SELİM DEDE İMZÂSINI KULLANAN OSMANLI PADİŞAHI
1204-1222/1789-1807 tarihleri arasındaki on sekiz yıllık III. Selim Dönemi, Osmanlı’da Nizâm-ı Cedîd Dönemi olarak adlandırılır. Bu dönem, III. Selim’in Yeniçerileri ortadan kaldırmak, ulemânın etkisini kırmak, Osmanlı Devleti’ni Avrupa’nın bilim, sanat, zirâat, ticâret ve uygarlıktaki ilerlemelerine ortak yapmak için giriştiği yenilik hareketlerinin bütünüdür.[1]
Sultan III. Selim Dönemi’nde alınan bazı tedbirler neticesinde kimi şeyhlerin sürgüne gönderildiği görülmektedir. Bu durumun en açık örneği, Edirnekapı'daki Resmî Efendi Tekkesi ile Karagümrük'teki Kabakulak Tekkesi’nin kurucusu Seyyid Mustafa Resmî Efendi (ö.1208/1793-94) olmuştur. Mustafa Resmî Efendi 1206/1792'de bilinmeyen bir nedenle Kıbrıs Magosa'ya sürülmüş ve iki yıl sonra sürgünde vefât etmiştir.[2]
III. Selim Dönemi’ne kadar açık bir şekilde ve halkın gözü önünde cereyan eden bazı zikir meclislerinin, fitne çıkar endişesiyle bu dönemde gizli yapılması istenmiştir. Yuşa Tepesi’ndeki mescitte yaz aylarında okunan mevlide, Rifâiyye ve Sa’diyye’ye mensup şeyhler, her yıl dervişleriyle birlikte alemlerini de yanlarına alıp yürüyüş yaparak gelirlerdi. Her sene kalabalığın artması üzerine III. Selim Dönemi’nde zikirlerin gizli yapılması emredilmiştir.[3]
- yüzyıla gelindiğinde sayısı iki binlere yaklaşan tekkeleri denetim altına almak için ilk defa III. Selim zamanında çalışmalara başlanmış, sapkın inanışlara sahip olan tarîkat mensuplarının durumlarının teftiş edilerek devlete bildirilmesi ve bu tür inanışlara sahip kimselere tekke açtırılmaması için bazı şeyhler görevlendirilmiştir. Tekke vakıflarını Evkâf-ı Hümâyun Nezâreti’nin denetimine veren 1227/1812 tarihli bir fermanla Osmanlı eyâletlerinde aynı tarîkata bağlı bütün tekkeler, tarîkatın İstanbul Âsitânesi merkez kabul edilerek buraya bağlanmıştır. Yine bu fermanla meşîhatı boşalan bir tekkeye şeyh tayininde tevcîhin Şeyhülislâmlığa arzedilmesi ve taşradaki tekkelere şeyh tayinlerinde merkez tekkenin görüşünün alınması usulü getirilmiştir. Bu fermanla birlikte tekkeler idârî yönden Şeyhülislâmlığın ve malî yönden Evkâf-ı Hümâyun Nezâreti’nin denetimine girmiştir. [4]
III. Selim Dönemi’nde gerçekleştirilen modernleşme hareketi ve devlet yönetiminde merkezîleşme ilkesi çerçevesinde yerel güç konumuna gelen şeyh ailelerinin siyâsî nüfûzu ortadan kaldırılmıştır.
[5] Bu durumun sonucu olarak geçmişte devlet tarafından, temsil ettikleri makama tanınmış ayrıcalıklar birer birer şeyh ailelerinin elinden alınmıştır. Şeyh ailelerinin vakıf gelirleri kısıtlanmıştır. Bu duruma tepki gösteren tarîkat erbâbının örneği, Mevlevî şeyhlerinden Mehmed Emin Çelebi (ö. 1230/1814-15) olmuştur.
