Saltanatı İsyanların Gölgesinde Geçen SULTAN IV. MUSTAFA
8 Eylül 1779’da İstanbul’da doğdu. Babası Sultan I. Abdülhamid, annesi Ayşe Sîneperver Sultan’dı. II. Mahmud’un da ağabeyiydi. İsmini, babasının hocası Seyyid Muhammed Efendi koydu. Doğumundan sonraki gün Mevlid Kandili olduğu için yeni şehzadenin adını, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’in adı olan “Mustafa” olarak koymayı daha münasip gördü. Kulağına ilk ezanı ve duayı yine o okudu. Doğumu vesilesiyle İstanbul’da üç gün şenlikler yapıldı. Fakir fukaraya yemekler verildi, yetim ve öksüzlere hediyeler dağıtıldı. Çocukluğu, diğer şehzadeler gibi Topkapı Sarayı’nda geçti. Tahta çıkıncaya kadar annesi, lalası ve bakıcılarıyla beraber özel bir odada kaldı. Annesi, yetişmesi ve terbiyesi ile elinden geldiğince ilgilendi. İlk eğitimini ve dinî bilgilerini annesinden aldı. Okuma-yazmayı da lalasından öğrendi. Yaşı ilerleyince devrin ünlü hocalarından dersler aldı. Babası I. Abdülhamid ani bir şekilde vefat ettiğinde, henüz 10 yaşındaydı. Annesi, şehzadesinin tahta çıkarılmasını bekliyordu; ama yaşı daha küçüktü. Üstelik çocuk yaşta padişah olan kişilerin, geçmişte yol açtıkları karışıklıklar ve zararlar da ortadaydı. O yüzden devlet adamları, yaşça daha büyük olan, daha iyi eğitim alıp kendisini yetiştirmiş ve devleti yönetmeye daha ehliyetli bulunan amcası Şehzade Selim’i padişah yaptılar. III. Selim’in padişahlığı süresince sarayda baskıdan uzak rahat bir hayat yaşadı; çocuğu olmayan amcası III. Selim’den şefkat gördü. Eğitimine devam etti. Din, edebiyat, Arapça, Farsça, tarih ve hat dersleri aldı. Günlerini bolca ibadet ederek, Kuran-ı Kerim, din, edebiyat, şiir ve tarih kitapları okuyarak geçirdi. Şehzadeliği boyunca en büyük hobilerinde biri de, güzel yazı çalışmaları yapmak ve şiir yazmaktı. İsyanla Gelen Padişahlık 28 yaşına girince tahta geçme sırası ona geldi. III. Selim’e ve Nizam-ı Cedit Ordusu’na karşı patlak veren Kabakçı Mustafa İsyanı ona padişahlık kapılarını araladı. Kabakçı Mustafa ve taraftarları, padişah III. Selim’i tahttan indirmek, kendisini padişah yapmak istiyorlardı. Şehzade Mustafa, yapılan padişahlık teklifini kabul etti. Zor durumda kalan III. Selim’in, tahtı bırakmaktan başka şansı kalmamıştı. Kaderine boyun eğdi ve Şehzade Mustafa’yı tebrik ederek, tahtı ona teslim etti. Şehzade Mustafa, 29 Mayıs 1807’de 29. padişahı olarak tahta oturdu. Padişah Gibi Davranan Kabakçı Mustafa Başta Kabakçı Mustafa olmak üzere tüm isyancılara hesap sorulmayacağına dair bir “hüccet-i şer‘iyye” düzenlendi ve IV. Mustafa bunu tasdik ederek yeminli teminat verdi. Karşılığında, yeniçerilerin devlet işlerine karışmayacaklarına ve emirlere riayet edeceklerine dair taahhüt alındı. Ancak çok geçmeden bunun hiçbir faydasının olmadığı görüldü. Çünkü Kabakçı Mustafa ve taraftarları devlet işlerine karışmaya ve istediklerini zorla yaptırmaya başladılar. IV. Mustafa, padişah olmuştu olmasına ama