Sevgi Medeniyetimiz ve Ramazan
“Gönül adamı” olmak… Gerçekten çok büyük bir haslet.
“Gönül adamı”, söylenişi kolaydır; fakat gönüllerde yer etmek ve bu gönüllerde yer etmeyi asırlarca sürdürebilmek, insanlara oradan daima bir şeyler sunabilmek ve onları gıdalandırmak, mânevî açıdan beslemek, fevkalâde bir haslettir ve İslâm bunun için çok büyük bir nimettir. İslâm dini, bu hasletlere sahip insanlar yetiştirir.
Bu toprağı mayalayan nice gönül adamları yetişti… İşte Yunus’un şehrindeyiz. Hep birlikte ona kulak veriyoruz:
Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
Yaradılmışı severiz
Yaradandan ötürü
Elifi ötre okumak ne demektir? O… Daha ilk cümlede, beni yok edip o diyebilmek! Yunus, bizi, benliği aşarak sevmeye çağırıyor.
Ramazan, benliği öldürme ayı… Algıları değiştirme, vücûd saatini yenileme, iç dengeyi yeniden kurma ayı. Onu, ötekini, fakir kardeşimizi düşünme ayı. Yaratanı, koyduğu kuralları, düzeni anlama ayı.
İnsan alışkanlıklarının çocuğudur… Yemeye, koşturmaya, çabalamaya öylesine alışıyoruz ki; yaratılış gayesini unutuyoruz, o demek yerine hep ben diyoruz, iğreti sevgiler zihnimizi işgal ediyor. Ramazan, tam da bu alışkanlıkların zihnimizi ele geçirdiği bir zamanda çıkıveriyor karşımıza ve bize, asıl olmamız gereken yeri hatırlatıyor. Bu kadar tüketim niye? Bu kadar talan, bu kadar hırs, bu kadar benlik… Dur kendini yenile, zamanı yenile, hayatı ve algıyı yenile. Bu bakımdan Ramazan, rahmet ve mağfiret ayıdır.
Seven insan unutmaz. Daima “anar, zikreder”; çünkü zikretmek anmaktır.
Allah’ı anar, çünkü en çok Allah’ı sever; Peygamber (s.a.v.)’i anar, çünkü Allah’tan sonra en büyük sevgi ona hastır. Ve sevdiklerini anar. İnsan, sevdiğini anar; sevdiğinin her şeyini sever.
Ramazan anış ayı, Kur’ân ayı… Kur’ân, Furkan’dır, insana hayır ve esenlik yolunu, sevgi yolunu öğreten kitap.
Şimdi Kur’ân’daki sevgi kavramlarını bendeniz 3MİM olarak formülleştiriyorum. 3MİM, 3M.
Muhabbet, Meveddet ve Merhamet… Bu üç kelime medeniyetimizin temel kavramlarıdır.
Muhabbet, hûb... O da habbe kelimesinden türemiş. Habbe, sevgili ve sevimli olmak, durmak anlamına geliyor. Habib, sevgili kelimesi de buradan… Habîbullah.
Meveddet... Meveddet, el-Vedûd ismiyle aynı kökten. El-Vedûd, seven ve sevilen Allah. Hat sanatındaki vâv, çifte vâv Vedûd ismini temsil eder…
Kur’ân’da buyrulur ki, “İman edip sâlih amel işleyenler var ya, Rahman onlar için bir sevgi kılacaktır.”[1] Burada “Se-yec’alu le-hümü’r-Rahmânu vüddâ” buyuruluyor. Vüddâ, vedûd ve mevedded kelimelerinin kökeni… İnanan ve sâlih amel işleyenlere Hak, sevgi veriyor. Allah mü’minin gönlüne saf, katıksız ve temiz bir sevgi tohumu ekiyor.
Demek ki, sevmek imanla oluyor, sâlih amelle oluyor.
Şimdi Ramazan, inanma ayı, sâlih amel ayı… Oruç, fitre, zekât, terâvih ve okunan mukabeleler, sevgi tohumlarıdır.
Merhamete gelince… Merhamet, rahmet, rahmân, rahîm… İlâhî isimlerdeki sevgi tezâhürlerine dikkat eder misiniz?
“O Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur. Gaybı da, müşahede edileni de bilendir. Rahmân, Rahîm olan O’dur.”[2]
Rahmân, kullarına merhamet eden Allah… İnansın, inanmasın herkese merhamet eden, kullarını seven, üzerlerine titreyen, onların ihtiyaçlarını gideren Allah.
Rahîm, mü’min kullarına acıyan, onlara merhamet eden Allah…
Dostlar,
Eskişehir sevgi şehridir. Sevgi şehridir zira burası Yûnus’un ayağının değdiği, sözünün, nefesinin dokunduğu yerler.