[6]
Yenilik taraftarı bir padişah olarak III. Selim’in gerçekleştirdiği yenilik hareketlerine karşı Mevlevî çevrelerin yaklaşımı iki farklı çizgide gerçekleşmiştir. Şeyh Gâlib'in şahsında İstanbul Mevlevîleri yeniliğe açık müsbet bir yaklaşım sergilerken, Mehmed Emin Çelebi'nin başını çektiği Konya merkezli yaklaşım ise yeniliklere karşı menfî bir tutum sergilemiştir.
[7]
Konya Âsitânesi’nde Çelebilik makamında bulunan Mehmed Emin Çelebi, III. Selim’in yenilik hareketine karşı çıkmış ve Nizâm-ı Cedîd’e tavır koymuştur. Konyalılar asker yazılmasına karşı çıkmış, Konya’ya iki saat mesafedeki Konak Köyü’nde oturan Abdurrahman Paşa şehre girememiş, müftü ile Çelebi’nin bu işte dahli olduğu iddia edilmiş, Konya halkı arasında çıkan bu sıkıntı bir yıl kadar sürmüştür. Çelebi’ye hitâben yazılmış 22 Zilhicce 1218/3 Nisan 1804 tarihli bir fermanda, “Konya’da bazı kişilerin, padişahın emrine karşı geldiğinin haber alındığı” beyan edilmiş, bu hareketi te’dîb ve tenkîl ile görevlendirilen Karaman Beylerbeyi Abdurrahman Paşa’ya kendilerinin yardımcı olması istenmiş, şeyhin bu kargaşalıktan zarar görmemesi için, Karahisar yahut Kütahya’ya gitmesinin daha uygun olacağı bildirilmiştir.
[8]
Abdurrahman Paşa’ya hitâben yazılmış olan bir fermanda ise bu isyana Çelebi ve müftünün önayak olduğu belirlenmiş, âsîlerin te’dîbi ve Çelebi’nin Konya dışına nefy edilmesinin istendiği ifade edilmiş, “sülâle-i tâhire-i Mevlânâ’dan olan şeyhin zarar-dîde olmamasına dikkat ve i’tinâ gösterilmesi” emredilmiştir.
[9]
Kaynaklara “Konya isyanı” olarak geçen bu hadisenin Nizâm-ı Cedîd’e taraftar olup olmamakla bir ilgisinin bulunmadığı görülmektedir. Zira Mehmed Çelebi’nin daha önceden dergâh vakfı olan iki köye ait geliri talep ettiği, köylerin ise fakirleşmesi nedeniyle bunu karşılayamayıp sadece elli araba odun verebileceklerini bildirmeleri, yapılan müracaatlar sonucu payitahtın, köylerin harap olması sebebiyle elli araba odundan fazla bir şeyin istenmesinin men’i yönündeki kararı, âsitâneyi ve aynı vakıf gelirlerinden yararlanan kesimleri rahatsız etmiştir. Dolayısıyla anlaşmazlığın sebebi daha çok bu vakıf gelirlerinin kesilmesi olmuştur.
[10] İstanbul Galata Mevlevîhânesi şeyhi Şeyh Gâlib’le olan dostluğundan ve Mevlânâ’ya olan derin sevgisinden dolayı, III. Selim olup bitenlere karşı Çelebi’yi makamında tutmuştur.
[11]
III. Selim Dönemi’nde şeyh ailelerine tanınan imtiyazlar ortadan kalkmakla birlikte, bu dönemde Mevlevîlik edebiyatta dîvân şiirini, müzikte klasik şark müziğini, zevkte münevver zevkini benimsemiş, tarîkat özellikle Osmanlı bürokrasisinde yetkin konuma gelmiş,
[12] Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhleri Ali Nutkî Dede (ö.1219/1804-05) ve Abdulbâkî Nâsır Dede’nin (ö. 1236/1821) kaydettikleri arakiye giyenler listesi artmış ve aynı mevlevîhânenin şeyhlerinden Osman Salâhaddin Dede (ö. 1304/1886-7) zamanındaki Mevlevîlerin hemen hemen hepsi yüksek zümreden kişiler olmuştur.