yönetim ve ipler Kabakçı ve adamlarının elindeydi. İsyan bittikten sonra Kabakçı, kendini boğaz nazırı ilan etti. Rumelifeneri’nde göz kamaştırıcı bir köşkte yaşıyordu. Bir eli yağda bir eli baldaydı. Etrafında cariyeler, hizmetçiler ve uşaklar pervane oluyordu. Devletin imkânlarını kullanarak her gün köşkte adamlarıyla beraber gününü gün ediyordu. Ne yazık ki Osmanlı Devleti, Kabakçı Mustafa ve isyancıların elinde oyuncak olmuştu. Kabakçı ve etrafındakiler devleti yağmalıyordu. Hazine boşalmış, harcamalar ve israf artmıştı. Devlette ve İstanbul’da karışıklıklar almış başını gidiyordu. Kimse bir şey yapamıyor, devlet adamları kara kara düşünüyordu. Çünkü Kabakçı Mustafa ve adamları en ufak bir şikâyeti ve yakınmayı affetmiyorlardı. İsyancıların zorbalık, zulüm, haksızlık ve katliamlarına herkes alışır olmuştu. Kabakçı’yı destekleyip, Sultan Selim’in tahttan indirilmesini isteyen devlet adamları şimdi bin pişmandı. Devletin bu duruma düşeceğini hiç tahmin etmemişlerdi. Herkes yaşanan karmaşaya, devletin bir avuç isyancının zorbalığına ve keyfine teslim olmasına içerliyordu. Devlet adamları, halk ve saray görevlileri birbirlerine şu soruyu soruyordu: “Padişah, Sultan Mustafa mı, yoksa Kabakçı Mustafa mı?” Padişah bile acı gerçeğin farkına varmış, dövünmeye başlamıştı. Etrafındaki devlet adamlarına sık sık şikâyetleniyor, bir çare bulmaya çalışıyordu. Ama yapacak bir şey olmadığını, duruma hükmedecek kudret ve otoriteyi kendisinde göremeyince de çaresizlikten susuyor ve oturuyordu. Sık sık Allah’a sığınmaktan başka elinden bir şey gelmiyordu. Alemdar Mustafa Kabakçı Mustafa’ya Karşı Durum daha fazla böyle gidemezdi. Padişah buna bir çare bulamazsa, elbette bulacak birileri çıkardı. Osmanlı Devleti hâlâ büyük bir devletti ve devleti için kendisini feda edebilecek kabiliyetli ve fedakâr devlet adamlarına sahipti. Bunlardan biri de Alemdar Mustafa Paşa idi. Devrin olağanüstü şartları ve içine düşülen çaresizlik, onu kurtarıcı ve öncü yapmıştı. Kötü gidişattan şikâyetçi olanlar, Nizam-ı Cedit Ordusu’ndan arta kalanlar, Alemdar Mustafa Paşa’nın etrafında toplanıyordu. Hatta III. Selim’e karşı olanlar bile aldandıklarını anlamış ve Alemdar’ı desteklemeye başlamışlardı. Alemdar Mustafa Paşa ve destekçileri, Rusçuk’ta toplandılar. Durumu aralarında uzun uzun konuştular, tartıştılar. Ve şu karara vardılar: “Kabakçı Mustafa öldürülecek, Sultan Selim yeniden padişah yapılacak!” Varılan bu kararın ardından Alemdar Mustafa, ordusunu alıp Haziran 1808’de Edirne’ye hareket etti. Oradan Çorlu’ya gitti. Güvenilir komutanlarından Uzun Hacı Ali ve seçkin 80 adamını, İstanbul’a gönderdi. Tehlikeli ve önemli bir görevleri vardı: Kabakçı Mustafa ve adamlarını ortadan kaldırmak... 