Sadece Yûnus mu? Mevlânâ ve Mevlevîlik için de önemli bu topraklar…
Hacı Bektâş-ı Velî ve Bektâşîlik için de önemli…
Bu isimler sevgi medeniyetinin zirve isimleridir… Keza sanatımızı edebiyatımızı ve mimarimizi etkileyen İbn Arâbî’yi de zikretmek lâzım. İbn-i Arâbî bu topraklara uğradı, bir süre Konya’da kaldı. Onun aşk anlayışı, pek çok şairimizi ve düşünürümüzü etkilemiştir. Tabî, her ne kadar buralara uğramasa da, ocağında yetişen sevgi erenleri, Alp-Erenlerle Anadolu toprağını aydınlatan Hoca Ahmet Yesevî’yi de anmak lâzım. Nasıl diyordu Ahmed Yesevî? Bakınız Yesevî’nin bir niyâzı var. Şöyle dua ediyor:
Aşk yolunda yok olayım Hak bir ve var
Her ne eylesen, âşık eyle ey Allah’ım.
Elimi açıp dua kılayım, Azim Cebbâr;
Her ne eylesen, âşık eyle ey Allah’ım.
Her ne eylesen, âşık eyle ey Allah’ım yahut orijinal ifadesiyle, “Her ne kılsang âşık kılgıl Perverdigâr” diyor.
Sevgi medeniyetinin zirve isimleri demiştik… Dağlarda zirveler varsa, insanlarda da zirve olanları vardır. O zirvelere herkes ulaşamaz. Zirveler seyredilir; seyretmek zevk verir. Onun için biz bazen o zirveleri seyrederiz ve zirvelerden istifâde ederiz.
Ramazan, zirveleri seyretmeye imkân veriyor. Benlikten kurtuluyoruz; acıkıyoruz, susuyoruz, belki bazen halsizleşiyoruz ya… Sevgi medeniyetinin kurucu zirveleri, sadece Ramazan’da değil, diğer zamanlarda da acıktılar, susadılar, mahrum kaldılar. Ama şikâyet etmediler, sabrettiler, şükrettiler.
Sevgi şikâyeti bırakmaktır… Katlanabilmek, sabredebilmektir. Belki en önemlisi, şükredebilmektir.
İslâm, insanları ayrıma tâbî tutarken şunu prensip olarak koyar: Bütün insanlar kardeştir. Bu insan kardeşliği, Hz. Âdem ve Havvâ’dan gelir. Ama bu insan inanan insan olursa, o zaman mü’min olur. İşte o zaman “iman kardeşliği” prensibi, bunun içerisinde yer alır. Bu prensip, son derece önemlidir. Çünkü orada bir sıralama yapar: Muhlis olur, muhsin olur, muttakî olur.
Ramazan, muhlis olmanın, muhsin olmanın, muttakî olmanın ortamını hazırlıyor.
Burada bir hususu belirtmekte yarar var: “Takvâ” mertebesi, aynı zamanda “sevgi” mertebesidir. Bunlara biz “makam” diyoruz. Çünkü bunlara ulaşmak kendi elimizdedir. İslâm, insanı elinde olmayanlarla değerlendirmez; insanı elinde olanlarla değerlendirir. Onun için bu değerlendirme ve derecelendirme çok önemlidir. İyi Müslüman olursak “muhlis”, daha iyi Müslüman olursak “muhsin” ve daha iyi Müslüman olursak “muttakî” oluruz.
Şunu unutmamak gerekir: Kur’ân’da; “Bu Kur’ân, muttakîler için bir rehberdir.” buyurulur. Cenâb-ı Hak, bir yol göstericisidir. Yüce kitâbında bir ölçü koyar. Hani hakîkati yazmak gerekirse, “inne ekrameküm…” âyetini yazmak gerekir, derim. Bütün dillere çevrilip yazılmalıdır; “Sizin en üstün olanınız, Allah’a en çok saygı duyanınız; O’ndan en çok korkanınız; O’nu en çok seveninizdir.” Hangi şekilde tercüme edilirse edilsin, hepsi doğrudur.
Dolayısıyla medeniyetimiz bize, bir insana bakış perspektifi getiriyor: Önce “medeniyet ahlâkı”na sâhip olmamız gerekiyor. Şüphesiz bütün medeniyetler birbirinden etkilenir; âdetâ büyük bir nehir gibidir. Derelerin oluşturduğu bir nehir, nehirlerin ulaştığı bir okyanus; insanlık ailesi bunun yapıcısıdır, ortaya koyucusudur.