[13]
Haksızlıkları önlemek maksadıyla tahta geçtikten sonra birtakım düzenlemeler yapan III. Selim, bu çerçevede diğer tarîkatlar gibi Mevlevîlikte de postnişinlik yapan şahsiyetlerin beratlarının yenilenmesini emretmiştir. Bununla birlikte Sultan III. Selim, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ö. 672/1273) ve Mevlevîliğe son derece saygı duyan bir padişahtı. Bir Mevlevî dervişi olarak bilinen Sultan III. Selim, tasavvufun tesir halkasına katılmış ve Mevlevîliği devlet şemsiyesi altında tutmaya çalışmıştır. Sağlanan böylesi desteklerle Mevlevîlik o dönemde Osmanlı toplumu içerisinde Mevlevî felsefesinin, mûsikîsinin ve şiirinin yayılması sağlanmıştır.
[14]
Şeyh ailelerine daha önce verilen imtiyazları kaldırmakla beraber, bütün çelebilerin askerlik hizmetinden muaf tutulduklarını dile getirmiştir. 1205/1790 tarihinde Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ile çevresinde yatanların sanduka örtülerini yeniletmiştir. Şeyh Gâlib, söz konusu örtüler için yazdığı tercî-i bend ile Sultan III. Selim'i şöyle övmüştür:
Müceddid olduğu Sultân Selîm'in dîn ü dünyâya
Nümâyândır bu nev pûşîdesinden kabr-i Mollâ'ya.[15]
III. Selim klasik Türk mûsikîsinin en değerli bestecilerinden biridir. Besteciliği dışında ney üflemiş, tambur çalmıştır. Mûsikîye çok küçük yaşlarda başlamış ve I. Abdülhamid’in müezzinbaşısı Kırımlı Ahmed Kâmil Efendi’den mûsikî meşk etmiştir. Tambur hocası ise geleneksel tambur üslubunun üstadı Tambûrî İzak’tır. Aynı zamanda bir Mevlevî olan III. Selim, bazı eserlerine “Selim Dede” imzâsını atmış ve saray dışındaki mûsikî faaliyetlerini yalnız izlemekle kalmamış, aynı zamanda yönlendirmiştir. Onun, Galata Mevlevîhânesi’ne sık sık gittiği, âyin dinlediği ve şeyh Gâlib’le sohbet ettiği bilinmektedir.
[16] Hakîkî bir Mevlevî olan III. Selim’in Türk mûsikî tarihinde 1199-1230/1785-1815’e kadar olan döneme kendi adını verecek kadar mûsikî dehâsı ve destekçisi olduğu görülmektedir. Padişah “Sûz-i Dilârâ” makamında bestelediği Mevlevî âyini ve devrinde bestelenen diğer âyinlerin korunması için I. Hamparsum Limonciyan (1768-1839) ile Şeyh Abdulbâkî Nâsır Dede’yi iki ayrı nota icrâ etmesi için görevlendirmiştir. Ayrıca başta intisâb ettiği Şeyh Gâlib olmak üzere, Abdulbâkî Nâsır Dede ve talebeleri, bestelediği birçok Hicaz, Nihâvend ve Sabâ makamındaki Mevlevî âyinini Yenikapı Mevlevîhânesi’nde huzurunda okuyan müsâhib Ahmed Ağa’ya muhabbet gösterniş, Mevlevîhâneleri ziyaret etmiş, yardımları ve destekleriyle Mevlevî kültürünün yeni döneme damgasını vurmasını sağlamıştır.
[17]
Sultan I. Abdülhamid zamanında Konya'da Mevlânâ Türbesi yakınındaki Sultan Selim Camii'nin tamiri için gönderilen on dört bin kuruş yetmeyince, tekrar altı bin kuruş daha talep edilmiş, 1204/1790’da Sultan III. Selim tarafından 5500 kuruş gönderilerek bu talebe cevap verilmiştir. Ayrıca bu dönemde de dervişlerin yağ mumu ve tıraş paraları da devlet tarafından karşılanmıştır. Mevlânâ Türbesi’nin kubbesini tamir ettiren ve aynı zamanda iyi bir hattat olan III. Selim, yazdığı Kur’ân-ı Kerimlerden bir tanesini de Mevlânâ Türbesi'ne göndermiştir.