13 Temmuz günü Kabakçı Mustafa’nın konağına dayandılar. Konağı kuşatıp, nöbetçileri etkisiz hale getirdiler. Ani bir baskınla Kabakçı Mustafa’yı yakaladılar ve cezalandırdılar. Şimdi sıra plânın ikinci kısmındaydı. Alemdar Padişahın Huzurunda Kabakçı Mustafa’nın öldürüldüğünü ve Alemdar Mustafa Paşa’nın ordusuyla beraber İstanbul’a yürüdüğünü duyan IV. Mustafa, nasıl bir tepki vereceğini bilemedi. Hem sevindi, hem tedirgin oldu. Çünkü işin nereye varacağını kestiremiyordu. İçinden geçen ve ruhunu tırmalayan karışık ve sıkıntı verici düşüncelerin pençesinden bir türlü kurtulamıyordu. Zihninde çoğalan sorulara bir türlü tatmin edici bir cevap bulamıyordu. Sadrazam Çelebi Mustafa Paşa, padişahın imdadına yetişti yetişmesine de, teklifi çok kanlı ve acımasızdı: “Padişahım, Alemdar’ın niyeti Selim’i tekrar tahta çıkarmaktır. O olmazsa Şehzade Mahmud’u... Tedbir odur ki, ikisi de öldürülsün!” Teklifi duyan Sultan Mustafa’nın kan beynine sıçradı. Duyduklarına inanamadı; iğrendi ve ürperdi. Ayağa kalktı ve bağırdı: “Ağzından çıkanı kulağın duyar mı paşa! Bize öldürtmek istediğin, dünün padişahı ile belki yarının padişahıdır...” Alemdar Mustafa Paşa ve ordusu İstanbul’a geldi, karargâh kurdu. Padişah, hemen huzuruna çağırdı. Yumuşatacağını ve ikna edeceğini zannediyordu: “Bak paşa! Seni biliriz; mert ve yiğit bir askersin. Sultan Selim’e bağlılığını da takdirle karşılarız. Ancak padişah indirip, padişah çıkarmanın çare olmadığını görmez misin? İsyanlar ve ihtilaller, yenilerini doğurmaktan başka ne işe yarıyor?” dedi. Alemdar ise gerçek niyetini sezdirmek, padişahı telaşa vermek istemedi. İşini daha sakin ve kolay yapmak niyetindeydi: “Haklısınız padişahım! Bizim niyetimiz, etrafınızdaki bazı kötülerden sizi kurtarmaktır! Size bir kastımız yoktur!” Fakat IV. Mustafa, durumun farkına varmıştı. Fazla bir kurtuluş ümidinin kalmadığını anladı. Güvendiği adamlarını topladı ve tekrar danıştı. Sadrazam Çelebi Mustafa Paşa yine başroldeydi: “Sultan Selim ile kardeşiniz Şehzade Mahmud’u ortadan kaldırmalısınız! Alemdar, tahta çıkaracak kimse bulamayınca, davasından vazgeçer...” teklifiyle fikrini beyan etti. Sultan Mustafa, ağlayarak, çaresizlik içerisinde razı oldu: “Varın, bildiğiniz gibi yapın, gözüm görmesin!” Bu sırada Alemdar ve ordusu sarayın kapısına dayanmış, hep bir ağızdan bağırıyorlardı: “Padişahımız Sultan Selim’dir! Sultan Selim’i isteriz!” İsyanla Giden Padişahlık Alemdar Mustafa Paşa adamlarına emretti: “Kapıları kırın! Elinizi çabuk tutun! Bunlar Sultan Selim Han’a kıymak isterler!” O sırada katiller Sultan Selim’in dairesine doğru koşuyorlardı. Bir cariye nefes nefese odaya daldı: “Birkaç gözü dönmüş, ellerinde kılıçla bu tarafa geliyorlar! Kaçın efendimiz!” Fakat Sultan Selim’in kaçmaya vakti yoktu. Çünkü cellâtlar çoktan odaya girmiş ve Sultan Selim’in etrafını sarmışlardı. Sultan Selim çaresizce gürledi: “Size teslim olmayacağım katiller!” 