Ama İslâm medeniyetinin insana bakış açısı, hakîkaten başka hiçbir medeniyetle kıyas edilemez. Neden? Çünkü İslâm bir kurallar dinidir. Bunları kısa kısa söyleyelim, çok önemli bir şeydir. Meselâ İslâm, insanlığa ilk defa harp yapmanın, savaşmanın kurallarını koymuştur.
Büyük felâketler geçirince insanlar da sonradan kendileri birtakım kurallar koymuşlardır. Fakat insanlar bu kurallara hiç uymamıştır. Ama İslâm medeniyetini yaşayan insanlar, hiçbir zorlama olmadan bu kurallara uymuşlar; savaşta çocukları öldürmemişler, kadınlara zarar vermemişler, din adamlarına ve mâbedlere zarar vermemişlerdir.
Ağaçları kesmemişler, tabiata zarar vermemişlerdir. Çünkü tabiatın dengesini bozmanın hakları olmadığına inanmışlardır. Dolayısıyla İslâm’da sevgi sadece insanı kapsamaz. Yeryüzünde canlı–cansız her şeyi kapsar.
Bugün İslam âlemi bir medeniyet krizi yaşıyor. Kendi değerlerine yabancı aydınların, hafızası silinmiş ve sadece gündelik düşünen yazarçizerin tesiriyle ne yapacağını bilmiyor. Neyi sevecek? Nasıl sevecek? Sevgiyle hayata nasıl yön verecek? Hayatı nasıl anlamlı kılacak? Maalesef bu gibi sorulara sağlıklı cevap veremeyen bir toplum var.
Bu bizde de böyle… Şimdi meselâ çevre sorunları diyoruz. Bu nereden çıkıyor? Göçmen kuşlar, sokak kedileri, tabiat tehdit altında… Tödürge Gölü. Anam, “Suya taşıt almaz.” derdi. Ne var ki, torunları umarsızca denizi, gölü, akarsuyu kirletiyor. Neden böyle? Neyi kaybettik?
Sahi ne oldu bize?
Bakınız, zihnî kirlenmeden, bilgi kirliliğinden, gıda kirliliğinden henüz söz açmadım… Sudan konuşuyorum. Ne oldu bize? Sadaka taşlarını, kuş evlerini, su vakıflarını sadece hatırlatayım… Nerede bu büyük miras?
Kemal Tahir, bir siyâsiyle Osmanlı’dan bahsediyorlarmış. Osmanlı medeniyetinden, onun üstünlüğünden, muhteşemliğinden, mükemmelliğinden bahsediyor Kemal Tahir. Siyâsimiz, artık adını bilmiyorum ama her kim ise diyor ki, “İyi de bu kadar övdüğün Osmanlı, Batı’nın karşısında iflâs etmiştir.” Yenik aydın…
Bizim son iki asırlık tarihimiz, biraz da bu yenik aydının tarihidir. Her ne ise, Kemal Tahir’in cevabı manidardır. Diyor ki: “Şimdi kristal ile taş çarpışıyor; kristal kırılıyor ve sen bana diyorsun ki, ‘Kırılan değersiz, kıran değerlidir.’ Yani kristal ile taş çarpışmış; Batı taştır, kayadır; Osmanlı bakmış ki, ‘Ne kural biliyor ne insanlık biliyor; bununla baş edilmez.’ diyerek köşesine çekilmiş. ‘Allah’ım, bunlardan insanları koru!’ diye duâ etmeye başlıyor. Ne yapsın, onun gibi öldüremez; onun gibi yok edemez.”
Batı, billur avizeyi, kristali kırdı… Sonra da onun parçalarını fundamentalizm, İslâmcı terör gibi isimlerle pazarlamaya başladı. Oysa sevgi medeniyeti, insanı insan olarak devam ettirme, inşâ etme medeniyetidir… Korkuya komplekse kapılmaya gerek yok, yüz akıyla bütün bir dünyaya şunu rahatça söyleyebiliriz: Biz haksız yere kimsenin hukukuna, canına ve malına kasdetmedik, etmeyiz de. Şimdi bir efsane gibi anlatılır ya, Fâtih Sultan Mehmed, topları Bizans’ı döverken; “Allah’ım, gâvurcuklarımı öldürme!” diye duâ edermiş. Maksat insanı öldürmek değil, şehri sevgi medeniyetine açmak. Fetih bu, açmak…
Burada Yahya Kemal’i hatırlatmak isterim… Nasıl diyordu üstâd:
Atik Valide’den İnen Sokakta
İftardan önce gittim atik-valde semtine
Kaç defa geçtiğim bu sokaklar bugün yine
Sessizdiler; fakat ramazan maneviyyeti
Bir tatlı intizara çevirmiş sukûneti;
Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,
Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer.