[18]
Yardım edilen Mevlevîhânelerden biri de Kasımpaşa Mevlevîhânesi'dir. Kimi devlet erkânı tarafından yapılan yardımlar, yardım ettikleri şeyhlerin vefâtından sonra da devam etmiştir. Meselâ Neyzenbaşı Derviş Mehmed'in, vefâtıyla yetim kalan çocuklarına bu tür yardım yapılmaya devam edilmiştir.
[19]
- ve 16. asırlarda Anadolu’da ve Rumeli’deki Şîî ve Bâtınî cereyanlara karşı Osmanlılar Mevlevîlere itibar etmişlerdir. Kaynaklarda Sultan II. Murad tarafından 837/1433 yılında tesis edildiği nakledilen Edirne Mevlevîhânesi’nin bu amaçla tesis edildiği düşünülebilir. 18. asrın sonları ve 19. asrın başlarında ise bu politikanın yerini kendisi Mevlevî olan III. Selim’in de gayretleriyle, Yeniçeri Ocağı’nda Bektaşîlerin yerine Mevlevîleri ikâme etme düşüncesi almıştır.[20]
Yeniçeri Ocağı başlangıçtan beri Bektaşiyye Tarîkatı’nın himâyesine ve terbiyesine tevdî edilmişti. Yeniçeriliğin ve Bektaşîliğin kendisinden beklenen salâhiyeti gösterememesi üzerine kurulan yeni ordu Nizâm-ı Cedîd’in mürebbîleri Mevlevî şeyhleri olmuştur. Sultan III. Selim Dönemi’nde Kaptan Paşa Akdeniz’e özel Mevlevî töreni üzere küçüklü büyüklü on sekiz parça korsan aktarmış, 1210/1796 yılında Kasımpaşa Mevlevîhânesi açılmış, Mevlevîlik münevver kesim arasında en yüksek mevkii elde etmiş, Mevlevîhânelere ait vakıflar çoğaltılmış, Mevlevîlik câzibe merkezi olmuştur. Padişahın verdiği atiyyeler, zenginlerin gerçekleştirdiği bağışlar eksik olmamıştır. Padişahın katkılarıyla Beşiktaş ve Gelibolu Mevlevîhâneleri ciddî tamirlerden geçirilmiştir. Devrin ilim, sanat ve edebiyat merkezi olan ve Şeyh Gâlib’in postnişin olduğu Galata Mevlevîhânesi, 1208/1793 tarihinde tamir edilerek bir şadırvan ve hünkâr mahfeli de ilave edilmiştir. Yine Sultan'ın emriyle dergâha, Reîsülküttab Mehmed Raşid Efendi tarafından tatlı su getirilmiştir. Ayrıca Sultan III. Selim'in annesi Mihrişah Vâlide Sultan (ö.1220/1805), Yenikapı Mevlevîhânesi’ne yağ ve pirinç gibi malzemeler tahsis etmek suretiyle aynî yardımlarda bulunmuştur.
[21]
Yenikapı Mevlevîhânesi’nde Ali Nutkî Dede
(ö.1219/1804-05) ve halîfesi Hâlet Efendi (ö.1239/1823) aracılığıyla Sultan III. Selim ile tanışan Şeyh Gâlib’in (ö. 1213/1799) padişahla büyük bir dostluk örneği sergilediği görülmektedir. Mevlevîliği Konya'da el-Hac Mehmed Emin Çelebi'nin (ö.1231/1815) muhâlefetine rağmen, III. Selim'in başlattığı modernleşme hareketini destekleyen Şeyh Gâlib, gerek Ali Nutkî Dede gerekse Hâlet Efendi'nin saray üzerindeki nüfûzu sayesinde 1205/1790-91'de Galata Mevlevîhânesi postnişinliğine atanmıştır. Yenikapı Mevlevîhânesi’ni İstanbul'un en önemli kültür merkezine dönüştürmüş, burada Mevlevîliğin toplumsal değişime açık yönünü temsil etmiştir.