20-30 azgın cellatla tam iki saat boğuştu. Sonunda güçsüz düştü ve teslim oldu. Aslında onlara değil Allah’a ve kaderine teslim olmuştu. Tarihimizin kara sayfalarından birisi daha o gün kanla yazıldı: 28 Temmuz 1808... Alemdar Mustafa Paşa, sarayın kapılarını kırdırmış ve Sultan Selim’in odasına doğru hızla yürümüştü; ama geç kalmıştı. Gördüğü kanlı manzara karşısında irkildi, bitkin düştü. Gözyaşları içerisinde Sultan Selim’in cesedine kapanarak şöyle dedi: “Vay benim talihsiz efendim! Seni tahta çıkarmak için bu kadar yerden at sürüp geldim. Gözlerim seni bu halde gördü!” Adamları, hemen Alemdar Paşa’yı toplanması için uyardılar: “Ağlanacak zaman değildir! Devleti kurtarmak için pek kritik bir zamandayız. Şehzade Mahmud hâlâ sağ ise hemen bulup onu padişah yapalım!” Şehzade Mahmud, saklandığı yerden, Topkapı’nın damından indirildi ve Alemdar Mustafa Paşa’nın yanına getirildi. Alemdar Paşa şehzadenin elini öperek, bağlılığını sundu. Böylece Sultan IV. Mustafa, bir isyan sonucunda (Kabakçı Mustafa) çıktığı tahtı, yine bir isyan sonucunda (Alemdar Mustafa) terk etmek zorunda kaldı. Yani isyanla geldi, isyanla gitti. Neticede üç Mustafa’nın giriştiği mücadelede galip gelen, Alemdar Mustafa Paşa oldu. Bundan en kârlı çıkan ise Şehzade Mahmud idi. Sultan Mustafa tahttan indirilip yerine III. Selim tahta çıkarılamayınca, taht kendisine emanet edildi. IV. Mustafa, yaşanan karışıklıkların ve kanlı olayların sorumlusu olarak II. Mahmud’un verdiği emirle 17 Kasım 1808 tarihinde idam edildi. Çünkü taraftarları, II. Mahmud’u üç ay içerisinde tahttan indirip tekrar kendisini padişah yapmayı plânlıyordu. IV. Mustafa da tahta çıkabilmek için dışarıya haber salmaktan ve tertip kurmaktan geri durmamıştı. Hatta Cenaze merasimi sırasında taraftarları arasında, tabutun boş olduğuna; askeri yatıştırmak için kendisinin ölmüş olarak gösterildiğine; II. Mahmud’un padişahlığının kabul edilmeyip gerekirse Kırım hanedanından birinin, kız kardeşi Esma Sultan’ın veya Konya’daki Molla Hünkâroğlu’nun tahta çıkabileceğine dair söylentiler bile ortaya atılmıştı. Naaşı, İstanbul Bahçekapı semtindeki, babası Sultan I. Abdülhamid’in türbesine gömüldü. İsyanların Gölgesinde Geçen Zayıf Padişahlık
İsmail ÇOLAK
YazarTıp tarihine dâir kaynaklarda X Işınlarını, ilk defa 8 Kasım 1895’de Alman fizikçi Wilhelm Conrad Röntgen’in (1845-1923) keşfettiği kaydedilmektedir. Daha sonraları bu ışınlar, “Röntgen Işınları” olar...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Köyde, erkeklerin bile kalmadığı zor ve kara günler yaşanıyordu.Bir gün Balıkesir’in İvrindi Köyü’ne bir grup subay ve asker, cepheye yine asker toplamaya gelmişti.Köylüleri, muhtar kanalıyla meydana ...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Kur’ân-ı Kerim, kıssaların en güzeli olan Yûsuf kıssasını anlatırken, Yûsuf’a tutkun olan Mısır Aziz’inin karısının yaptıklarına yer verir. Kadın, hizmetlisi Yûsuf’a gönlünü kaptırması üzerine şehirde...
Yazar: Ali AKPINAR
Birileri fısıldamış; Davran dördüncü Mustafa! Uzun ömürlü olmamış, Devran dördüncü Mustafa… Güzel eğitim almıştı, Hat deryasına dalmıştı, Koltukta gözü kalmıştı, Pişman ...
Şair: Halil GÖKKAYA