SEVGİ EĞİTİMİ
Sevgi, kalp işi yani gönül işidir. Sevgi, kalp sarayının yüce sultanıdır. Gönül bahçesinin gülüdür. Her bir insanda farklı olarak ortaya çıkar. Çocuklarımızı misk kokulu değişik renkteki çiçeklere benzetecek olursak onlara verilecek en temel şeyin sevgi olduğunu unutmamalıyız. Her biri ayrı bir insandır. Ayrı ayrı ilgi ve sevgiye ihtiyaçları vardır. "Sevgi öyle bir dildir ki, sağırlar bile onu duyar." En saf ve en berrak sevginin anne sevgisi olduğunu biliyoruz. Bir eğitimci öğrencisine “anne sevgisi” derecesinde düşkün olabilir mi? Olmalı! Ama nasıl? Ya benim evladım, bu hâlde başkasının elinde olsaydı? İnsanın diğer canlılardan ayrıldığı değerli bir nokta da, sevgiyle ilgili olan kalp yönüdür. İnsanın gönül dünyası çok önemlidir. Her öğretmen öğrencisini kendi çocuğu gibi gördüğü zaman olay çözülmüş demektir. Şunu hiç unutmayalım; aynı dili değil, aynı duyguları paylaşanlar daha iyi anlaşabilir. “Empati olmadan sempati olmaz.”, “Sevginin ilk meyvesi samimiyettir. Sevgi samimiyeti doğurur, samimiyet de sevgiyi besler ve meyvesini dünyada hemen verir.” sözleri ne kadar haklı söylenmiştir. Sevgide dinamik etki vardır. Duygusal öğrenmelerin gerçekleşmesinde ve davranışların oluşmasında sevgi çok önemli itici güçtür. İnsan için en önemli değer kendi varlığıdır. Ancak, sevgi bu değeri bile aşan etkendir. Sevginin bu gücü şüphesiz eğitimde, erdemli davranışların kazandırılmasında kullanılmasını etkili olacaktır. Böylesine üstün bir etkiye sahip sevginin doğru anlaşılması ve bir o kadar da gereğinin yapılması önemlidir. “Sevgi nedir?” sorusuna cevap aranacaksa; sevgi, kayıtsız şartsız saygıdeğer bulunmaktır. Sevgi, yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmektir. Sevgi fark edilmedir. Sevgi hoş görülmedir. Sevgi paylaşmadır. Sevgi tanınma, bir insanın olabileceğinin en iyisi olmasına, gelişmesine imkân sağlamaya çalışmadır. Sevgi, şeffaf olmadır. Göründüğü gibi olma, olduğu gibi görünmedir. Sevgi ihtiyaçtır. Sevenin sevdiğini hissettirmesi, sevilenin de sevildiğini bilmesi anlamlıdır. Sevgi eğitiminin verilmesinde başta ailenin ve öğretmenlerin sevgiyi tanımaları ve ona göre yaşantı merkezi olan ailede, okulda çocuğun önemli olduğunu, eleştirmede ise çocuğun kendisinin değil birçok olumlu davranışlar karşısında olumsuz bir etki meydana getirecek olan herhangi bir davranış üzerinde olması gerekmektedir. Sevgi eğitimi, doğum öncesinde başlayıp hayat boyu devam etmesi gereken süreçtir. Kişinin kendisiyle barışık olması, sevgi eğitiminin kişilik gelişiminin tamamlanmasına kadar verilmesine bağlıdır. Hayata anlam veren sevgidir. Fizyolojik ihtiyaçlar, insanın bedenini doyurduğunu kabul edecek olursak, sevgi de insanın ruhunu doyurmaktadır. Sevgi eğitiminin doğum öncesinde başladığını biliyoruz. Bu sevgi annenin kendisine sağlıklı bakması, çocuğu ile iletişim kurması, ona dokunması, zaman ayırması, sorularına cevap vermesi, sevdiğini söylemesi, kendi davranışları ile tutarlı olması, gelişim ödevlerini bilmesi ve bu gelişim dönemlerine göre çocuğun bakımı ve sevgi ihtiyaçlarını sürekli ve tutarlı biçimde doyurmak sevgi eğitimi için önemli durum arz etmektedir. Sevgi eğitimi ile yetişen bireyler kendini tanıyan, yeteneklerini