[22]
1209/1794'de çıkardığı bir fermanla Sultan III. Selim, Mesnevîhânların tayin yetkisini Şeyh Gâlib'e vermiştir. Bu fermanla Şeyh Gâlib, bütün Mevlevî şeyhlerinin üstünde bir mevkie yükseltilmiştir.
[23] Şeyh Gâlib, sultan için on kasîde, yirmi altı tarih, bir terbî’/dörtleme ve bir kısa mesnevî kaleme almıştır. Şeyh Gâlib'in Sultan III. Selim'e olan bu yakınlığı, İstanbul'daki Mevlevîhânelerin maddî açıdan destek görmesini, tamir ve restorasyonlarla ihyâ edilmesini sağlamıştır.
[24]
Şeyh Gâlib gibi Esrar Dede (ö. 1211/1796-97)’nin de Sultan III. Selim'e derin bir muhabbeti vardı ve ona olan bağlılığı oldukça güçlü idi. Ancak onun bu muhabbeti sultanın aleyhinde olan bazı kimselerin ileri geri konuşmalarına sebep olmuştur. “Sultanın kulu” olmakla suçlanan Esrar Dede, aldığı eleştirilere bir gazelinde şöyle cevap vermiştir:
Ne Süleymân ne Selîm'in kuluyuz
Hazret-i Rabb-i Rahîm'in kuluyuz
Husrev-i âleme yok minnetimiz
Öyle bir şâh-ı Kerîm’in kuluyuz. [25]
Sultan III. Selim, Kabakçı isyanında şehit edilirken namazını yeni bitirmiş ve seccâdesi üzerinde ney üflemekte imiş. Zorbalar üzerine atıldıklarında neyi üzerine tutarak kendini savunmaya çalışmış ve kelime-i şehâdet getirerek ruhunu teslim etmiştir. Zulmen öldürülen III. Selim’in arkasından tasavvuf erbâbının üzülüp gözyaşı döktüğü rivâyetleri bulunmaktadır. Hatta evinde haftada bir gece Mesnevî okutup iki gece Hatm-i hâcegân yaptıran
Hoca Süleyman Neş’et Efendi (ö. 1222/1807), bu üzüntüye dayanamayarak birkaç gün sonra da kendisi vefât etmiştir.
[26]
III. Selim tarafından tekkesi genişletilerek yenilenen şeyhlerden biri olan Vefâiyye şeyhi Mehmed İzzî Efendi’nin (ö. 1339/1920) konumunu da unutmamak gerekir. Mısır'ın Delta bölgesinden ticâret amacıyla İstanbul'a gelerek yerleşen Halîl ed-Demenhûrî'nin (ö. 1208/1793) oğlu olan İzzî Efendi’nin, Vefâiyye dışında Beşiktaş Mevlevîhânesi şeyhi Mesnevî şârihi Arap Yûsuf Efendi'ye de intisâbı vardır. Şâzeliyye tarîkatına intisâbı ise Unkapanı Dergâhı seccâdenişîni Şeyh Hâfız Hüseyin Efendi vesilesiyledir. Tekkesi II. Mahmud tarafından 1231/1816 ve 1252/1836 yıllarında iki defa tamir ettirilmiş, tevhidhâneye bir hünkâr mahfili eklenerek tam teşekküllü bir tarîkat külliyesine dönüştürülmüştür. İzzî Efendi'den sonra yerine oğlu Süleyman Sıdkı Efendi geçmiştir.
[27]
[1] Enver Ziya Karal,
Osmanlı Tarihi, Ankara 1988, c. V, s. 61;
III. Selim’in Hattı Hümayunları, Ankara 1988, s. 29.
[2] Tabîbzâde Mehmed Zâkir Şükrî,
Silsilenâme-i Aliyye-i Meşâyıh-ı Sûfiyye, Hacı Selim Ağa Ktp. Hüdâyî, nr. 1098, s. 37; M. Baha Tanman, “Resmî Efendi Tekkesi”,
Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c. VI, s. 316-317; Ramazan Muslu,
Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, (18. Yüzyıl), İnsan Yayınları, İstanbul 2003, s. 583.