Bakkalda bekleşen fukara kızcağızları
Az çok yakından sezdiriyor top ve iftarı
Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;
Bir top gürültüsüyle bu sahilde bitti gün
Top gürleyip oruç bozulan lahzadan beri
Bir nurlu neş’e kapladı kerpiçten evleri.
Ya rab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!
Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neşesiz
Yurdun bu iftarından uzakta kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı.
Bir tek düşünce oldu teselli bu derdime;
Az çok ferahladım dedim kendi kendime:
Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
Mademki böyle duygularım kaldı, çok şükür.
Adın kırılması dedik ya... Yahya Kemal’in bu şiirinde bunu görüyoruz. Ama o bunun farkında. Son mısrayı hatırlayalım: Mademki böyle duygularım kaldı… Buna çok şükür. Oruç, nefisle savaşmak, içimizdeki örtüleri birer birer kaldırıp gönül kapısını açmaktır. Oruç budur; gönül kapısını açmak… Bu kapı sevgiyle açılır. Bakınız Üftâde bunu şöyle şerh ediyor:
Âşıklar edin salâ
Oruç ayı geldi yine
Rahmet denizi cûş edip
Âlemlere doldu yine
Kur’ân’da Allah öğdüğü
Cümle nebîler sevdiği
Ümmete Allah verdiği
Oruç ayı geldi yine
Aydın eden gönülleri
Mesrûr eden mü’minleri
Ma’mûr eden mescidleri
Oruç ayı geldi yine
Üftâde’nin cânı sever
Oruç ayın dâim öğer
Dost iline edin sefer
Oruç ayı geldi yine
Sevmek, gönlü aydınlatır… Dost iline doğru yola çıkmaktır.
Mehmet Akif, oruç ve fetih ilişkisini dikkate alarak Ramazan’da rûhun yenilendiğini söyler. Rûh yenileniyor. Arınıyor, temizleniyor. Ramazan, insanı rûh-ı nevîne ulaştırır diyor. Nevin, yeni, yepyeni demektir. Yeni yepyeni bir ruh.
Diyor ki,
Yâ Rab, şu muazzam Ramazan hürmetine
Kaldır aradan vahdete hâil ne ise
Yâ Rab, şu asırlarca süren tefrikadan
Artık ezilip düşmesin ümmet ye’se
Mâdâm ki verdin bize bir rûh-ı nevîn
Yâ Rab, daha bir nefha-i te’yîd insin
Ne güzel, ne anlamlı dua… Bu duâya âmin diyelim. Âmin iki şekilde olur: Bir lafızla, âmin dersiniz olur… İki, hâlle, bizzat o duânın gereğini yaparsınız, kini, nefreti, ayrımı, gayrımı yok eder, insana, vatana ve millete hizmet edersiniz… Bu hâl diliyle yapılan âmin, en makbul, en anlamlı âmindir.
Dipnot:
[Bu metin, 15 Ağustos 2010 günü Eskişehir’de Yunus Emre Kültür Merkezi’nde Türk Ocağı’nın düzenlediği Ramazan sohbetlerinde yapılan konuşmanın metnidir.]
[1] Meryem, 96.
[2] 59/Haşr, 22.
Bilal KEMİKLİ
YazarÖncelikle şu soruyu soralım: Pîr-i Türkistan kimdir? Pîr-i Türkistan; Yol inşâ eden kurucu bir muhakkik… Yesevîliğin bânîsi. Türkistan toprağını Muhammedî muhabbetle yoğuran bir ermiş… Sözü kelâma t...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Şehir kültürü… Şehrin değerlerini ortaya çıkarmak, tanıtmak.Şehri merkeze dönüştürmek…Bayramîlik… Devlet, kültür ve tarîkat.15.yüzyılın önde gelen ilim ve irfân sahibi ulemâsından, mutasavvıf ve evliy...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Leylâ Hanım (?- 1847)‘Alîl-i derd-i isyâne devâsın yâ RasûlallahBize sûy-i cinâne rehnümâsın yâ RasûlallahSana âşık olanlar secde eyler hâk-i pâyindeCemî-i ümmete kıblenümâsın yâ RasûlallahYaratılmazd...
Yazar: Vedat Ali TOK
Âşıklık geleneği, sadece biçimle, dille ve ahenkle alakalı olmasa gerektir. Elbette biçim önemlidir; ölçüler, kafiyeler, mahalli söyleyişler ve musiki bu tarzın olmazsa olmaz özelliklerindendir. Ancak...
Yazar: Bilal KEMİKLİ