ŞEYH ABDURRAHMAN ERZİNCANÎ CAMİİ KÜTÜPHANESİ’NDEKİ BİR ESERİN HATIRLATTIKLARI
Caminin elli metrekarelik bir salonu kitaplık olarak tanzim edilmiştir. 1980 yılında cevizden yapılmış dolaplar on yıl önceden toplanan kitaplarla doldurulmuş. Beldedeki öğretmenlerinin verdiği kitaplarla başlanan bu çalışma vasiyet yoluyla bağışlanan bilhassa el yazması Osmanlıca kitaplarla çoğaltılmış. Yöremizde yakın zamana kadar büyüklerimiz camilere halı ve eski kitaplarını bağışlamaktaydı. Şimdi bağışlanacak ne halı var ne de kitap. Ne oldu derseniz, hepsi makine halısı oldu. Kitaplar derseniz gani lakin okuyucu azaldı. Daha sonra kurumsal yayınların da getirilmesiyle hem tür hem sayıca zenginleştirilmiştir. Güncel yayınlar, edebî türler, dinî seriler, Kur’an ve tefsirler, hadis külliyatları, siyer-i nebiler ve bilumum tarihî kitaplar okuyucularını beklemektedir. Bu kütüphaneyi tanıtan bir yazı yazmak niyetiyle 1995 yılında kitapları yakından inceleme fırsatı bulmuştum. Maalesef başı ve sonu hayli eksik ortasından sadece on altı sayfa kalmış bir yazmaya rastladım. Bu çalışmayı Somuncu Baba Dergisinin 5. sayısında tanıtmıştım. Burada da bir nebze dile getireceğim bir kaç konu ve birkaç örnek beyit aktarmak istiyorum. Evvela bu yazmanın dil özelliklerinden ve söz varlığından anladığımız kadarıyla eser nerede ise Şeyh Abdurraman Erzincanî Hazretleri’nin çağına tekabül ediyor. 15-16. yüzyıl dil özelliği taşıdığına kanaat getirdiğim bu eser bir ‘nasihatname’. Eskilerin pend-name de dedikleri tasavvuf çevrelerinde ‘Âdab’ tarzı bir eser: Memleketin büyükleri sohbete ve nasihate çok yatkın insanlardı. Âşık Kirazî söylemiş. Görelim ne söylemiş: Mülayim esnafı hoştur pazarı Erzincanî, Medişeyh yapmış nazarı Çoktur paşası, ozanı, yazarı Darende’nin sohbetleri hoş olur. Söz söylenir, yerde kalmazdı. Sözü dinleyen de tutardı. Tek tesellimiz şu atasözüdür: “Göl dibinden su eksik olmaz.” Beldemiz büyükleri hatırlayacaktır. 1980’li yıllara kadar eski yazılı kitaptan okuma geleneği, ilahî yazma ve okuma geleneği hâlâ yaşıyordu. Bu yöre bütün çevre köylerce şöyle bilinir: Okumuşu çok, namaz kılmaya ve kıldırmaya meyyal insanlardır. Seyyar satıcılığın yani çerçiciliğin bir kolu da yine seyyar kitap satmak değil mi? Bunun da temsilcileri bu civarın insanlarıdır. Ulupınar, Yenice, Karaoğuz köylerinden çıkıp da büyük şehirlerimizde kitapçılıkta zirve yapan hemşerilerimizi herkes bilir. Bu memleketin insanı kitabı okur, kitabı satar, kitabı yayınlar, kitaplığı kurar ve korur. Bu kitaba yakınlık ve yatkınlık bizim insanımızın dünya görüşünün, hayat tarzının bir gereği ve dahi geleneğidir. Osmanlı döneminden beri kış geceleri okunan cenkler, mesneviler, gazavatnameler bugünlerin habercisi olmuştur. Abdurrahman Erzincanî Hazretleri’nin kendi eserleri, evladının eserleri dışında bu bağlamda Darendeli müelliflerden Hayret Mehmet Efendi’yi, Süleyman Penahî’yi, Bakaî’yi anmadan geçemeyeceğim. Elimizdeki yazma toplam 230 beyittir. Şimdi adı geçen eserden bazı konu başlıkları içerisinden seçme beyitler aldık: Davetle İlgili Kiçi kardaşı kıgırıp ulusın komayalar Dahi oglın davet idüp atasın komayalar Evde konuk varken hiç kimse döğmeyeler Kakıyup hiç kimseye yüzin gözin eğmeyeler İlla şol fısk u fücur olan yire varmayalar Hem bahıl olan kişinin yimegin yimeyeler Ger bahılın yimegin yirse kişi renc olur Dahı cömerd yimegin yiyen şifalar bula dir Davete varan evinde yidügi gibi yiye Ol hıyânet dürdimiş ya