SALGIN HASTALIKLAR VE TABİ AFETLER
Davud (a.s.) Lokman Hekim’den bir koyun kesip en iyi yerinden iki parça getirmesini istedi. Lokman Hekim de ona, kestiği hayvanın dilini ve yüreğini getirdi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Davud (a.s.), bu defa hayvanın en kötü yerinden iki parça et getirmesini talep etti. Lokman Hekim, yine koyunun dil ve yüreğini getirdi. Hz. Davud, ona bunun sebebini sorunca da şöyle dedi: “Bu ikisi iyi olursa, bunlardan daha iyisi; kötü olursa, bunlardan daha kötüsü olmaz!..” Hekimliğin Atası Lokman Hekim, hekimliğin atası olarak da tanınmış, onun bütün bitkilerin özünü bildiği söylenmiş ve kendisinden dertlere şifa olacak reçeteler ve formüller nakledilmiştir. Lokman’a nisbet edilen meseller çeşitli adlarla bir araya getirilmiştir. Bunlardan biri Emsâlü Lukmân al-Hakîm ve ba’zu aķvâli’l-’Arab’dır, bir diğeri olan Emsâlü Lukmân el-Hakîm’dir. Lokman Hakîm Hazretleri’ne bir gün sormuşlar: “Efendim, hastalarımıza neler yedirelim? Ne tavsiye buyurursunuz?” Lokman Hakîm şu güzel ve özlü cevabı vermiş: “Hastalarınıza acı söz yedirmeyin de, ondan başka ne yedirirseniz zararı olmaz inşallah…” Çekirge Afeti Seyyid Ali Semerkandî Hazretleri anlatıyor: Rasûlallah Efendimiz bana göründü ve buyurdular ki; "Ey benim evladım Alâeddin bu zamanın bütün evliyalarının sultanlığı sana verildi. Allah'ın izniyle seni bütün evliyaların önderi yaptım. Seninle Mevlâ arasındaki perdeler kaldırıldı. Gözünü yum ve Mevlâ’nın kudretini müşahede et." Daha sonra bana buyurdular ki "Ey evladım Alâeddin Allah’ın sana ihsan ettiği ilmi ümmetime öğret ki zayi olmasın. Sana verdiğim bu asayı Anadolu taraflarına at nereye dönerse orada bir ilim müessesesi kurup ümmetime dinî bilgileri öğret ve sünnetimi de ihya et.” buyurdu. Bunun üzerine Seyyid Ali Semerkandî Hazretleri Anadolu'ya gelmiş ve yerleşmiştir. Anadolu'ya geldiği ilk günlerde bulunduğu yörenin çobanı yoktu. Kimsede yapmak istemiyordu. İnsanların sıkıntısını gören Seyyid Ali Semerkandî Hazretleri "Sürülerinizi otlatabilirim, bu işten dolayı sizden ücret talep etmiyorum." dedi. Köylüler çok memnun oldular. Dediler ki; "Biz sürülerimizle birlikte buzağılarımızı da otlatmak istiyoruz. Eğer buzağıları annelerini emmeden otlamalarını sağlarsan memnun oluruz." O da kabul etti, otlak yerine varınca hayvanlara dönerek lisân-ı hâl ile "Ey inekler ve buzağılar! Akşama kadar beraberce otlayanız. Yalnız buzağılar annelerini emmesin, annelerde yavrularını emzirmesin." dedi. Akşam merak içinde bekleyen köylüler, ineklerin memelerini süt ile dolu görünce hayretten şaşırıp kaldılar. Böylece Seyyid Ali Semerkandî Hazretleri’nin büyük bir veli olduğunu anladılar. Yaz mevsimiydi hava sıcak ve kuraktı. Namaz vakti girmesine rağmen abdest alacak su yoktu. Seyyid Ali Semerkandî Hazretleri Asasını yere vurarak "Çık ya mübarek." deyince yerden gövde kalınlığında su çıktı. Etrafa zarar vermemesi için "Ey mübarek su ne çıktığın belli olsun ne aktığın." buyurdu. Bu söz üzerine suyun çıktığı yer kuyu ağzı gibi olup su hareketsiz kaldı. O tarihlerde Osmanlı payitahtı olan Bursa'da çekirge afeti oldu. Çekirgeler her yeri harap ediyor, tüm mahsullere zarar veriyorlardı. Tüm araştırma ve önlemlerden bir sonuç alınamadı. Tüm âlimlere ve velilere haber