derecede önemli kabul edilen bir başka eseridir. Bu eser, Defterdar Ali Çelebi Miftah-ı Ruzname adıyla şerh yapmıştır. Ayrıca “Evrad-ı Vefa”, “Melheme”, “Risale fi’r-rub’i’l- Muceyyeb” de diğer önemli eserleridir.
Hazret’in manzum eserlerinde tasavvuf vadisinde yazılmış/söylenmiş şiirler bulunmaktadır. Bunlar arasında az önce bahsettiğimiz şerhe konu olan “
Evvel tevhidi zikret” mısraıyla başlayan şiiri bir hayli meşhurdur. Sade Türkçe ile tasavvufun en çetin mevzularından biri olan “Tevhid” konusu muhataplarının anlayacağı tarzda işlenmiştir. Bu şiir,
Evvel tevhidi zikret sonra cürmünü fikret
Var yoluna doğru git derviş
olayım dersen
beytiyle başlar. Bu ifadeler, dervişlik yolunun gerekliliklerini sırasıyla izah eden sözlerdir. Buna göre derviş olacak kişi önce kendini hatalarından dolayı bir muhasebeden geçirdikten sonra Tevhid zikriyle yola düşmeli, ardından da kendisine bu yolda rehberlik edecek bir mürşid-i kâmil bulmalıdır:
Bir kâmil şeyhi ara niçin oldun âvâre
Hemân söz tut bî-çâre derviş olayım dersen
Tasavvufi şiirin amacı sanat yapmak değil muhatabına bir şeyler öğretmektir. Bu yüzden bu şiirde de böyle bir yol izlenir ve devamında derviş adayının yolda yürürken nelere dikkat etmesi gerektiği bir bir açıklanır:
Her yere ayak basma ihsandan elin kesme
Çok söze kulak asma derviş olayım dersen
Rüyaya yalan katma elden söz alıp satma
Vakt-i seherde yatma derviş olayım dersen
Hak söze inad etme refiksiz yola gitme
Eyvallahı terk etme derviş olayım dersen
Gaflet ile çalışma çok gezmeye alışma
Hiçbir şeye ilişme derviş olayım dersen
Şeyhinde kusur görme meclisinde çok durma
Nafile yere yorma derviş olayım dersen
Haram lokmayı yutma bir kimseye kin tutma
Şeyh Vefa’yı unutma derviş olayım dersen
Görüldüğü gibi sekiz beyitten oluşan bu şiir, adeta dervişlik ahlakının bütün hususiyetlerini dile getirmektedir. Dolayısıyla dervişler için bir yol rehberidir.