az ya çok yiye Otuz Dokuzuncu Bab: Konşuluk Hakkında Beyan İder Kişiye konşı gerek evvel dahi ev almadın Gitmeye yolcı hem dahi yoldaş bulmadın Bir cemaatda eger bir salih ve mümin ola Ya müsafir gideriken yolı ugrayup gele Ol azizin hürmetine hak taala gör nider Ol cemaat üzerinden yüz belâyı def’ ider. Sünnet oldur konşıya ikram izzet ideler Kır eve varınca konşı hakkını gözedeler Konşı oldur konşıincindügiyire varmaya Dahi konşının itin dahi tavarınurmaya Bir kişi nâ-hakkyire ger konşısınıincidür Şöyle bil kim ol kişi hak hazretini incidür Konşıya tanışmayınca konşı evin satmaya Hem ev üstine havale eyleyüp ev yapmaya Konşıya bir nesne hacet olsa ödünç vireler Konşı evden gitse evin gözedeler göreler Su gibi tuz gibi hacet olanı men’ itmeye Konşıgeldügingöricekkapuyı berkitmeye 20. Yüzyılın Büyük Mutasavvıfı Osman Hulûsi Efendi de Buyuruyor ki: Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin komşu hakları ve komşulara karşı nasıl davranmamız gerektiği hususunda bir hutbesinde şöyle buyuruyor: -Yukarıdaki ‘komşuluk’ bahsi ile karşılaştırmanız açısından aynen aktarıyorum- “…Aziz mü’minler! Allah ve Rasûl’ünün komşuluk haklarıyla ilgili emir ve tavsiyelerini sunmaya çalıştım. Eğer komşularınıza karşı kötü hareketlerde bulunmuş iseniz, hemen onlarla helâlleşiniz. Elinizle, dilinizle komşularınızı rahatsız etmeyiniz. Şahsî menfaatleriniz için komşuluk haklarını çiğnemeyiniz. Onların namus ve şerefini kendi namus ve şerefiniz gibi mukaddes tanıyınız. Onları, kendinizden zulüm ve şer gelmeyeceğine inandırınız. Aynı mahallede, hatta apartmanda oturduğu halde komşusunu tanımamak Müslümana yakışmaz. Bunun için şunlara dikkat et: Komşun fukara ise elinden geldiği kadar ona yardım et. Hasta olursa ziyaretine git, kederlendiğinde onu teselli et. Ölürse cenazesinde bulun. Eğer bunları yaparsanız, Allah ve Rasûlü’nün himayesine mazhar olursunuz. Onları memnun et ki, Allah da senden râzı olsun.” (Hutbeler, s. 91) Kırk İkinci Bab: Oğul Üzerinde Ananın ve Atanın Hakkunı Beyan İder Ata ana hakkı oğul üzerinde çokdurur Lakin atalarda analar hakkı artukdurur Ata ana üzerinde katı söz söylemeye Hatırına tokunup gönlün melül eylemeye Hem oğul atasını anasını terk itmeye Onları koyup dahi hacca gazaya gitmeye Ka’beye varmak sevabı andan evveli olmaya Ata ana hizmetinden dahi a’lâ olmaya Hem atasını agırlaya önünce gitmeye Dahi ta’zim ide önünde imamet itmeye Bugün kaynağı, Kur’an ve Sünnet olan Müslümanlığa ne kadar çok ihtiyacımız var oysa. Her sözün ve davranışın Kur’an’a ve Sünnete bağlı olması halinde farklı farklı sapık, batıl gruplar etkili olamayacaktır. Aksi halde yaşadığımız kötü örneklere hep rastlayacağız. Hulûsi Efendi bunları ‘Yol Kesiciler’ olarak vasıflandırmakta ve şöyle demektedir: Nice kutta-i tarik mürşitlik eyler iddia Müddeiler çoğalıp hep resm ü âdetler gelir Hükm-i Kur’ana uyup sünnete kılmaz ittiba Kendi butlanından uydurma dalâletler gelir. Nasıl edeb, nasıl ahlak? Elbette Kur’an ahlakı, Kur’an terbiyesi. Öncelenen makam, mansıb, koltuk ve benlik, bencillik ötelenmedikçe ahlakla, edeble bezenmiş olamayız. Hulûsi Efendi Hazretleri’nin beklentisi de bu yönde: Doğruluk kârın olsun, vefâ şiârın olsun Sadakatte vefâda örnek insan ol örnek. Evet, Hulûsi Efendi Hazretleri kendi memleketine hizmet etmesini hemşehrilerine, dostlarına hep öğütlemiştir. En iyi örnek de kendisi olmuştur. Memleketin imarına destek için, eğitim için, okullar için bizzat