gönderildi. Bunun üzerine Seyyid Ali Semerkandî Hazretleri bu sudan bir miktar Bursa'ya gönderdi ve zarar veren haşaratın bulunduğu bölgeye dökmelerini tembih etti. Suyu çekirgelerin bulunduğu bölgeye döktüler ve çekirgeler kısa sürede kayboldu. Bir rivayete göre de bu su bir kap içerisinde yüksek bir yere asıldı. Allahu Teâlâ’nın izniyle suyun götürüldüğü yere sığırcık kuşları toplanıp tüm çekirgeleri yok ettiler. İşte bu suya "Çekirge Suyu" ismi verildi. Zaman zaman ortaya çıkan çekirge afetlerinde bu su kullanıldı ve çekirgelerin zararları önlenmiş oldu. Osmanlı padişahı Seyyid Ali Semerkandî Hazretleri’ni Bursa'ya davet etti. Bursa'da çok izzet ve ikramda bulundu. Bursa'da kalmasını arzuladı. Fakat Seyyid nazik bir ifade ile Bursa'da kalamayacağını bu ümmetin fakir olup Rasûlullah’ı ziyarete gidemeyen insanların bulunduğu bölgede kalmak istediğini bildirdi. Bunun üzerine padişah bir istekte bulunmasını istedi. Seyyid de yöre halkının çok fakir olduğunu askerlik ve toprak vergisinden muafiyetlerini istedi. Padişahta bir fermanla bu isteği yerine getirdi. Bundan sonraki tüm padişahlarda bu fermana uydular. Fakir halktan vergi alınmadı. Edirne’de Uyuz Salgını Hasan Sezai Efendi zamanında, tevbe edip doğru yolu bulmuş birisine yardım yapıyordu. Bu arada boş durmayan fitneciler, Hasan Sezai hakkında çirkin iftiralar yaymaya başladılar. Edirne vilâyeti günlerce bu dedikodularla çalkalandı. Hasan Sezai Efendi yine sabrediyor, hiç ses çıkarmıyordu. Bu şayianın yayılmasından az bir zaman geçmişti ki Edirne’de müthiş bir uyuz hastalığı peyda oldu. Hasan Sezai hakkında her kim iftira ve dedikodu etmiş ise ve her kim bu dedikoduları dinleyip kabul etmiş ise, bu uyuz hastalığına yakalandı. Hastalık, bu sözlere adı karışmış olanlarda yayılıyor, diğer insanlara bir şey olmuyordu. Hastalığa yakalananların bütün vücutları yara bere içinde kalmış idi. Hiçbiri derdine çare bulamadı. Hasan Sezai Hazretleri onların bu hastalık sebebiyle şiddetli acı ve sıkıntı çekmelerine dayanamadı. Mübarek kalbi tahammül edemeyip, bir gece kılık kıyafetini değiştirerek çarşıya çıktı. Kahvelerden birine girdi. Hiç kimse onu tanıyamadı. Uyuz olanlara yaklaşarak; “Sizin derdinizin ilâcı Hasan Sezai’dedir” deyip oradan ayrıldı. Ertesi gün dergâhın önü ana-baba gününe döndü. Hastalığa tutulan herkes çare bulmak ümidiyle dergâha koşuyordu Gelenlerden her birine geyik boynuzundan kazıyıp, toz hâline getirdiği ilaçtan veriyordu. O tozu yarasına süren herkes Allahu Teâlâ’nın izni ile şifa buldu. Bu arada herkes hatasını anlayıp, yaptıkları iftira ve dedikodulara pişman oldular, tevbe ettiler. Haçlı Seferlerinde Salgın 1096 yılında başlayan Haçlı Seferleri, 1291’de Latin Hıristiyanların Doğu’da son merkezi olan Akka’dan çıkarılmasına kadar yaklaşık iki yüzyıl sürdü ve bu dönem içinde İslâm dünyasına karşı sekiz büyük sefer yapıldı. Ancak Haçlı Seferleri sırasında baş gösteren salgın hastalıklar Haçlı Ordusu’nun kırılmasına sebep oldu. Veba, cüzzam, dizanteri, iskorbit, frengi, trahoma, sıtma, parazit Haçlı Orduları arasında en yaygın hastalıklardı. Bu hastalıkların bir kısmı Avrupa’dan Ortadoğu’ya getirildi, bir kısım hastalıklarda dönüşte Haçlı Orduları tarafından ülkelerine taşındı. Altıncı Haçlı Seferi (1228-1229) aslında 1227’de