bilen, eleştiriye açık, sürekli gelişim ve değişimi benimseyen ve kendini gerçekleştirme çabasına giren insanı kâmil dediğimiz kendisine, toplumuna ve insanlığa yararlı ve faydalı dediğimiz katkı değer sağlayan, üreten, pozitif enerji yayan iyi insan yetiştirilmiş olacaktır. Elbette, böylesine önemli olan bir eğitim sürecinde, ana, baba ve öğretmenlerin görevlerinin ne kadar önemli ve savsaklanamaz bir sorumluluk taşımaları gerektiği her türlü takdirin üzerinde bir gerçektir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hayatına baktığımız zaman çocuk eğitimine örnek teşkil edecek çok önemli özellik ve güzelliklerin olduğunu görmekteyiz. Eğitim, ferdin davranışlarında planlı ve programlı olarak, müspet yönde değişiklik meydana getirme sürecidir. Bu değişiklik insanın zihninde, duygularında ve hareketlerinde meydana gelir. Bu açıdan eğitim, kafaya, kalbe ve bedene hep birlikte nüfuz edebilmeyi gerektirir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hayatı boyunca bir eğitim faaliyeti gerçekleştirmiş ve netice itibariyle hiçbir dönemde, hiçbir kimsenin ulaşamayacağı bir noktaya ulaşmıştı. Onun bu kutlu göreve başladığı nokta ve eğittiği insanların o günkü durumu dikkate alınırsa, bu insanların sonuç itibariyle ulaştığı seviye Allah Rasûlü (s.a.v.)’nün eğitim faaliyetinin ne kadar başarılı olduğunu anlatma açısından yeterlidir. Aynı zamanda gelinen bu seviye, O’nun peygamberliğini gösteren bir delil olduğunu söyleyebiliriz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) 23 sene gibi kısa bir sürede, çok büyük inkılâplar yapmış, insanlar üzerinde çok önemli tesirler icra etmiştir. O kadar ki, O’nun tesiri günümüze kadar gelmiş ve kıyamete kadar da gidecektir. Kendi döneminde olduğu gibi bugün de Müslümanlar onu candan sevmekte, onun sünnetine ve getirdiği prensiplere can-ı gönülden bağlanmaktadır. Böyle bir bağlılık ve itaat, insanlık tarihinde hiç kimsenin muvaffak olamadığı bir seviyedir. Allah’ın inayetiyle O Cahiliye Dönemi’nde, kızlarını diri diri toprağa gömecek kadar katı kalpli insanların bulunduğu bir toplumdan karıncayı bile incitmeyecek bir toplum çıkarmıştır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) insanların pek çok kötü âdetini değiştirmiş, onları güzel ahlâkta ve maneviyatta bütün insanlara muallim olacak bir seviyeye getirmiştir. O öyle bir inkılâptır ki, insanların kafalarında, kalplerinde, ruhlarında, maddî ve manevî hayatlarında, duygu ve düşüncelerinde değişim meydana getirmiştir. İnsanları cehalet asrının bataklığından almış, en yükseklere çıkarmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.)’e bu inkılâpları yaptıran ve insanlar üzerinde bu kadar tesir icra etmesine sebep olan neydi? İnsanların O’na bu denli bağlanmalarının ve itaat etmelerinin hikmeti neydi? Bu kadar kısa bir zamanda Cahiliye Devri’nin insanlarının, ilim ve irfanda, nezaket ve nezahette bu kadar mesafe almalarının sırrı neydi? Bütün bu sorulara cevap verebilmek için, O’nun hayatını gözler önüne sermek gerekecektir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ahlâkı Kur’ân ahlâkıydı. O bir muallim olarak gönderilmişti ve bir muallimde bulunması gereken bütün vasıfların en üstünü ondaydı. O doğru ve