öncülük etmiş. En önde yer almıştır. Balaban’daki cami ve müştemilatının yapılması için Zonguldak’ta yaşayan Balabanlı Davut Ömer, Hamza Seher ve Araboğlu Hasan Efendilere yazdığı manzum mektuptan birkaç beyti aktaralım: …Nice erbab-ı kerem sa’y ü beliğ Ederek kadrini kıldı terfi’… Ne güzel her yanı tamir oldu Benzeyip cennete tenvir oldu. Zayi olmaz ebedi hizmet olur Bâis-i devlet olur rahmet olur. Sizden akdem gider olur rahmet Ne saadet ü ne devlet elbet Bâkî hürmetle muhabbetle selam Eylerik çokça dua hatm-i kelâm. Zaman zaman mektuplarında ufak sitemler de etmiştir. Ufak tefek sıkıntılara katlanmak gerekirken, diyar-ı gurbete gidenlere şöyle sitemde de bulunmuştur: Mihnetlere etmedin tahammül Gurbetlere eyledin tenezzül. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Sayın Hamid Hamideddin Ateş Efendi’nin bu programın ruhuna uygun ifadeleriyle sözlerimi tamamlamak istiyorum: “…Büyükleri anmanın, hatırlamanın, hatıralarını yad etmenin kendi hayatımız ve toplum hayatı için ne denli önemli, elzem olduğunu belirtmek isterim. Bu bakımdan büyüklerimizin yolundan yürüyüp, onların yaşama biçimlerini, düşünce ve felsefelerini kendimize ana düstur edinerek Allah’ın ve Rasûlü’nün yolunda yürüyen bahtiyarlardan olalım. Allah için insanlığa hizmet etmek; onlara faydalı olmak, büyüklerin izinden, yolundan gitmek, öğütlerine kulak vermek ve onları örnek almak, kültürümüzü, gelenek ve göreneklerimizi güzel bir biçimde işlemek ve yeni nesillere aktarabilmektir.” Ne denir bu güzel dilek ve düşüncelere? Ancak, eyvallah. Ardında güzel bir ad bırakıp gidenlere ne mutlu. Hayırlı eserleri ihya edenlere ne mutlu. Bu şirin Balaban’ı şenlendirenlere, buraya hizmet edenlere, mâmur kılanlara ve yaşatanlara ne mutlu. Kaynakça *Dr. Cemil GÜLSEREN Cengiz,M.Ali, Fermanlı Kent Balaban, 2004, Malatya. Gülseren, Mehmet vd., Malatyalı Gönül Sultanları, 1991, Ankara. Kesenceli, Resul, Veliler ve Hükümdarlar, Nasihat Yayınları, 2013, Ankara. Kültür Armağanı, II. Darende Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi Kültür etkinlikleri, Somuncu Baba Araştırma ve Kültür Merkezi yayınları, 2002, Ankara. Hulûsi Efendi Güldestesi, III. Darende Somuncu baba ve Hulûsi Efendi Kültür Etkinlikleri, -21 Haziran 2003-2003, Ankara. Hulûsi Efendi Kültür Armağanı, 4. Darende Somuncu baba ve Hulûsi Efendi Kültür Etkinlikleri, 2004, Ankara. Oymak, İskender, Malatya ve Çevresinde Ziyaret ve Ziyaret Yerleri, Kubbealtı Yayıncılık, 2002, Malatya. Öztürk, İsmail, Darende Tarihi, 1962, Düzce.
Cemil GÜLSEREN
YazarOsmanlı Devleti’nin her cihetten fetihlerle genişlemesinde büyük pay sahibi olan hükümdar Kanûnî Sultan Süleyman Han’dır. Onun döneminde ordunun özellikle Batı’ya yönelmesi ve gemilerin Akdeniz’e sürü...
Yazar: Hamit DEMİR
Edip Ahmed b. Mahmud Yüknekî tarafından XII. yüzyılda yazılmış, Türk dili, edebiyatı ve kültür tarihinin önemli kaynaklarından olan Atebetü’l-Hakâyık, Hakikatler Eşiği anlamına gelmektedir. Dâd İspehs...
Yazar: Hamit DEMİR
Psikiyatrist-Yazar Doç. Dr. Sefa Saygılı'nın çok baskı yapan kitaplarından biri olan bu kitabı okurken kitaba bir ad da ben koydum.Psikiyatrist-Yazar Doç. Dr. Sefa Saygılı'nın çok baskı yapan ...
Yazar: Cemil GÜLSEREN
İstanbul’da bir sohbette Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri askerlik hatıralarını anlatırken şöyle buyurur: “Diyarbakır’da askerdik. Bir pazar günü arkadaşlarla beraber Dicle Nehrinin kenarınd...
Yazar: Resul KESENCELİ