Kutsal Roma-Cermen İmparatoru II. Friedrich komutasında başladı ama büyük bir deniz filosuna bindirilmiş olan Haçlı Ordusu çıkan bir hastalık salgını nedeniyle İtalya'ya geri dönmek zorunda kaldı ve Haçlı askerleri ile filo geçici olarak serbest bırakıldı. Papa IX. Gregorius, imparatorun hastalığı bahane ederek geri dönmesinden hoşlanmadı ve onu aforoz etti. 1228 yılında sefer tekrar başlatıldı. İç çatışmalarla mücadele eden Eyyûbi hükümdarı, II. Friedrich ile anlaşarak Kudüs, Nâsıra ve Beytüllahim'ı Haçlılara teslim etti (1229). Kudüs 1246’da Müslümanlar tarafından geri alındı. Sekizinci Haçlı Seferi (1268-1270) sırasında da Haçlı ordugâhında birdenbire salgın hastalıklar başladı. Binlerce asker, şövalye ve bu arada Kral Louis ve oğlu Jean Tristan ile pek çok asilzade bir ay içinde öldü. Charles d’Anjou Sicilya filosuyla gelerek geriye kalanları toplayıp İtalya’ya götürdü. Bulaşıcı salgın hastalıklar, Hristiyanların Müslümanları Kudüs ve çevresinden çıkarma emellerini kesin olarak sona erdirdi. Dönüşte taşıdıkları hastalıklar Avrupa nüfusunun tahrip olmasına yol açtı. Kara Ölüm (Veba) Dünya tarihindeki en yıkıcı salgınlardan birine yol açan yersinia pestis bakterisi (veba), 1346 ve 1353 yılları arasında 75 ila 200 milyon insanın ölümüne sebep oldu. 1330’larda dünya ikliminin değişimi ile sıcak ve kuru rüzgârların bakteri, pire ve hayvanları Moğolların yerleşim alanına sürüklemesiyle hastalık taşıyıcıları Asya’ya ulaşmıştı. 1331’de Çin’e ulaşan salgın Hebei Eyaleti nüfusunun 'ından fazlasını öldürdü ve toplamda Çin’de 5 milyondan fazla insan öldü. Hastalık, ticaret yolları ve Moğol orduları aracılığı ile 1346’da Kırım’daki Ceneviz kenti Kefe’ye ulaştı. Kefe şehrini kuşatan Tatarlar, direnişi kırmak için vebadan ölenlerin cesetlerini mancınıkla şehre attılar. Hastalıktan kurtulmak için Kefe’den kalyonlarla kaçan Cenevizliler salgını Avrupa’ya taşıdılar. Grönland’a kadar ilerleyen hastalık, daha sonra doğuya yönelerek 1350 yılı aralık ayında Moskova’yı vurmaya başladı. Veba, gemilerdeki farelerin üzerinde yaşayan pireler tarafından liman kentlerine yayılıyordu. Kara veba, Avrupa nüfusunun yaklaşık `'ını yok etti. Bu sırada dünya nüfusu 350 milyon olarak tahmin edilmekteydi. Veba, işgücünü tüketip ekilebilir arazi miktarını azalttı ve mevcut feodal sistemin sonunu getirdi. BİBLİYOGRAFYA
Resul KESENCELİ
YazarEbrehe mutaassıp bir Hristiyan’dı. Bu dini yaymak için yoğun bir faaliyete geçti. Bu maksatla Sana’da, Arapça kaynaklarda Yunanca ekklessia kelimesinin Arap lisanıyla Kalis/Kulleys olarak geçen, kapıl...
Yazar: Resul KESENCELİ
Osmanlı’nın çevre ve sokak temizliğine, insan ve toplum sağlığını korumaya verdiği önemi ispatlayan yüzlerce belge göstermek mümkündür. Bu anlamda, daha Fatih Dönemi’nden başlayarak mikroplar ve salgı...
Yazar: İsmail ÇOLAK
"N’ideydin ey gönül Kârûnlara Musa mısın yâ ne N’ideydin ey gönül bî-fâide ömr eyledin ifnâ"( Divan-ı Hulusi-i Darendevi )KârûnKârûn, Hz. Musa (a.s.)'nın kavminden idi ve onun zamanında yaşamıştı. Hat...
Yazar: Resul KESENCELİ
Enderun okulu; İkinci Murad tarafından Edirne’de Eski Saray’da tesis edildi. Enderun gerçek şahsiyetine, Fatih Sultan Mehmet’in Topkapı Sarayı’nı yaptırmasıyla kavuştu. Bu tarihten sonra çıkarak devle...
Yazar: Resul KESENCELİ