güvenilirdi. İnsanlara düşkün, onlara karşı merhametliydi. İnsanlarla çok samimi ve candan ilgilenir, sevgiyle ve şefkatle yaklaşırdı. Onların ihtiyaçlarını giderir, zor zamanlarında yardım ederdi. O insanlara karşı mütevazı ve müsamahakârdı. Adaletle davranır, insanlar arasında ayrımcılık yapmazdı. Öfkelenip kızmaz, onların hatalarını bağışlardı. Kısacası o, güzel ahlakın zirvesindeydi. Bir muallim olarak Kâinatın Efendisi (s.a.v.) davranışlarıyla insanlara örnek olmanın yanında, sözleriyle de onların kafalarını ve kalplerini aydınlatıyordu. Çünkü O, hitabetin zirvesindeydi; net ve anlaşılır konuşur, insanların iyi anlamaları için bazı cümleleri tekrar ederdi. İnsanların ihtiyaçlarına ve seviyelerine göre konuşurdu. Konuşmasını gereksiz yere uzatmaz, kısa ve özlü konuşurdu. Yapmadığı şeyleri söylemez, konuştuğu şeyleri samimi ve adeta yaşıyormuşçasına anlatırdı. Bazen sorularla muhatapların dikkatini çeker, onları yönlendirirdi. Konuşmalarında bazı kıssalardan ve hikâyelerden faydalanır, anlaşılması zor konuları örneklerle açıklar eder, kolayca anlaşılacak bir hale getirirdi. Anlattığı bütün konularda davranışlarıyla insanlara örnek olurdu. Kabul edilecektir ki, birkaç sayfa içerisinde, O’nun eğitim ve öğretime dair ortaya koyduğu ilke ve metotları kapsamlı bir şekilde anlatmak mümkün değildir. Burada Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in muallimliğine ve O’nun insanları eğitirken takip ettiği ilke ve metotlara örnek olması gayesiyle sahabeden Rafi b. Amr’la ilgili bir hadiseye bakalım. Râfi b. Amr henüz çocuk yaşında bir sahabidir. Bir gün Medine’de Ensar’dan birinin bahçesindeki hurma ağaçlarını taşlamış, daha sonra bahçe sahibi Râfi b. Amr’ı Rasûlüllah’ın huzuruna getirmişti. Adeta Efendimiz (s.a.v.)’in onu cezalandırmasını ister gibiydi. Allah Rasûlü (s.a.v.) “Yavrum! Hurmayı neden taşladın?” diye sordu. Çocuk da, “Karnım açtı, yemek için taşladım.” cevabını verdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Bir daha hurmaları taşlama, dibine dökülenlerden ye.” buyurdular. Sonra çocuğun başını okşadı ve ona şöyle dua etti; “Allah’ım! Onun karnını doyur.” Bu kısa olay eğitimde takip edilmesi gereken ilkeler adına önemli mesajlar vermektedir.
Ali ÖZKANLI
YazarMüslüman her zaman nefsini hesaba çekendir. Özellikle Ramazan-ı Şerif nefis muhâsebesi yapmak için en uygun aydır. Bilindiği üzere on bir ayın sultanı bu ayda Peygamberimiz’e nâzil olmuştur. Yüce kita...
Yazar: Ali ÖZKANLI
Öğretmenler, öğrencilerine karşı hoşgörülü ve güler yüzlü olmalı. Öğrencinin başarılı olabileceği ortamları hazırlamalı. Hatalar karşısında affedici olmalı. Hatalarını kendilerinin bulmalarına yardımc...
Yazar: Ali ÖZKANLI
8 Eylül 1779’da İstanbul’da doğdu. Babası Sultan I. Abdülhamid, annesi Ayşe Sîneperver Sultan’dı. II. Mahmud’un da ağabeyiydi. İsmini, babasının hocası Seyyid Muhammed Efendi koydu. Doğumundan sonraki...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Ebû Desme Vahşî b. Harb el-Habeşî. Sudan’dan Mekke’ye getirilmişti. Tuayme b. Adî’nin kölesiydi. Uhud Savaşı’nda Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in amcası Hz. Hamza’yı şehit etmişti. Sonraları Müslüma...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