[3] Hüseyin Ayvansarâyî,
Hadîkatü’l-Cevâmi’, Matbaa-i Âmire, İstanbul 1281, c. II, s. 148; Muslu,
Osmanlı Toplumunda Tasavvuf s. 578.
[4] Reşat Öngören, “Osmanlı Türkiyesi’nde Tarikatlar”,
Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, ed. Semih Ceyhan, İSAM Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2018, s. 84.
[5] Ekrem Işın, “Mevlevîliğin Osmanlı Modernleşmesindeki Yeri ve Şeyh Gâlib”.
Şeyh Gâlib Kitabı içinde, ed. Beşir Ayvazoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yayınları, İstanbul 1995, s. 53.
[6] Abdülbâki Gölpınarlı,
Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İnkılap ve Aka Kitabevi, 2.Baskı, İstanbul 1983, s. 271; Işın, “Mevlevîliğin Osmanlı Modernleşmesindeki Yeri”, s. 53.
[7] Gölpınarlı,
a.g.e., s. 171.
[8] Gölpınarlı,
a.g.e., s. 171; İrfan Gündüz,
Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebetleri, Seha Neşriyat, İstanbul 1989, s. 130.
[9] Gölpınarlı,
a.g.e., s. 171; Gündüz,
a.g.e., s. 131.
[10] Gündüz,
a.g.e., s. 130-131; Hür Mahmut Yücer,
Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. Yüzyıl), İnsan yayınları, İstanbul 2003, s. 675-676.
[11] Gölpınarlı,
a.g.e., s. 175.
[12] Gölpınarlı,
a.g.e., s. 254.
[13] Mehmed Ziyâ,
Yenikapı Mevlevihânesi, haz. Murat A. Karavelioğlu, Ataç Yayınları, İstanbul 2005, s. 155-157; Sezai Küçük, “Mevleviyye”,
Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, ed. Semih Ceyhan, İSAM Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2018, s. 513.
[14] Sâmiha Ayverdi,
Türk Tarihinde Osmanlı Asırları, Kubbealtı Neşriyâtı, 4. Baskı, İstanbul 1999, c. II, s. 246; Muslu,
Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 579.
[15] Şeyh Gâlib,
Dîvân, haz. Naci Okçu, DİB Yayınları, Ankara 2013, s. 16; Gölpınarlı,
Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 175.
[16] Bursalı Mehmed Tahir,
Osmanlı Müellifleri ve Ahmed Remzi Akyürek Miftâhu’l-Kütüb ve Esâmî-i Müellifîn Fihristi, Bizim Büro Basımevi, Ankara 2000, c. I, s. 130; Muslu,
Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 54, 575
.
[17] Yücer,
Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 676.
[18] Muslu,
Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 579.
[19] Muslu,
a.g.e., s. 579.
[20] Gölpınarlı,
Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 269; Sezai Küçük, “Mevleviyye”,
Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, s. 506.
[21] Muslu,
Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 576-578.
[22] Ekrem Işın, “Şeyh Gâlib”,
Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c. VII, s. 166.
[23] Mine Mengi,
Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara 1995, s. 222-227.
[24] Hüseyin Ayvansarâyî,
Hadîkatü’l-Cevâmi’, Matbaa-i Âmire, İstanbul 1281, c. II, s. 46; Mengi,
a.g.e., s. 222-227; Ekrem Işın, “Şeyh Gâlib”,
DBİA, c. VII, s. 167; Muslu,
Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 576-578.
[25] Hikmet Atik, “Esrar Dede Hayatı, Edebi Kişiliği ve Eserleri”,
Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Şanlıurfa 1997, Sayı: 3, s. 388; Muslu,
a.g.e., s. 578.
[26] Osmânzâde Hüseyin Vassâf,
Sefîne-i Evliyâ, haz. Mehmet Akkuş & Ali Ylmaz, Kitabevi, İstanbul 2006, c. II, s. 189; Yücer,
Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 678.
[27] Hür Mahmut Yücer, “Sa’diyye”,
Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, ed. Semih Ceyhan, İSAM Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2018, s.246-247.